Wednesday, July 22, 2009

Kırmızı Kurdele

İri ve yayvan, mor-kahve arası renkteki dudaklarını o ve a harflerini arka arkaya seslendirir gibi oynatıyordu ağzındaki cikletle savaşırken. Bir yandan da sol dizinin üzerine koyduğu sağ bacağını ayaklarından dizine kadar yukarı aşağı sallıyordu. Hemen yanında, hafif ter kokmuş, sarı dişli, sürekli giymekten kumaşı parlamış pantolonuyla oturan, kendi cüssesine kıyasla birhayli sıskaca kalan adamı, terliğini topuğuna çarparken çıkarttığı sesle ve ağzının şapırtısıyla delirtiyordu Aysel.


"Bak bana.. Gidelim diyorum. Yarın getirecek eniştem arabayı."


"Asıl sen bana bak Rıza Efendi. Gönlüm kaydı, kafam iyiydi, oynaştık, koklaştık, bitti. Ben sana dedim. Bu böyle sürmez dedim. İşim var gücüm var dedim. Benim seninle işim olmaz, boş yere rüya görmenin alemi yok, ne ben koparım, ne senin gücün koparmaya yetmez. Benim işim beni bulduğun sokaktır. Bugüne hala yaşıyorsam o sokağın bana verdikleri, benim ona verdiklerim sayesindedir. Ne ağlanacak halim var ne ağlayacak. Ben böyle iyiyim, ama biz böyle iyi değiliz Rıza Efendi. Boş yere rüya görme. "

"Aysel... Benim yüreğime koru düşürdün. Ben seni sevdim.. Uzatma da gidelim. Hem kendin diyosun, gönlün kaymış işte bana.. Vedalaş bu gece. Bak diyorum. Ne bok yersen ye, ama vedalaş. Yarın benimsin. Tamamen benim, sadece benim. Eniştem getirecek arabayı. Kız gibi alıcam seni kapından."

Aysel durdu.. Ne terliklerini şaplattı, ne ağzını. 5 dakika sessizce bekledi. Rıza'nın gözleri yerde, felaketi malum olmuş. Aysel kalktı, koca poposu sallanırken üstüne birikmiş elbisesinin kumaşı kendi kendine aşağı indi herbir adımında. Koridordan şaklayan terlik seslerini dinleyen Rıza, bir çekmecenin açılıp kapandığını duydu. Terlik şakırtısı yaklaştı, iri baldırlarıyla Aysel elinde zarf gibi ince bir bohçayla göründü.

Sakızını Rıza'nın çay tabağının kenarına koyup eski koltuğunun ucuna misafir gibi oturdu. Cikletine baktı ama tekrar çiğnemekten vazgeçip derin bir nefes aldı.

"Rıza Efendi.. Bak bu benim rahmetli anamdan kalma çeyizimdir. Al bunu sakla. Bu benden alabileceğin son şeydir. Bu saatten sonra dara gelemem ben. Hayal peşinde koşamam. Bırak ben sana verebileceğim en güzel şeyi vereyim, sen de beni sal, tek bildiğim hayata döneyim. Haydi Allah yolunu açık etsin..."

Döndü, sağ bacağını sol dizinin üstüne koydu. Sehpanın üzerindeki sigaraya baktı. Sonra çay tabağının kenarındaki cikletini ağzına atıp gürültüyle çiğneyerek camdan dışarıyı seyretmeye koyuldu.

Rıza bir süre bekledi. Aysel'in dönüp de birşey söylemesini bekledi ama olmadı. Çoktan kendi işine dönmüştü bile Aysel. Gelene geçene balon şişirip gülücük saçıyordu. Dizine koyduğu buruşuk kepini kafasına öylece yerleştirip ayağa kalktı. Aysel'e birşeyler söyleyecek gibi araladı dudaklarını ama gözleri buluşmayınca kapıya doğru yürümeye başladı.

Öfke miydi içindeki, aldatılmışlık duygusu mu? Umutlarının ucundan yakılmış kağıt gibi yavaş yavaş küllendiğini hissetti. Oturduğu kahvede, gelen çayından bir yudum alıp elindeki bohçaya davrandı. Senelerdir açılmamıştı belli. Katlanmış köşelerinden ipler çıkmış bohça, çiğ yeşil renkli bir çamaşır ipiyle tutturulmuştu. İpi çözdü, Katları açtı. Dantelden yapılmış uzun bir yastık kılıfıyla, arasına saklanmış tel kadar ince bir altın bilezik çıktı bohçadan. Bir de ince uzun kırmızı bir kurdele..

Demek Aysel'in çeyizi buydu. Bir yastıkta binlercesiyle kocadığı hayatında bir kez olsun kullanamadığı çeyizi ve beline bağlayamadığı kurdelesi... Hesabı istemek için arkasına dönerken, Rıza soğuttuğu tavşan kanı çayı devirdi, yıllardan sararmış yastık kılıfına döktü.

O an farketti 40 yaşında "ateşli" Aysel'in bekaretini kendisinin bozduğunu. Cebindeki bozukları masaya koydu. Bohçayı toplayıp, ağır ağır kahveden çıktı. Bir daha da o sokağa uğramadı...

19 comments:

selen said...

Cok guzel bir hikaye olmus :) Hikayeyi gelistirip bir yerlere yollamalisin mutlaka!!

tubik said...

ZSA;

Çok teşekkür ederim, çok mutlu oldum beğenmene :)

Evet biraz zaman ayırabilsem geliştirsem istedim ben de.. Çünkü çok dar bir zamanda karambolde yazdım resmen :) Daha güzel, daha dolu dolu olabilirdi...

Nerelere göndersem acaba :D

mermaid said...

çok güzel bu.

Sebnem'den said...

Tubikçiğim,
O kadar güzel tasvirlerde bulunmuşsun ki..Okurken bayıldım.
Edebiyat dergilerine gönderebilirsin yazılarını..
Yada edebiyat yarışmalarına katıla bilirsin..
Ahhhh.Seni D&R'da imza dağıtırken düşündüm bir ara..Bizler de kuyrukta..
Hhahaaa..Hava atıyoruz..Ayyyy.devamlı içerdi bu!!Ama tatlı kızdır..Biz teşvik ettik öyle meşhur oldu diye...
Hahahahaaa..
Sıra bize geldiğinde gözlerini kısarak bakıyorsun ve isminiz diye soruyorsun..Biz de dumur oluyoruz..
Hhahahaaaa..
Hadi Tubik..Dergilere gönder lütfennnnn
Ve bol bol yaz

varol döken said...

@tubik
ben google da sait faik ismiyle falan aratıyordum...

bu bloglarda 2 gördüğü afili cümleye, abi sen yazar olsana hemen kitabını alalım diye zıplayan kitle sinirlerimi yıpratır... hiç de bulaşmam işlerin o kıyısına, keyif aldığım kadar okur, sıkılırsam bırakırım...

yalan atmam ama direkt doğruyu da çakmam, kötüyse ses etmem, iyiyse elden geldiği kadar söylerim...

bu hikayeyi yazabilecek yazı disiplinine sahipsen bu işin peşini bırakma... müzik ve ritim kulağım nasıl sıfırsa yazı kulağım o kadar güçlüdür... tarzın birilerine benziyorsa da bunun bir önemi yok...

çok şahane yazmışsın aman hemen kitap çıkar, işi gücü bırak yayınevi ara demeyeceğim ama böyle yazabiliyorsan bunun peşini bırakma...

Tanya's said...

Tubik,

Çok güzel..gittim ben de o kahveye..

Anonymous said...

Çok güzel olmuş yüreğine sağlık...
Kaptırmışım kendimi bir baktım sonu geldi :(
Devamını bekliyoruz sevgiler :)

tubik said...

@Mermaid;

Çok teşekkür ederim :)

@Şebo'm;

Güzel mi cidden?? Bak bu hayale fena dalınır :))) Ben imza dağıtıyorum, sen sıradaki kadınları itiştiriyosun ! "Pardon arkadaşım o benim, müsade eder misiniz? Kaç şişe şarap içtik biz onunla haberiniz var mı sizin?" diye.. :D

Bi yerlere gönderecek kadar yazım yok ki benim.. Ama zaman ayırırsam, birşeyler de çıkarsa ortaya, kim bilir gönderirim?


@Varol;

Yazdıkların beni ne kadar sevindirdi bilemezsin!

Zira bahsettiğin tayfadan ben de haz etmem..

Benim etim ne budum ne gideyim yayın evi arayayım... Yazı yazmak, yazı yazabilen biri olmak, işimin yazı yazmak olması şu hayatta kurduğum en büyük hayaldir benim.. Ama gerçekleşmez inancıyla mı neden bilmiyorum ama çok da emek vermiyorum.

Dur bakalım, en azından biraz asılıp deneme yapayım.. Belki ortaya şekli şemali olan birşeyler çıkartırsam, kendimi de geliştirebilirim tarzımı da?

Bırakmıycam söz :))

@Tanyakuş;

Gittin mi sahi? Minicik tenha bir kahve orası.. Herkes kendi havasında..

@Gökyüzünün ömrü;

Çok teşekkür ederim.. Gelir mi acaba devamı? Ben de meraktayım :D

tubik said...

Çok mutlu oldum yaaa :D

selen said...

Tuba benim universiteden cok yakin bir arkadasim da oyku yaziyor(du). Son zamanlarda ne oldu, hic yazabildi mi bilmiyorum. Universitede yazdigi bir oykusu odul almisti. Cok yetenekliydi. Ama dedigim gibi son zamanlarda basindan bir suru is gecti, kagida kaleme dokunabildi mi bilmiyorum. Turkiye'ye gidince gorusucem o zaman onunla bi konusurum. Bildigi amatorler icin dergiler vs. var mi diye. Ama bizim universitenin daha dogrusu BUMED'in diyeyim Creative Writing Workshoplari var. Bir de Bilgi Universitesinde var. Istersen bir arastir. Benim arkadasim BUMED'inkine gitmisti. Yanlis hatirlamiyorsam Murat Gulsoy veriyordu dersleri. Memnun kalmisti diye hatirliyorum ama sorarim. Hatta ilgilenirsen ikinizi iletisime de geciririm.

tubik said...

ZSA;

O kadar kendime kapanık takıldım ki bu kadar zaman, hiç öyle bir workshop olabileceğini de düşünmemiştim nedense :)) Kesinlikle araştırıcam..

Eğer arkadaşından benim için "başlangıç" seviyesine yönelik tavsiyeler alabilirsen, çok büyük bir iyilik yapmış olursun.. İletişime geçmek de elbette ayrıca mutlu eder beni..

Workshopları kesinlikle araştırıcam...

Çok çok teşekkür ederim değerli önerilerin ve yardımın için...

varol döken said...

ya bu kız workshop'u almış, bitirmiş yazmış... yazının workshop'u mu olur... memleket senaryo kursu kaynıyor ama türk sinemasından hala insan gibi film çıkmıyor... en beğendiniz ıssız adam, onun da fikri var senaryosu yok...

tubik... yazının kursu yazmaktır... gerisi laf-ı güzahtır... iyi yazan, kötü yazandan korktuğu için yazmaya devam etmez... şu an duraklama çağında yazı, bu bloglar, kendini yazar sananlar, imza kuyrukları vs... yazının aslını bozuyor... aslını bulmak için de önce biraz sahtece yazmak gerekiyor...

sen o aşamayı geçmişsin, sahte değildi yazın... ama birilerine çok benziyor... benzemeli de... benzeye benzeye sıyrılır sonunda hepsinden...

bir kızı 100 adam ister, biri alır... bir yazıyı 100 kişi ister, bir kişi yazar... en çok isteyen, çalışan, bunun için feda etmekten kaçınmayan...

yazıya dökmek çok kolaydır, yazmak zordur... o mezara girmeyi göze alabilirsen, elbette çıkarsın bir yerden...

benim diyip diyebileceğim budur, kimsenin meclisine, sözüne, bilgisine itiraz etmeden...

tubik said...

Varol;

Ne diyeceğimi bilemedim. Çok güzel şeyler yazmışsın... İnan şaşkınım bile bu kadar beğenilmesine..

Ne yalan söyleyeyim korktuğum doğru, herkesleri acımasızca eleştirirken ben, onlar kadar bile yazamamak korkusu sanırım..

Yazmam lazım, bunun bir iş olabilmesi için iş gibi çalışmam lazım...

Zaman ve enerji problemi çekiyorum, onun dışında bir engelim de yok... bol antrenman bol çaba, belki de tahmin etmediğim bir yere getirir beni...

Yazılarım muhakkak etkilendiğim, beğendiğim birilerinin tarzına benziyordur. Çünkü yazmaktan çok, okudum hep.. Kime benzediğini dışardan bakamadığım için analiz edemesem de benzediği doğrudur muhakkak.. Ama dediğin doğru, yazdıkça yontulur, bana ait birşeyler çıkartabilirim...

Büyük cesaret verdiniz hepiniz, ihtiyacım varmış, iki gündür sırıta sırıta geziyorum :)

varol döken said...

bana biraz yusuf atılgan ı anımsatmıştı misal, anayurt oteli'ni daha yeni okuduğumdandır:) dilimin ucuna geliyor geliyor çıkaramıyorum... birisi kötü niyetle söylemeden (intihal, tarzınız aynı vs.) insanın kendisinin bulması veya bir arkadaşının söylemesi iyidir diye düşünüyorum... o yüzden yazmıştım...

benim hikayeyi beğenme sebebim en başta disiplin... hiç boş geçilmemiş, her kelime özenerek değerlendirilmiş, tavsanmamış yazı, bir sonraki cümle bir öncekinin kolu bacağı olmuş onsuz eksik kalmış... ve bütün bunları yaparken hiç süse boyaya kaçmamış... ondan sahte değil dedim... orhan pamuk'u sevmiyorum, yazmayı değil, yazıyı seviyor... kütüphanesiyle boğuyor seni... yusuf atılgan'ı, sabahattin ali yi, tezer özlü yü, vedat türkali yi seviyorum...

umarım dilediğin gibi olur...

tubik said...

Meğer benim senden dinleyecek ne çok şeyim varmış :)

Orhan Pamuk'u sırf bahsettiğin sebepten sevemem ben de.. Yorulurum çünkü okurken. Akıp gitmez, gereksiz efor sarfedersin..

Yusuf atılgan'ı okumaya hiç fırsat bulamadım desem kızar mısın? Hemen okuyacağım...

varol döken said...

estağfurullah, denk geldikçe bu işler hep... mesleğimiz reklam ama yazmanın okumanın reklamı olmaz, ibadet gibi gizli onlar da, bizim de ibadetimiz kitaplara, kelimelere işte:)

her şeyin yeri zamanı var ama şimdi sen onların hepsini bırak, hemen bir kitapçı bul, aylak adam ı al... ama sonrası fenadır baştan söyleyeyim, başka hayat yaşayıp başka kitap okumak istemez insan, o yüzden sen bir tane de cenk e al aynı anda başlayıp bitirin:)

tubik said...

Valal Varol bunu Cenk'e söyle,

Ne zaman kitap okumak istesem tepemde gitar çalıyo :) Bambaşka işlerle uğraşıyoruz :D

Du bakalım belki ona da kendi kafasına göre bişeyler bulabilirsek olur kim bilir :D

selen said...

Ben arkadasima bir mail yazdim. Workshoplar, dergiler, birkac soru sordum. Bugun yarin bir yanit gelir. Sen bana bir email adresi verebilir misin?

tubik said...

Süper haber :)

tyerli83@gmail.com