Fi, Çi, Pi üçlemesinin ikinci kitabı olan Çi'de psikolog Can Manay ve
etrafındaki karakterlerin hikayesi kaldığı yerden devam ediyor. "İyi bir
hikaye asıl bittiğinde başlar" mesajıyla yayına çıkan bu kitap aslına
bakılırsa Fi'de zaten pek bitmemişti. O nedenle Çi, Fi'nin yarım
bıraktığı yerden devam ediyor. Zaten benim anladığım bu bir üçleme
değil. Yazarın kelimede bonkör olduğu bir romanın üçe bölünmüş hali.
Karakterleri tanıtan, yazarın sevdiği usulle her kişiyi bir tohuma benzetirsek, her tohumun içindeki potansiyele büyüteç tutan bir kitaptı Fi. Çi'de hedeflenen bu tohumların kendi potansiyellerini keşfettikleri, çatladıkları ve varlıklarını görünür kılma yolunda ilk adımı attıkları bir kitap.
Fi'de beni kızdıran yazım hatalarına bu kitapta çok fazla rastlamadım ya da benim dikkatimi çekecek boyutta değildi.
Fi'nin sonlarına doğru giderek artan karakter tutarsızlıkları ne yazık ki bu kitapta da devam etti. Bazı karakterlerin neyi niye yaptıklarını anlamak zor oldu. Karakterler arasında en çok Özge'yi sevdim ancak bu kitapta Özge gibi adalet peşinde koşan bir karakterin bilmediği ve başka yan karakterlerle konuşarak öğrendiği hayatın gerçekleri (?) beni oldukça şaşırttı. Şaşırdığım şey şu; her şeyin bu kadar farkında olan, dünyadaki adaletsizlikten yakınarak savaş açmaya kararlı olan bu karakter, bu acımasız sistemin nasıl işlediğini bu zamana kadar çözememiş mi?
Farkındalık yaratmak adına yazılmış bu kitap hiç bir şeyin farkında olmayan zihinlerde bir fark yaratabilir. Olmayanı ya da büyük bir gizemi anlatmıyor. Biraz okuyan, araştıran, gözlemlemeyi seven pek çok insanın zaten farkında olduğu şeyler biraz Zeitgeist, biraz Gezi Parkı anıları, biraz da 9/11 belgeselinden çıkmışçasına aktarılmış. Farkındalık yaratma kaygısı bir süre sonra yazarı ne yazık ki din-medya-siyaset sistemiyle ilgili fazla miktarda klişeye itmiş. Fikri olmayana fayda sağlayabilir elbette.
Yazar bir yerde şöyle bir konuşmaya yer vermiş: "Okuduğun her kitap, toplamda sadece 26 harfin kombinasyonundan oluşuyor, aynı etrafında gördüğün her şeyin aynı atomların bir araya gelmesiyle oluşması gibi..."
Bu konuşmayı yapan karakter de dinleyen de Türk. Türkçe'de 29 harf var. İngilizce'de 26. Belli ki yazar bu örneği başka bir kaynakta okumuş, kitabında da yer vermiş. Biraz copy-paste çeviri olmuş. Eğer özgün bir içerik değilse konuşmada "XYZ der ki" ya da "okuduğum bir kitapta diyordu ki" diye yer verseydi ben de kendimi salak yerine konmuş hissetmezdim.
Ben kitaba (Fi'ye) gündemle ilgili değil de ruhen daha besleyici olacağına inanarak başlamıştım ancak öyle olmadı. Çi'de bu beklentim iyice cevapsız kaldı. Sonuna doğru artık beslenme beklentimi bir kenara bırakarak nispeten umursadığım karakterlerin akıbetlerini öğrenmeye odaklandım. Sonu ilk kitapta sinyalini aldığım ama ikincide unutuverdiğimden bana bir parça sürpriz oldu diyebilirim.
Üçüncü kitapta yazar kişilerin her bir hareketinde aklından neler geçtiğini lüzumundan fazla detayla anlatmaktan vazgeçer ve bir şekilde hikayeye girivermiş kişileri de çözümlemeyi bırakırsa daha akışkan bir roman okumuş olacağım.
Lafı bu kadar uzatmam sanırım bu seriye büyük beklentiyle başlayıp aradığımı bulamamamdan ancak yazarda da potansiyel olduğuna inanmamdan kaynaklanıyor. Kızdığım yerler oldu, tatlı tatlı söyleniyorum diyebiliriz.
Özetle, ruhen beslenmek isteyenler biraz Eckhart Tolle okursa (ki ben artık inat etmeyi bırakıp öyle yapacağım) daha yerinde olabilir.
Karakterleri tanıtan, yazarın sevdiği usulle her kişiyi bir tohuma benzetirsek, her tohumun içindeki potansiyele büyüteç tutan bir kitaptı Fi. Çi'de hedeflenen bu tohumların kendi potansiyellerini keşfettikleri, çatladıkları ve varlıklarını görünür kılma yolunda ilk adımı attıkları bir kitap.
Fi'de beni kızdıran yazım hatalarına bu kitapta çok fazla rastlamadım ya da benim dikkatimi çekecek boyutta değildi.
Fi'nin sonlarına doğru giderek artan karakter tutarsızlıkları ne yazık ki bu kitapta da devam etti. Bazı karakterlerin neyi niye yaptıklarını anlamak zor oldu. Karakterler arasında en çok Özge'yi sevdim ancak bu kitapta Özge gibi adalet peşinde koşan bir karakterin bilmediği ve başka yan karakterlerle konuşarak öğrendiği hayatın gerçekleri (?) beni oldukça şaşırttı. Şaşırdığım şey şu; her şeyin bu kadar farkında olan, dünyadaki adaletsizlikten yakınarak savaş açmaya kararlı olan bu karakter, bu acımasız sistemin nasıl işlediğini bu zamana kadar çözememiş mi?
Farkındalık yaratmak adına yazılmış bu kitap hiç bir şeyin farkında olmayan zihinlerde bir fark yaratabilir. Olmayanı ya da büyük bir gizemi anlatmıyor. Biraz okuyan, araştıran, gözlemlemeyi seven pek çok insanın zaten farkında olduğu şeyler biraz Zeitgeist, biraz Gezi Parkı anıları, biraz da 9/11 belgeselinden çıkmışçasına aktarılmış. Farkındalık yaratma kaygısı bir süre sonra yazarı ne yazık ki din-medya-siyaset sistemiyle ilgili fazla miktarda klişeye itmiş. Fikri olmayana fayda sağlayabilir elbette.
Yazar bir yerde şöyle bir konuşmaya yer vermiş: "Okuduğun her kitap, toplamda sadece 26 harfin kombinasyonundan oluşuyor, aynı etrafında gördüğün her şeyin aynı atomların bir araya gelmesiyle oluşması gibi..."
Bu konuşmayı yapan karakter de dinleyen de Türk. Türkçe'de 29 harf var. İngilizce'de 26. Belli ki yazar bu örneği başka bir kaynakta okumuş, kitabında da yer vermiş. Biraz copy-paste çeviri olmuş. Eğer özgün bir içerik değilse konuşmada "XYZ der ki" ya da "okuduğum bir kitapta diyordu ki" diye yer verseydi ben de kendimi salak yerine konmuş hissetmezdim.
Ben kitaba (Fi'ye) gündemle ilgili değil de ruhen daha besleyici olacağına inanarak başlamıştım ancak öyle olmadı. Çi'de bu beklentim iyice cevapsız kaldı. Sonuna doğru artık beslenme beklentimi bir kenara bırakarak nispeten umursadığım karakterlerin akıbetlerini öğrenmeye odaklandım. Sonu ilk kitapta sinyalini aldığım ama ikincide unutuverdiğimden bana bir parça sürpriz oldu diyebilirim.
Üçüncü kitapta yazar kişilerin her bir hareketinde aklından neler geçtiğini lüzumundan fazla detayla anlatmaktan vazgeçer ve bir şekilde hikayeye girivermiş kişileri de çözümlemeyi bırakırsa daha akışkan bir roman okumuş olacağım.
Lafı bu kadar uzatmam sanırım bu seriye büyük beklentiyle başlayıp aradığımı bulamamamdan ancak yazarda da potansiyel olduğuna inanmamdan kaynaklanıyor. Kızdığım yerler oldu, tatlı tatlı söyleniyorum diyebiliriz.
Özetle, ruhen beslenmek isteyenler biraz Eckhart Tolle okursa (ki ben artık inat etmeyi bırakıp öyle yapacağım) daha yerinde olabilir.