Saturday, January 31, 2009

Another Lesson in Violence


Eveeet, şimdi bugün size bir albüm tanıtacağım. Ufak da bir hikayesi var benim için. Onu da anlatayim. Yukarıda gördüğünüz albüm 1997 yılında kaydedilmiş bir albüm. 1999 yılında memleketin meşhur davulcularından birinin dükkanında takılırken kendisine şöyle bir soru sordum.
Cthu: Ya abi, bu aralar böyle sert bişeyler gelmiyor herhalde ya, böyle cıng cıng cıgı cıgı dubutapa dubutapa falan?
Baterist dükkan sahibi: Var Cthu, al bunu, bir yıl başka birşeye ihtiyacın olmaz.
C: Ne bu abi? Ana, Exodus, la bunların başka live albümü de mi var?
B: Var olum, sen abine güven, al bunu kafan rahat olsun.
Aldım, gittim evime. Taktım CD çalarıma.

"Bonded by Blood"
"Exodus"
"Pleasures of the Flesh"
"And Then There Were None"
"Piranha"
"Seeds of Hate"
"Deliver Us to Evil"
"Brain Dead"
"No Love"
"Lesson in Violence"
"Impaler"
"Strike of the Beast"

Albüm önce tamtam sesleri ve bir takım tuhaf insan sesleri ile başladı. Sonradan anladım ki o sesler Paul Baloff'dan çıkıyormuş. Rahmetli zaten ben onu live duyduktan 3 sene sonra vefat etti, yerine yine Steve Souza abimiz geldi, ki bu ikisi asla birbirini aratmaz, efsanedirler, biri gider öbürü gelir Exodus'a. Neyse, bu tam tam sesleri bir süre devam etti, ve anam... bir anda müthiş tok, doygun, kuvvetli bir gitar sesi ile beraber hayatınızda duyabileceğiniz en iyi ama en iyi bateri seti Bonded by Blood çalmaya başladı. Üstüne de Baloff "Bonded by blood, fuckerrrss!" diye bağırmaya başlayınca ben gidişhatın hakkaten fena olduğunu anladım.

Üstüne "This song's about fish, but it aint about no goldfish"
"This song..."
"is called..."
"Piranhaaa ha ha ha ha, go go go go! (bateriste diyor)"
falan gazıyla Piranha çaldı babalar, ben mest zaten.

Zaten 3-5 şarkı sonra en sevdiğim Exodus şarkısı olan "Deliver us to Evil" çalmaya da başlayınca dedim ben hakkaten böyle birşey duymadım. Baloff şov yapıyordu adeta, ama herşeyeden öteye, bateri sesi inanılmazdı, kafama vuruyordu sanki Tom Hunting, bateriye değil de.
Kirk Hammet ile beraber kurulmuş bu grup, kendisi ayrılıp rahatlayınca huzura ermiştir ve halen de süper şarkılar yapmaktadır. Bilmiyor olabilirsiniz diye söylüyorum bunları, bana kalırsa metal tarihinin en underrated gruplarından birisidir Exodus. Üstelik dinlediğim en iyi live albüme de sahipler.
Hadi kalın sağlıcakla.


"Bonded by Blood", 1997, Exodus - Another Lesson in Violence

Thursday, January 29, 2009

Doğduğum yer mi? Doyduğum yer mi? Yoksa İstanbul mu?

Geçtiğimiz kurban bayramı tatilinde Cenk'le birlikte Ereğli - Düzce turu yapmaya karar verdik. Bir gün ereğli bir gün Düzce. Ereğli benim Düzce onun memleketi. Ben üniversiteye kadar Ereğli'deydim. Orada doğdum orada büyüdüm. Sever miyim, hayır. Hem de hiç. İstanbul'a taşınmak büyük bir kurtuluştu benim için, buraya geldiğimde sanki uzun zamandır ayrı yaşadığım memleketime dönmüşüm gibi bir havaya büründüm. Ama Ereğli her zaman " With or Without You" olmuştur benim için. Sevmem ama çok özlerim, gitmek isterim. Sokaklarında yürümek, denizini koklamak, lojmanlarında gezmek, sahilinde çay içmek ya da balık yemek isterim. Fakat 3 gün sonra yeniden İstanbul'a dönmek isterim. Fazla tanıdık görmek istemem. Ereğli tanıdık olmadan güzeldir gözümde. Bu gidişimizde ise 1 gün de çok kısaymış diyiverdim. İyice bi gezemedim, iyice bi koklayamadım. Ama sizler için birkaç resim çektim, şimdi kısmetmiş paylaşıyorum.
Yol bir hayli kasvetliydi. Ama zaten kışın pek de aydınlık olmaz oralar. Dumanlı, sisli, karamsar olur yollar. Ama şehrin göbeğine gelirsiniz yer yer yeşil, yer yer sarı.. Deniz ise kurşun rengi..
Bu sahil yolu uzunca bir yoldur yayalara özel. Eskiden trenin geçtiği bir demiryolu iken yaşayanlar aktivite yapsın diye bu kadar güzel bir sahil yolu oluverdi. Yazın cıvıl cıvıl olur.
Tam dalgakıranın köşesidir burası. Kıyıyla birleştiği nokta. Bütün tekneler buradaki yapay koya saklanır, Karadeniz'in manyaklığı tutupda dağırmasın diye. Siz o teknelere bakarak balığınızı yer, rakınızı içersiniz. Arzu ederseniz bir de sigara yakarsınız. Hemen gerisinde çınaraltına gidersiniz, çayınızı içer, okeyinizi oynarsınız.
Buyrun bir de üç kuşak okuduğumuz (abim1, abim2 ve ben) lisemiz. Amerikalıların ilk olarak kolej olarak yaptığı sonradan Anadolu Lisesi'ne çevrilen bir okul bu. Bayram olduğu için bekçi bile yoktu içeri giremedik. Ama benim diye demiyorum hem eğitim kalitesi hem öğrenci kalitesi hem okulun güzelliği bir numaradır. Yani eskiden öyleydi. Yeni eğitim sistemi ne gibi şeyler aldı götürdü bilemiyorum.. Resimde de niye öyle ajan gibi bakmışım bilemedim.





Hemen yukarıdaki de yine üç kuşak okuduğumuz ilkokul, TED Koleji.. Sonbahar çökmüş, yapraklar 25 senedir hiç değişmedi sanırım. Sağ taraf servislerin park ettiği yoldu.. O merdivenler ne de büyük gelirdi. Şimdi burası ERDEMİR'in Musiki Derneği olmuş. Babamın senelerce hizmet verdiği dernek benim ilkokuluma yerleşmiş :) Benim ilk okulumsa lise kısmıyla birleştirilip Lisemin çaprazına konmuş. Devanası gibi. Güzelim ağaçlı yolun ağaçlarını kesip kazuret gibi okul dikmişler para hırsı büyüyenler.. Ama ne de güzel değil mi ilkokulum..






Burası lojmanlarda ( Erdemir çalışanlarının bir kısmının oturduğu bölge) dolanırken yakaladığımız fabrika manzarası. Türkiye'nin ve dünyanın en büyük fabrikalarından. Ama ne yazık ki bir kısmını başkalarıyla paylaşmakta beis görmedi yöneticilerimiz, ne yazık.. Binlerce kişinin çalıştığı, onbinlerce kişinin ekmek yediği, Ereğli'yi Ereğli yapan kaynak..





Yine lojmanlardan bir kare.. Okuldan kaçan o belli belirsiz sarı korkuluklu merdivenlerden yukarı çıkar (kaç yüz basamaktı hatırlamıyorum, burada küçücük bir kısmı çıkmış) kendini lojmanların çeşitli yerlerine atardı...
İşte böyle.. Oturduğumuz evde normal olarak bir başkası oturduğu için gidip oranın manzarasını, içinin güzelliğini çekemedim. Ama Ereğli'ye ait en çok özlediğim şey evimiz ve evimizin terasıdır..
Bakarsanız ne kadar özlüyorum diye, hiçbir zaman ama hiçbir zaman geri taşınmayı hayal etmeye bile yetmiyor yine de. Az şekerli Türk kahvesi kıvamında bir özlem işte benimkisi... Fazla içince çarpıntı yapıyor..




Ali Sami Yen Balesi gururla sunar

Chimenti "lan acaba bu herif ikinciyi de atar mı?" stresini yaşarken.

Wednesday, January 28, 2009

Tubik Cenk Bayramı

27 Ocak 2009 (yani dün) itibariyle, Cenk ile evliliğimizin 1. senesini kutladık. Bu 1 sene boyunca evlilik denen şeyin aslında ne kadar zor ama bi o kadar da güzel bişi olduğunu anladık ama bana kalırsa insan evli olduğunu düşünmediği zamanlarda daha mutlu oluyo :) Neyse tutup da 1 senelik özeti çıkartıp size kıssadan hisse verecek değilim. Kendine güvenmeyen kimseye de önermiyorum evli olmayı. Ama biz mutluyuz gururluyuz maşallah.. İnşallah ömür boyu böyle kavga dövüş huzur içinde mutluluk içinde geçer gider.. En keyifli zamanlar, en huzurlu günler hep bizimle olur inşallah.. Esen kalın anacığımm...


Yukarıda gördüğünüz sempatik balıkçıda yer ayırtmış Cenk. İkimiz de daha önce gitmemiştik. İnternetten bulmuş, gidiverdik. Minicik ama sıcacık bi yer. Hiç kimseyi rahatsız etmeyen, taksimin çingene fasılıyla alakası olmayan bir müzik, müthiş lezzetli mezeler.. Hamsi tava, tekir derken hayatımızda yediğimiz en lezzetli balıklardan birini yemiş olduk. Ortaklarının güler yüzü ve her misafiriyle tek tek ilgilenmesi de ayrı bir konu. "Bizi unutmayın yine gelin" dedi Ümit Bey biz çıkarken, onlar da bizi unutmasa keşke... Ailemizin balıkçısı olsa orası..

Bu lokum gibi hamsi tavayı yemek istiyorum derseniz, Asmalımescit'e gidiyosunuz, meşhur Refik restaurant'a girmiyosunuz da tam karşısındakine giriyosunuz.. Sonrasında da tahminen müdavim olup çıkıyosunuz...

Hepimize iyi seneler.. :)

Monday, January 26, 2009

Sobe Vol.4

Çok şahane bir sobe ile karşınızdayım gecenin bu saatinde... Sevgili Feri  sobelemiş. Buyrun buradan yakın:

Yaptığım 4 iş;

- Fuar hostesliği (zannetmeyin ki mini etek giyip otoşovda poz verdim, öğrenciyken ciddi dopiyesimle makina fuarlarında asistanlık yaptım özümde) 

- Gönüllü sekreter ( Abimin eşinin çalıştığı ofiste ihtiyaç vardı, yaz okulu bitmişti ve okulun açılmasına 1 ay vardı. Para falan da istemedim ama 1 ayın sonunda elime 250 lira tutuşturdular, aman ne tatlıydı o para)

- Metalurji Mühendisliği ( Bana bakan ne mühendisi der, normaldir ben aynaya bakınca diyorum sürekli ama oldum ve yaptım bi süreliğine)

- Basketbol oyunculuğu ( Ahahahah ben ve basketbol.. Atmıyorum ya Türkiye'nin hatrı sayılır kulüplerinden birinde lisanslı oyunculuk yaptım. Ama bendeki yeteneksizliği keşfeden babam, müdahele ederek oku da bari iki ilim irfan öğren dedi, bıraktım)


Defalarca izleyebileceğim 4 film ;

- 50 First Dates ( Sobeleyen Feri de aynı filmi söylemiş ama hakkatenbu böyledir. Kaç kere izlediğimin çeteresini artık tutamıyorum ama her izleyişinde aynı espirilere gülüp aynı sahnelerde ağlar mı bi insan?)

- Kadın kokusu ( İlk olarak geçen sene sevgililer gününde izlemiştik Cenk'le yeni evliliğimizin ilk valentin gününde, Al Paçino hayranı olan ben adama Ulu Bilge gözüyle bakmaya başlamıştım)

- V for Vendetta (İzleyenler bilirler, efsanevi diyaloglar, dandşk bir maskeye mimik verecek kadar iyi bir konuşma yeteneği, felaket bir içerik.. off off )

- Selvi Boylum Al Yazmalım ( Arabesk bir yapım yoktur ama gelmiş geçmiş en iyi Türk filmlerindendir kanımca.. Hatta belki de en iyisi)



Yaşadığım 4 yer ;

- Kdz. Ereğli ( 0 - 18 yaş arası. Güzel ve miniktir ama kaçtığıma da bir o kadar memnunum.)

- İstanbul ( Sanki burda doğmuş büyümüşüm de Ereğli'ye tatile gitmişim gibi gelir bana hep. )

- Başka yer olmadığından bu satırlar boş kalacak.

-      "       "             "               "      "          "        "      .


İzlediğim 4 TV Programı ;

- Girls of the Playboy Mansion  ( Kızlara hasta olduğumdan falan değil, o kadar basit bir program ki izlerken hiçbirşey düşünmenize gerek kalmıyor)

- Dr. 90210 ( Yine başka bir Amerikan rüyası programı. Millet sürekli orasını burasını yaptırıyor, siz de izleyip ay çok şükür diyosunuz. )

- The Simpsons ( Ne zaman denk gelirsem kitleniyorum, bi zengin olalım DVD setini alıcam eve)

- Komedi Dükkanı ( Tolga Çevik'in son derece geyik ve eğlenceli şovu. Canlı da izledik, TV'de de gördükçe izlemeye çalışıyoruz. Çok eğlenceli tavsiye ederim)


Tatil için gittiğim 4 yer ; 

- Didim ( O kadar küçüktüm ki babamın bir teyzeyi kıyafetleri ile havuza itmesinden başka birşey hatırlamıyorum )

- Bodrum ( Bir keresinde 2 haftalığına herkesin bildiği yerlerinde geçirdim, başka bir zaman ise az kişinin bildiği, belki büyük yangınıyla hatırlanabilecek Mazı Köyüne gitmiştik Cenk annesi ve ablasıyla, en keyifli tatillerimden biriydi)

- Çeşme-Alaçatı ( Alaçatı'ya bir hayranlık bir aşık olma, Tanya'larla tanışma ve bugüne gelen süper bir dostluk kurma, o kadar güzel anılarla döndük ki tekrar gitmemek haksızlık olur)

- Mersin ( İnsan neden yaz tatiline Mersin'e gider demeyin, Adana'lı bir arkadaşımızın yazlığı vardı e 3 hafta kaldım. Hayatımda bu kadar güzel bir eğlence yaşadığımı hatırlamıyorum, üniversite dönemimin en güzel günleriydi)


En sevdiğim 4 yemek ;

- Mantı ( Bana yemek sorulur mu? Kaç ton olduğumdan haberiniz var mı sizin? Gidicem sahil kasabasına yerleşip balık tutucam, sonunda o olcak...)

- Zeytinyağlı Yaprak Sarması ( İlle de pamuk elli annem yapacak. Leblebi gibi götürürüm bir tencereyi, bana mısın demem, sana mısın hiç demem, espiriler gırla farkettiyseniz..)

- Pizza ( Dominos Extra Vaganza Dublex.. Hem extra hem dubleks.. Bu iki kelime herhangi bir yemek için kullanıldığında bile harika sonuçlara yol açıyor, hiç endişeniz olmasın.)

- Balık - Deniz Ürünleri ( Denizden babam çıksa yemem.. Niye yiyim şimdi adamcağızı.. Ama mesela Mezgit olur, Barbun(ya) olur, Karides olur, Kalkan olur, Kalamar olur, ...............)


Hemen şimdi olmak isteyeceğim 4 yer ;

- Ev ( Yani şimdi bu yazıyı evde yazıyorum o yüzden biraz saçma ama iş yerinde olsaydım affetmezdim.. Sıcak su torbalarım, kedim, sevgilim, papağanım, kitaplarım.. Daha ne olsun ayol?)

- Annemlerin evi ( İkisini de o kadar özlüyorum ama o kadar özlüyorum ki, battaniyemin altında salondaki koltuğa kıvrılıp babam zapping yaparken huzurlu huzurlu kitap okumak, annemin yaptığı kestane kebabı yemek de pek bir güzel olmaz mıydı?)

- Maldivler ( Burada Maldivler sembolik bir isimdir. Sıcak güneşli tatillik herhangi bir  yer kabulümdür, ışınlanmak suretiyle giderim sponsor olursanız )

- Las Vegas ( Sebebini izah etmeme gerek var mı evladım? ) Başka hakkım kalmadı bi de Küba sıkıştırayım şuraya da rahatlıyım.. Gidicem.. Anlıyo musun beni? Gi-di cem!


Bir yağmur damlası olsaydım düşmek isteyeceğim 4 yer; ( Nası bi sorudur bu?)

- Araba camı

- Şemsiye üstü

- Deniz

- Kedi burnu ( Böyle soruya böyle cevap)


Her zamanki gibi son kertede birilerini sobelemeyi unutmuşum. Bu durumda blog alemine geri dönen sevgili Burcucuuumu ve Ender&Selin ikilisini sobeliyorum..

Doğalgaz'ın starları

Sağır sultan ve erkanı bile duydu son doğalgaz fiyatlarını.. Televizyonda bir süre geçen seneki faturasıyla bu seneki faturasını kıyaslayan halkımın feryatları yer buldu. Bir ay önce aynı oranda kombi kullanıp 70 TL gelen faturaların bir sonraki ay 300 'lere ulaştığını duyduk hepimiz. Benim ne Rusya'ya ne Ukrayna'ya ne de hepimizin cebini yakan büyüklerimize bu kadar büyük paralar ödemeye niyetim yok. Cenk'in de yok. Müthiş bir çözüm bulduk, annemlere siparişi verdik ve bu ay neredeyse (misafirlerimizin geldiği günleri saymazsak) hiç kombi kullanmadık.




Sizleri de bu müthiş uygulamayla tanıştırmak, faturaların kabarmasına, ay sonu endişelerine son verecek bu çözümü dikkatinize sunmak isteriz. Hala hastalanmadık. Kararımız kesin dişler titreyene kadar, durmak yok yola devam..



Ben MEGASTAR, Cenk ise SÜPERSTAR oluyor.



Bu starları mega ve süper yapan malzemeler de aşağıdadır :




Su- bildiğiniz, halis mulis, mis gibi musluk suyu.



Elektrikli su ısıtıcı - ocakta ısıtmaya kalkarsanız hem büyük olasılıkla yine doğal gaza bağlısınız hem de uzun sürer.

Evet değerli konuklar. Gördüğünüz gibi son derece düşük maliyetle uzun süre ısınmak mümkün.. Birini gobeğee diğerini ayaklara koyarsanız eğer, olduğunuz yerden kalkmak, temel ihtiyaçlarınızı gidermek, işe gitmek falan canınız çekmeyebilir. Elinizde kumanda mutlu bir hayata yelken açabilirsiniz.

Ay sonunu iple çekiyorum sevgili dostlarım, geçen ay bu yöntem bile yokken 122 TL ile eş dost arasında rekor kırmışken bu ay Enerji Bakanlığı'ndan şükran belgesi bekliyoruz. Çerçevesi hazır..

Friday, January 23, 2009

Game Over


4.5 senedir oynadığım sevgili oyuna bu hafta itibarı ile veda etmiş bulunuyorum. Oyun içerisinde RL diye tanımlıyorlar ayrılma sebebimi. Birçok online oyun oynayan kişinin de temel sebebi bu. Real Life issues. Yani, gerçek hayat ile alakalı problemler veya gerçek hayata zarar verme durumu. Benimkisi bu ikincisi. O kadar fazla zaman ayırmanız gerekiyor ki bir süre sonra, çünkü artık senelerinizi vermişsiniz, kuvvetli bir karakteriniz var, bütün oyuncuların oynadığı galaksi haritası üzerinde olabilecek değişiklikler için yapılan büyük savaşlarda sizin de adınız geçiyor artık. Mecburen kendinizi sorumlu hissediyorsunuz arkadaşlarınıza karşı, yokluğunuzun kaydı tutuluyor gibi düşünüyorsunuz. Her seferinde orada olma mecburiyeti. Hiçbirşey yoksa bile, bir girip görünmek, ortamı kontrol etmek.
Hastalık gibi değil mi?
Evet.
Ondan bıraktım. Artık geri de dönmeyeceğim. Çok sevdiğim bir arkadaşıma da karakterimi verdim. En azından adım yaşar artık.
Saygılarımla.

Blogır Parti Vol. 2,5

"Evet sevgili izleyiciler.. Giderek büyüyorlar, engel olamıyoruz!!!" gibi olduk.. Engel olunamaz şekilde bir partileme, toplaşma, gülüşme, falan filan...



Aslında bu haftaki buluşmaya biraz nazar değdi... Hanginizin bilmiyorum... Bulucam.. O kırmızı kazaklıdan şüphe ediyorum..


Aslında biz DefDef'in sevgili ebeveynlerinde toplanıcaktık bu sefer.. Ancak rahatsızlık sebebiyle toplanamadık.. E Ersin abi de durmamış, eh madem herkes kendini planlamıştı, gelsinler bize, pizzaydı, şaraptı, oturur muhabbet ederiz. Herkes evde tek tek kokuşacağına toplu kokuşur. Demiş.. Tabi ki bir anda yönlerimiz değişti ve kırmızılı salonlu eve doğru yola çıktık...




Allah'ım ne uzun bi giriş oldu! Gerisini kısa tutayım, ben susayım resimler konuşsun ilerleyen paragraflarda..











Görüldüğü gibi ekipte eksikler var... Tuğba, Koray, Hasan Bey, Def Def.... Bir de yeni bir yüz var, Zeya! O da geldi hoş geldi! Kendisini Şebo ile birlikte görüyoruz aşağıda..



Aslına bakarsanız tam burada başka birşeyler yazıyodu ama blogspot'un resim yükleme azizliğine uğradığım için silindi.. Ne yazdığımı da hatırlamıyorum.. Ama bütün akşam Ersin Abi'nin Nikon D40'ını rehin almam ve hemen hemen bütün fotoğrafları benim çektiğimle alakalı bişeylerdi sanırım... Aşağıda eski versiyondan devam etmiş olacaksınız.








Zaten dikkat ettiyseniz bir gözümü kapatmak için bütün yüz kaslarımı kullanmam icap ediyor.. Uzun süre böyle durursam da Memiş'ten tokat yemiş Keto gibi seyiriyo suratım.. Ama başarıcam, gerekirse bir gözüme korsan gözlüğü takarım ama yine de bu işi yaparım! İnat edersem Roma'ya kadar gider bu iş..




Ha bu arada yukarıdaki resimde elimde duran makina D-slr falan değil.. Eskiden bildiğiniz, filmi olan, toplasan 48 resim çekebildiğin ve düzeltme şansının olmadığı, tab ettirene kadar ne çektiğini bilmediğin, deklanşör (?) e bastığında film sarma sesine hayran bırakan delikanlı bir makina.. Nikon'un havası bunun yanında çok seri bir şekilde sönüveriyor.








Bakın bu da benim canım sevgilimle, Tanya'nın canı sevgilisi 'nin sanatsal çalışması.. Hareketli resim (adını ben koydum). Böyle uzun sürede çekiyo makina resmi, sen de böyle bi takım atraksiyonlarla şenlendirebiliyosun falan.. Ne kadar güzel anlattım değil mi?







Sedenin resminin daha güzel bir versiyonu vardı sanki ama hatırlamıyorum.. Tabi bunu ben çekmedim..





Bir de aile fotoğrafı verelim değil mi?





Ev sahibemiz ve Cenk...








Ve bütün gece beklediğimiz ama biz bu haftanın hastası Cenk'in baş ağrısı nedeniyle erken çıktığımızdan göremediğimiz Hasan Bey geliyor huzurlarınıza. Daha önce deşifre edilmiş miydi bilemiyorum ama buyrun, Tanya'nın bana yolladığı resimler içinden buldum :) Pizzaları hüpletirken...
-----------


Bu hafta çok fazla delirmedik.. E çok fazla içmedik de... Daha sakin daha kendi halinde bir gündü.. Yine çok eğlendik çok güldük ama Tuğba ve eşi yok diye sanırım, aklımız onlarda kaldı diye sanırım, böyle hafiften yarım yarım bir akşam geçirdik...


Yine de güzeldi elbette.. Yine yapıcaz, hep yapıcaz ve konuştuğumuz gibi Çarşamba değil Cumaları yapıp işe gitme problemi yaşamıycaz :D


PS: O geceki sakarlığım da şahane şekilde mum devirmek oldu.. Adı Haticemiydi emin değilim ama, temizlik konusunda destek olan ablamız bana sağlam bi söylenir diye tahmi ediyorum :)




Wednesday, January 21, 2009

Nikon D60

Ekonomik kriz var malumunuz. Biz de etkileniyoruz haliyle. Bu aralar gerçekten almak istediğimiz 1 adet ürün var. Aslında 2 adet var, ama birini almasak da olur gayet şu anda. Ürünümüzün adı şöyle:

Nikon D60 18-55 VR KIT
Hemen şuracığa da resmini koyayim ki ne kadar şirin birşey olduğunu siz de görün hemen.


Ürünü biraz da ayrıntıyla incelemek isteyenler için buyurun şuraya tıklayıverin. Şimdi bu ürün tamamıyle üst seviye bir fotograf makinası değil. Ancak, uygun fiyatı ile beraber size nefis fotograflar çekmenizi sağlayacak, size fotografçılığı sevdirecek, başkalarını da çektiğiniz fotograflarla hayran bırakaca bir makine. Bizim Tubik aylardır ama aylardır bu makinayı istiyordu. X-Box var evde, Wii de oldu. Bilgisayar zaten var. Kedi olayını tamamladık. Araba olarak Mikrettin var. Televizyon işini babalar gibi halletmiştik. Geriye bir tek bu makine kaldı. Tubik meraklıdır böyle şeylere, yeteneği de olduğunu biliyorum. Ayrıca hayatta bir işe başlayıp da sıkılıp bırakacak bir kız değildir. Fotografçılık eminim ki onun en sevdiği hobi olacak.
Geçenlerde Ender'lere gittik, orada da bir adet Canon EOS 400D vardı. Tubik büt-tün gece onunla oynadı, resimler çekti. Çocuklar gibi de mutluydu. Önce flaşı ayarlayamadı. Sonra resimleri titrettiği için tripod lazım oldu. Sonra bir iki birşey çekti memnun kalmadı, Ender'den yardım aldı, sonra da patlattı güzel resimleri.
Şimdi benim sizden talebim, kardeşim bu siteye ortalama 100 kişi falan giriyor günde. Hadi bunun 50 si Tubik ile ben olsak :) , kalanlardan illaki bi 5 kişi falan fotografçılıktan anlıyordur. Ben şimdi bir makineye karar verdim amma, bu makine ile neler yapılıp neler yapılamayacağını tam bilmiyorum. Şöyle 2-3 yorum yazsanız, makine sahipleri bişeyler söylese de bilgilensek diye böyle uzun girizgahlı bir blog yazdım. Bekliyorum, bekliyoruz.

Monday, January 19, 2009

Gecikmeli blogır parti Vol.2

Eveettt.. Nihayet günler sonra klasikleşmeye aday partimizle alakalı birşeyler yazabilme fırsatı buluyorum. Fırsat bu fırsat diyerek (ofisin durgunluğundan da yararlanmış olabilirim bi parça) blogu açtım ve yazıyorum. Resimler her zaman olduğu gibi arak :)))))


İştirakçiler :

- Çok şaşırtıcı ama biz vardık cenkle..
- Defdef'in annesi Tuğba ve blog ortamını yeni tanıyan ve blog ortamının da yeni tanıştığı ve çok memnun olduğu eşi..
- Şebo ve SED


Ooo büyük misafir var diye günler öncesinden bizi aldı bir telaş, 4 kişilik sandalye sayımız 8'e çıkartıldı. Şarabın yanında hangi peynirler gider krizi yaşandı. Sigara böreği alındı ama kızartılamadı. Onun yerine kanepeler yapıldı. Bir güzel temizlik yapıldı. Yeni yeni şarap bardakları, öküz gözlüm ve şirazettin alındı. Karaf da alınacaktı ama sonrasında hissetmiş gibi vazgeçildi. Hemen ardından Tanya Noel Baba gibisinden (gibisinden evet) elinde güzel mi güzel bir paketle bize geldi ve içinden karaf çıkıverdi. Tuğba kedili bardaklar getirmişti ertesi günü ilk kahveler içildi. Seden Kars'tan gelmenin yorgunuydu (!), Ersin Abi ise soğuk algınlığına tepkiliydi. Tuğba'nın iyi ki tanıdığımız eşi zannederim bu kadar deli olmamıza şaşırdı. Sonra o da ucundan ayak uydurdu :) Şebo evlilik hazırlıklarından bezmişti ama çok mutlu olacaklardı ben biliyordum.. E-bay'den arttırmalı satın alma (benim koyduğum isim bu ) sonucunu beklerken stres içinde, bizim sütçü beygiri cumhurbaşkanlığı koşusunu kazanmış gibi sevindik hepimiz Tanya o ayakkabıları 40 £ 'a alınca.. Ah ne güzel bir akşamdı yine... Her çarşamba yapalım dedirten.. Çarşamba birilerinde toplanalım değil, hep bize gelin kıskanırız dedirten.. Senelerdir tanıyor gibi ilk dakikasından son dakikasına sohbet edip, gülüp eğlenilen, çakır keyif olup kahkaha atılan.. Yine yapalım.. En kısa zamanda.. Her zamanda...




Burada herşey yine bir parça normal ki aslında bu gecenin sonu sayılır.. Ersin Abi'ye bende kalan en sevdiği tshirtünü vermişim ve o da direk üzerine giymiş. Bak yine unuttum ne demek olduğunu üzerinde yazanın.. Ah şarap ah... :)


Burada delilik zirve yapmış.. Cenk'in gözünden manyaklık fışkırıyor.. Herkes bir eğleniyor pir eğleniyor. Resmi Tuğba'nın eşi çekti. Tanya'da her an sahneye fırlayıp break dans yapacakmış gibi.. Ersin Abi ise soğuk algınlığından ne yazık ki bizim kadar deliremedi. Eh zaten bizim kadar delirdiği hiç görülmedi ama en azından neşesi daha da yüksek olsaydı keşke.. Olsun hasta hasta geldi ya bizi kırmayıp... Başka çarşambaya daha da neşeli olur..



Tataaaaammm.. Gizemli eş gizeminden sıyrılarak blog dünyasına girmiş oldu :)




Kedi "Benden daha deli bunlar.. " diyerek yatak odasında kendi halinde takıldı... Baksanıza surata melül melül duruyo..



Bu kadar mı yakışabilir ve uyumlu olabilirler.. İnşallah hep böyle süreeeeerrr gideeeerrr..





Ve gecenin bilançosu :) Öküz gözlüm ve yavuklusu Şirazettin ve takım arkadaşları...
Hepinize geldiğiniz, bu kadar güzel bir akşam yaşamamıza vesile olduğunuz, güler yüzünüz ve bol neşeniz için teşekkür ederiz. Çok mutlu bir gün oldu bizim için. Sonraki günler iş güç sebebiyle stresli geçsede hafta sonuna kadar o mutlu günü düşünüp gülümsedik.. Yine gelin.. Eh zaten çarşambaları bizde, cumartesileri Tanya'larda olmıcakmıydık artık :)))))


Tuesday, January 13, 2009

Partiye hazırlık..

Hım hımm hımmmmm... Çok heyecanlı bir koşturma olacak bu akşam bizde. Yarın pek sevgili blogırlar olarak bizde toplanıyoruz. Gün gibi.. Herkes bir yarım altın getiriyo sırayla herkeste toplanılıyor.. Gelenler rugan terliklerini de getirecekler. Diyomuşum ben mesela şimdi..
Yok ayol.. Bildiğin şarap içilecek, peynir olsun, cips olsun, zararlı şeyler tüketilecek, deli gibi gülünecek, deli gibi eğlenilecek.. Ben Tanya kadar becerikli bir ev sahibi olamayabilirim ama gelecek misafirlerin enerji seviyesi belli olduğu için fazla endişem yok :))))
Hani Depeche Mode, Frank Sinatra, Amy Winehouse (bencil tercihimdir), RHCP falan zaten olacak da.. Özel olarak müzik siparişiniz varsa alalım, kendimizi hazırlayalım :)))
Akşama kedinin de eline bir toz bezi vermeyi planlıyorum. Deliler bayramı temizliği olacak...
Öperim :)

Wednesday, January 7, 2009

AMY WINEHOUSE



Bir an için geliyor sandım. Gerçekten öyle zannettim ve daha 4 gün önce Cenk'e "Beni bu kadının konserine götürmek zorundasın!" diye rica ederken (!) bugün bizim dergide (şirketin dergisi, bizim derken yanlış anlaşılmasın) resmini görünce ve "Amy Winehouse gelmiyor diyenlere!" başlığını okuyunca devamını okumadan Cenk'i aradım. Cenk'in işi vardı o sırada, beni tersleyip telefonu kapattı ama olsun. Çok heyecanlıydım. Sonra alttaki yazıyı okudum. Her satır içimi biraz daha acıttı. Meğer o değil, İngiltere'deki en başarılı Tribute'u Marie gelecekmiş. Studio Live Junior'da olacakmış konser. İnternet sitesinde bir örnek şarkı var. Eh haliyle bir hayli benziyor. Aynı tadda kesinlikle değil ama görmez gönül katlanır!


2o TL'lik bilet fiyatını görünce şüphelenmedim değil zaten. Ama olsun, belki gideriz? Belki siz de gelirsiniz? Evet evet siz.. Sen kırmızı kazaklı! Yanındakinin arkasına saklanma görüyorum seni! En azından bir iki sevdiğim şarkıyı dinler "Ah Amy ah ! Yaktın ulen beni!" diye iç geçiririm.


Bakınız organizasyonun internet sitesi budur. Bir gün bir yerlerde gerçeğine de gideriz! Ölmez sağ kalırsa tabi..

Friday, January 2, 2009

Hayal bu ya!

Aşağıda vereceğim linkte ismi geçen kız çocuğunun yerinde benim ismimin yazmış olmasını, gazetenin tarihinin 1993-94 olmasını öyle isterdim ki. Haberi okurken o kadar mutlu oldum ve o kadar gurur duydum ki ! Hem kitap yazan hem de gelirini bağışlayan minik minicik bir kız çocuğu. Canım ülkemin karanlık günlerinde yanan minicik bir ışık gibi.. O kadar güzel o kadar anlamlı...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/10334732.asp