Sunday, December 25, 2011

22.12.2011

Bu yazı, annemin vefatı üzerine yazılmıştır. Konu ile ilgili duygusal hassasiyeti olanlar için ön uyarıdır.






Annem,

Seninle yüzyüze tanışmamız 22 Haziran 1983 tarihine denk gelir. Beni topaç mı topaç, sarı kafalı bir kız çocuğu olarak hayatınıza kabul ettiğinizde siz babamla biri tombul ve kıpırtılı, diğeri zayıf ve sakin iki erkek çocuklu minik bir aileydiniz bile çoktan. Sen parasından başka hiçbirşeyi olmayan büyük bir aileyi bırakıp, paradan başka herşeyi olan muhteşem bir aile yaratmıştın. Ben biraz davetsiz misafirdim. Anlattığına göre üçüncü çocuğa cesaret edilecek bir durum yoktu ortada. Hep derdin "Aldırmayı zaten düşünmezdim ama bir de kız olur düşüncesi daha da çok bağladı senin doğman gerektiği fikrine". Kız çocuğun nesi cazip diye sorduğumda cevap hep benzerdi: "Kız çocuk başkadır, annesine yardım eder, destek olur, duygularını anlar." Tahmin eder miydin ortaya benim gibi biraz erkek fatma, asi, deli dolu birşey çıkacağını bilmiyorum. Seni uzun yıllar, hayal ettiğin gibi anlayabildiğime emin değilim. Ta ki büyüyüp, yavaş yavaş kadın olup hayatın sunduğu zorluklara ucundan kıyısından şahit olana dek...

Seninle olan hikayemizi anlatmaya çalışacağım elimden geldiğince sana. Sen benden daha fazlasını hatırlıyorsundur ya, ben de bu yorgun kafayla hatırladığım kadarını aktaracağım sana.

En küçük hallerime ait olanlardan başlayayım. Bir gün mutfakta yemek yaparken, benim alışılmadık bir şekilde sessiz kalmamdan şüphelenip uyuttuğun odaya gelmişsin. Bir yığın yastık üzerimde duruyor. Bana olan ilgini kıskanmış da yastıkla boğmaya çalışmış Bora Abim beni. Benden kurtulacağını sanmış minik aklıyla ama bilememiş benim ne huysuz, ne inatçı olduğumu. Hele senin o bulduğun kısacık sessiz zamanda bir oh çekip işine bakmak yerine, sessizliğimi dinleyeceğini düşünememiş.

Bora Abimin benle zoru uzunca bir süre bitmedi zaten. Bebeklikten çıktım, çocuk oldum, farklı farklı eziyetlerle abilik yapmaya devam etti. Bi dediğini yapmazsam başıma gelecekleri düşünmek bile istemezdim. Uzunca birsüre Buğra Abimi daha çok sevdiğime emin oldum. Çünkü o beni odasına kabul eder, dinlediği onca tuhaf müziği yaşıma bakmadan bana da dinletir, ders çalıştıracağı zaman en basit havuz problemini bile x'li y'li denklemlere dönüştürerek anlatmaya çalışırdı garibim. Zaten kendisine bir dönem aşıktım hatırlarsan. Ne yapayım, hem sessiz sakin, hem saçları uzun, hem yakışıklı, hem değişik müzikler dinliyor hem de benimle ilgileniyordu. Evlenilecek tek adayımdı o dönem. Onu Yeliz, beni Cenk kaptı, elden ne gelir :)

Babamın bitmek bilmeyen böbrek sancıları vardı benim tam çocukluğuma denk gelen İstasyon Caddesi Huzur Apartmanı günlerimizde. Telefon numaramız 316 17 53'tü. Babam raporlu olduğu günlerde, sancılarının nadir de olsa azaldığı anlarda udunu eline alır, bana şarkılar söyletirdi. Sesimizi Grundig pikaplı teybimize kaydederdi. Şarkı aralarına, senin her türlü havayolu şirketine taş çıkartacak uçak indirip kaldırmaların eşliğinde yemek yeme seanslarım karışırdı. Bir de anneannemden kalma maniler... "Yerim az, içerim az, boşboğazla pisboğaz belalardan kurtulmaz."

Sonra ameliyat oldun, iki kez. Biri yumurtalık diğeri rahim. Senin gencecik kadın olarak kaybettiklerini bize çaktırmadığın, benimse tipik kız çocuğu sevimsizliğiyle Yonca Evcimik dansları yaptığım o dönemler. Güldane Teyzem'in köşedeki masada bana ders çalıştırdığı dönemler. Geçenlerde uzun bir aradan sonra tekrar gördüm. Sesi hala aynı, hiç değişmemiş. O günlerde telefonda ağlamalarını hatırlıyorum bir de. Hiç görmediğim dayılarımın seni defalarca ağlattığını, canını acıttığını... Abilerimin artık delikanlı olduğunu. Karşı dairemize Zuhal Teyze ve Polat Amcanın taşındığı, Merve isminde yeni bir kız kardeşi bu sayede edindiğimi.

Dayıma ait o meşhur siyah Mercedes'i geride bıraktığımız günlerde inşaatı bitmiş yeni evimiz vardı gündemde. Ankara'nın yollarında "dimdirek" gidip de aldığımız o mobilyalar yerleşmiş, aynı gün ben genç kız olmuştum. Tarih 25 Haziran 1994. Evimizin terasında ne çok eğlence geçti. Nezihe Teyzeler, Asuman Teyzeler, daha kimler kimler. Ben odamda uyumaya çalışırken, sizin kahkahalarınız hep birşey kaçırıyorum hissi verirdi bana, uyumak istemezdim. Polat Amcam "100'e kadar say" derdi. Sayınca hediye verecek sanırdım, sayıp sayıp yanınıza gelirdim. Meğer uyurum diye dermiş. Merve horlamaya başlardı, ben yine de uyumazdım.

Bak o apartmanın adını unutmuşum anne. Abilerimin beni bırakıp İstanbul'a gittiği evin sefasını ben sürdüm. Ne kadar özlerdim abilerimi hatırlıyor musun? Arada onlar gelirdi, hayat benim olurdu. Biraz büyümüştüm ya, gece dışarı çıktıklarında beni de alsınlar diye gözlerinin içine bakardım. Bora abimle o dönemde barışmıştım sanırım. Büyüdüğüme ikna olmuştu, Serkan Abilerin, Tolga Abilerin yanına beni de götürürdü nadir de olsa. Buğra Abimse iyi bir okul kazanmam için uğraş verir, akıllıca bir çözümle güzel üniversitelerde insanların neler yaptığını, nasıl eğlendiğini anlatıp heveslendirirdi. Gençliğin başımda tam bir duman olduğu günler. İpek'le, Başak'la güya ders çalışıp, şapşal şapşal oğlanların peşinden koştuğumuz günler. Ah bana ne çok kızardın anne! Sanki bu delilikleri bir tek ben yapıyormuşum, ben anormalmişim gibi kızardın. Nedenini biliyorum, kimse bana laf etmesin isterdin. Başarılı olayım, kendimi kurtarayım, hata yapmayayım. Herşeyimi eleştirirdin acımasızca. Konuşmamı, yürümemi hiç beğenmezdin. Leydilik okuluna göndermek gibi bir hayalin vardı. Leydilik okulu da neyse? Çok Türk filmi izlerdin anne kabul et :)

Hata yapmadan öğrenilmiyor işin doğrusu. Üniversiteyi kazandıktan sonra birsürü hata yaptım anne. Daha önceleri de yaptım ama sen vardın, kontrol ederdin, bilmezden gelirdin ama hep bilirdin. Hissettirmeden belirlerdin sınırlarımı. Aslında ne çok şeye müsade etmişsin, ne çok şeyi deneyimlememe izin vermişsin. İlk senemde yanımda sen yokken o görünmez kalkanı kırıp mayın gibi saçılmaya başladım. Bunu farketmen çok zaman almadı, sene sonu paketleyip abilerimin yanına koyuverdin beni. İstanbul'da iki abili bir kız oluverdim. Hiçbirşeyime karışmayan abilerim bir anda eve 5 dakika gecikince canavara dönüşür oldular. Çok kızardım ama şimdi anlıyorum. Aldıkları sorumluluk o kadar büyükmüş ki, beni o kadar seviyorlarmış ki ne yapacaklarını şaşırdılar. Sonra baktın olmayacak, pılını pırtını topladın, babamın itirazlarını dinlemedin, tüm arkadaşlarından ve o güzel evinden vazgeçtin ve İstanbul'a geldin. Sonra doğal olarak ben de dağılan parçalarımı yavaş yavaş topladım. Buğra Abim Yeliz'le evlendi. Yanlış olmasın ama tarih 15 Temmuz 2003. Yeni bir ablam oldu. Hep eksikliğini çektiğim. Komik, sevgi dolu, içten, zeki... Ne ağlamıştık barkovizyondaki eski resimlere bakarken.. Zaman geçti, tam üniversiteyi bitirirken, hatalarımın ve senden öğrendiklerimin süzgecinden geçirip Cenk'i kattım yanıma, mezun oldum. Tarih Ocak 2006.

Evlenmeye karar verdiğimde, herkeste bir endişe... Erkendi bu karar, abilerim istemedi. Onlar benim hep tek başıma tecrübe etmem gereken şeyler olduğuna inandılar. Aslında haklıydılar. Ama Cenk'i tanıdıkça ikna oldular iyi olacağıma. Sen de, babam da, abilerim de biliyorum ki çok sevdiniz Cenk'i. Bu sayede sizin haricinizde anne baba demeye başladığım iki insan girdi hayatımıza. Bir de ikinci ablam. Başka tip insanlar olsalardı kolaylıkla anne baba diyebilir miydim emin değilim ama hiç zorluk çekmedim. Şimdi beni gönül rahatlığıyla Beyhan anneme emanet ettiğini biliyorum. Beyhan annem senin de geç bulduğun arkadaşın oldu. Ne sırlar paylaştınız bilmiyorum, anlatmazsın ama içimden hep daha önce tanışmadığınıza hayıflandım.

Yeni bir hayat kurma mücadelesi vererek üç buçuk yıl geçirdik Cenk'le. Bu süre zarfında çocuk yapmayı düşünmemiz zordu bizim için. Bekledik ki rahat edelim, düzen kuralım. Bir seneye toparlarız, çocuk yaparız diyorduk ki aylardan Nisan oldu.

Hastalığını öğrendiğimde çok korkmamıştım. "Hiçbirşey olmayacak" diyordum sürekli. Sana birşey olmayacak. İzin vermeyeceğiz. Aldığımız haber ne kadar kötü olursa olsun, yenilmeyeceğiz. Emindim. Kendimi iyisine de kötüsüne de hazırlamıştım ama kötü olmayacağına emindim. İnsanlar şaşırarak bakıyordu bu kendime güvenime. Ameliyat olmana karar verildi. Neler olacak, ne yapılacak doktor da dahil kimse tam bilmiyordu. Bir hafta hastane odasında ameliyat olmanı bekledik. Sen basit bir kist zannederken, biz senin yanında olmadığımız her an birbirimize kuvvet vermeye çalıştık bildiğimiz gerçekler yüzünden. Ameliyat öncesindeki gece ben kaldım yanında. Çaktırmasan da ne kadar korktuğunu, endişelendiğini biliyordum. Sabah saat 05:00 suları, hemşire seni almaya geldiğinde çok üşüyordum. Uyumamıştım ve ben de korkuyordum. Yanımda haliyle kimse yoktu, babam, abilerim, herkes dışarıda bekliyordu. Bense yalnızdım. Seni sakinleştirmek için ne yapacağımı bilemeyip "Biraz daha oyalansak" diye geçirirken içimden, koridordan iki gülen yüzün geldiğini gördüm. Nezihe Teyzem ve Asuman Teyzem hala hayal gibi gelen bir şekilde bana doğru yaklaşıyorlardı. O an ne kadar rahatladığımı anlatmam mümkün değil. Sızıvermişler içeri... Seni birlikte uğurladık ameliyathaneye. Kapısında yine ben bekledim seni. Seni ne kadar sevdiğimi söyleyemedim korkarsın diye. Nasıl olsa daha zamanımız var diye düşünmen için daha neler söyleyemedim bir bilsen!

Tam 8 saat sürdü ameliyatın. Başarıyla geçmiş dediler, dünyalar bizim oldu. Doktor ziyarete gelenin gidenin hesabı olmadığından bizi hastaneden kovacaktı az kalsın. Dönüşümlü olarak kaldık geceleri. "Su" diye yalvardığın anlar gözümün önünden gitmeyecek.

Eve döndük sağ salim. Dediler ki ameliyat bu kadar başarılı geçmişken kemoterapiyle kuvvetlendirmemiz lazım bu sonucu. Karnındaki o kocaman yara iyileşmeye başladığında sen de tedaviye başladın. O kadar zayıflamıştın ki, ufacık minicik bir beden ve yıldızlar kadar parlak yeşil mi gri mi mavi mi belli olmayan güzeller güzeli iki adet gözdün sadece.

Hayatımda senin kadar azimli, senin kadar gülmeyi seven, senin kadar güçlü kimseyi görmedim ben. Tedavi sürecin boyunca babam hepimizden çok yanında oldu. Gözlerinin içine baktı. Ben her akşam işten çıkıp yanına geldim, seni gördüm öyle gittim eve. Haftasonlarımız birlikte geçti uzunca bir süre. Abilerim ellerinden ne geliyorsa onu yaptılar. Bora abim kendini aştı, doktor ünvanına yaraşır şekilde ilaçlarına hakim oldu. Ben iğneci görevini üstlendim. Buğra abim lojistik destek verdi. Beyhan annem moral ve motivasyon koçu oldu. Seni mutlu etmek için bildiğimiz ne varsa yaptık. İlkay ablama söylenecek birşey yok. Kendini sana adadı.

Kontrol vakti geldi. Ellerimiz kalbimizde dualar ettik bu çabalar sonuçsuz kalmasın diye. 6 ay boyunca bir kere isyan etmedin, bir kere ağlamadın, bir kere lanet okumadın. Ne acılar çektin kim bilir, yarısını bile yansıtmadın. Bizim sana verdiğimiz destekten çok, sen bize destek verdin. Bizi hiç üzmedin. Sonunda öğrendik ki bu çabalar boşa çıkmadı. Raporlar temizdi. Mucize diyordu duyanlar. Bizse şaşırmadık çünkü hep inandık, hep savaştık.

1 ay dinlendin. Kendini biraz topladın. Hamburger bile yedin daha ne olsun! Sonra radyoterapiye başladın. Umduk ki acıların çok olmayacak. Öyle olmadı. Çok ızdırap çektin yine. Ama yine göstermeyerek o bir ayı da tamamladın. Artık günler geçecek, gücüne kuvvetine kavuşacaktın. Bir arkadaşımızın annesinin cenazesine gittik 2 hafta önce. Kanserdi o da. Gençliği senin gençliğine çok benziyormuş. İsmi senin ismin gibi Hacer'miş.

Sonra seni rüyamda gördüm. Tarih 20 Aralık 2011 sabahı. Bembeyaz bir odada senin karaltını görüyorum ve kayboluyorsun. Yanımda cismini görmediğim, kim olduğunu hatırlamadığım biri var. Elimde de siyah yünlü bir battaniye. Beyaz bir koltuğun üstünü örtmeye çalışıyorum. "Annem öldü" diyorum yanımdaki her kimse, sonra uyanıyorum. İşe gittiğimde Ayşegül abla nasıl olduğumu sordu. İyiyim, iyiyim ama tadım yok, annemi gördüm rüyamda.

Tarih 22 Aralık 2011. Cenk aradı, biraz rahatsız olduğunu söyledi. Babamı aradım, rahatsız olduğunu söyledi ama pazara gidecekmiş, sana taze sebze almaya. Yanında Buğra abim varmış. Çorba yapmışsın bir de, Tarhana çorbası. Ben iş görüşmesi yapıyorum şirkette. İyi geçiyor. Tüm gün sonucunu almak için oyalanıyorum ki haberi alıp sana getireyim. Sonra abimi arıyorum, serum verilsin diye hastaneye götürmüş seni. Çok halsizmişsin. Bekliyorum bekliyorum ama bir türlü haberi tam alamıyorum. Yoğun bakıma kaldırmışlar seni. Artık şirketten çıkıyorum. Hastaneye geldiğimde 8 aydır ilk kez korkuyorum anne. Babam korkuyor, abilerim korkuyor, Yeliz korkuyor. Kimsede ses yok. Kan gerekirse diye yemek yiyorum. Milletin yanına dönüyorum. Bora abim iniyor aşağıya. Ellerini iki yana açmış, beni, Cenk'i, babamı, abimi, Yeliz'i kucaklıyor. Anlamıyoruz ne olduğunu. Sonra abim bana sarılıyor. "Annemiz yukarı çıktı" diyor. Nereye çıktığını soruyorum. "Melek oldu" diyor... Saat 21:15 suları.

Seni ben karşılıyorum yine. Naaşının üzerine soyadını yine yanlış yazmışlar. Hastabakıcıyı inceden azarlıyorum. Bir gece bekleyeceğin yere kadar sana eşlik ediyorum. Saat 23:00 suları.



Tarih 23 Aralık 2011.

Seni yıkamak için o tuhaf odaya girdiğimde, saçlarını okşarken şunu düşündüm anne;

Yaşamak, insanın küçük bir bedene hapsolması... Ölmekse, ruhun yaşama karışması, toprak olması, su olması, hava olması, çimen olması, ağaç olması... Sen şu anda yaşamın her zerresinde varsın. Bizim kedide, babamın saç telinde, büyüttüğün menekşelerde, abimin gözlerinde, bugün içtiğimiz senin ellerinden yapılmış Tarhana çorbasında bile...




Cenazene o kadar çok insan geldi ki anne! Hepsine tek tek minnet borçluyum. Ne kadar çok sevenin varmış. Fırtına koptu, buz kesti ama herkes ordaydı. Dayım gelmiş diyorlar, sen gördün mü?

Biz 3 gündür ağladığımız kadar güldük de. Çünkü sen gülmeyi çok seversin. Biz çok mutlu bir 8 ay geçirdik sayende. Hep bir aradaydık. Hep sahip çıktık ailemize. Neşemizi kolay kolay kaybetmedik. Bu üç günü de 8 ayı nasıl geçirdiysek öyle geçirdik. Bazen ağlayarak, bazen sarılarak, bazen bulaşık yıkayarak, bazen de gülerek. Bu 8 ay için en çok üzüldüğüm şey, sana mikrop taşırım korkusuyla sarılıp öpemeyişim, koklayamayışım oldu. Ha bir de sen şöyle kahve sigara keyfi yapamadın ya, o. Ameliyattan çıkıp baygın yattığın ilk gün, "sen yeter ki iyileş, söz torun yapıcaz" demiştim. Torun sevdirememiş olmak üzüyor beni. Ama az önce anlattığım gibi, yaşamın kendisine karışacağın düşüncesi ile avunuyorum. Abimin arkadaşı Ozan'ın dediği gibi ağaç olduğunu düşlüyorum ben de. Ben çocuğumu sevdiğini göremesem de, sen seveceksin diye inanmak istiyorum. Gölgende serinleteceksin. Bir de emin olmanı istiyorum ki abilerim beni hiç bırakmayacak. Biz de babamızı bırakmayacağız anne. Bir de İlkay ablamızı. O da sahipsiz kalmayacak emin ol. Bizimle gurur duy diye çok uğraştık. Uğraşmaya devam edeceğiz. İlkay ablamın istediği gibi, mezarının yanına manolya ağacı dikeceğiz.



Seni çok özleyeceğiz anne...