Saturday, May 19, 2012

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı

"Barbar Türk'ler" dedikleri için kızıyorduk yabancılara. Uzun zaman oradan oraya göçmüş, giderek büyüyüp dünyaya hakim bir imparatorluk olmuştuk. Kolay değildi o kadar alanı kontrol etmek. Kontrol etmek, gücü elde etmek ve sürdürmek için barbar olmak gerekliydi. Bunu anlayamamışlardı uzunca bir süre. 

Biz gücümüzü kaybettiğimizde, kendi toprağımıza çekildiğimizde ezmek, küçümsemek için kullandıkları bu arguman, mert bir önderin ateşiyle kendi kanımızı yerlere akıtıp da bağımsızlığımızı elde ettiğimizde "Cesur Türk'ler"e döndü. Korktular bizden, çünkü savaşıyorduk, öğreniyorduk, gelişiyorduk, değişiyorduk. Bu kadar kısa zamanda bu kadar hızlı bir devrim ürkütmüştü onları. Gördüler ki güç sadece baltalarımızla sahip olduğumuz birşey değil, ruhumuzla, kalbimizle de başarıyorduk at üstünde ok atmayı. 


Ne var ki bedeller ödedik. Ödettiler. Fakir bıraktılar bizleri. Karne ile ekmek verdiler. Karnımızı doyurabilmek için sıralara girdik. Zayıfladık. Zayıfladıkça açlaştık. Ellerinde tepsiler, parlak parlak elmalar, şerbetli tatlılar, lezzetli etleri gösterdiler. "Evet" dedik, yemek istiyoruz. Yol yaptılar, televizyon verdiler, araba verdiler, büyük büyük binalarda, kapıcılarımıza sipariş verdiğimiz hayatları sundular bize ama asla o tepsilere dokunamadık. 


Gördükçe acıktık, acıktıkça fırsatlar kovaladık. Bizden çaldılar, biz de çalmaya başladık. Bizi dolandırdılar, biz de dolandırdık. "Hakkınızı koruyun, işinizi bilin" dediler ya, sıra bekleyenlerin arasına "kaynak" yapmayı marifet bildik. Kendimizce gereksiz ve boş gördüğümüz emniyet şeritlerine "akıllı" olduğumuz için girdik her sabah, işimize yetiştik, yorulmadık. Adımız "Fırsatçı, üç kağıtçı Türk'ler"e çıktı da ses etmedik. 

Çokları memnun hallerinden. Tiyatro'ya gitmediğinden umrunda değil tiyatroların özelleşmesi. Eğitim önemli bunu artık anladık ya, her mahalleye bir üniversite açılması hoşumuza gitti. Geçmişte ödenen tüm bedellerden taraf yarattılar. Başörtüden türban yaptılar, türbanlıyla türbansızı kırdırdılar birbirine, "neden?" diye sormadık. "Taraf olmayan, bertaraf" demezler miydi? 

Bize sunulan Barbie evinde bir güzel evcilik oynuyoruz ki sormayın! Sahibimiz küçük kahve fincanlarıyla kahve içiriyor bize güya ama içi boş. O kadar yaşamıyoruz ki ve yaşadığımızı sanıyoruz ki bir Barbie gibi, ne ödediğimiz vergilere, ne içi giderek boşaltılan eğitimimize, ne konut diye bize sunulan yığınlara sesimizi çıkarmıyor, çıkaramıyoruz. Gururlanıyoruz bizi engelleseler de bayramlarda sokaklara dökülüyoruz diye. Ancak bilmiyoruz ki attığımız sloganlar ne kadar kof, ne kadar yapay içeride onlarca gazeteci susturulurken. Biber gazı yemektense Acun yiyoruz akşamları günün yorgunluğunu atmak için. Biz boş boş izliyoruz, televizyondakiler kandırılıyor üç beş lira ve şöhret vaadiyle ve Barbie evinin sahibi paralarını sayıyor biz uyumak için yataklarımıza yattığımızda. 

İyi uyu Türkiye, çünkü pazartesi sabahı, saatin 05:30'unda 150 tane vasıta değiştirip hiç sevmediğin işine sırf üç beş lira kazanmak için gideceksin. Akşam eve geldiğinde maaş bordurona bakıp ay hesabı yapacaksın. Ancak maaşının üçte birini devlete ödediğini ve hala süründüğünü önemsemeden, televizyonu açacak, Survivor izleyeceksin. 19 Mayıs'ta gururla balkonuna astığın Türk bayrağını da balkonda unutacaksın bir sonraki temizlik gününe kadar. Unutacaksın, hala bildiğini sandığın değerlerini ve unuttuğunu fark etmeyeceksin.


Bize gösterilen tepsiyi kendi elimizde tutmak için, sesimizi bugün çıkartmakla hergün çıkartmak arasında çok fark var.


19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'mız kutlu olsun. 

Sunday, May 13, 2012

Papatya




Gözlerinin ışığı sönmeden gördüm seni en son. Ben kapıdan çıkarken el sallıyodun o güzel gülümsemenle. Böyle vedalaştık.

Ruhun evrene karıştıktan sonra, bedenini de doğaya emanet ettim. Ara ara geldim doğa sana iyi bakıyor mu diye. Sen bize çok iyi baktın, doğa ana da sana öyle baksın istedim. Bakmış da...

Menekşe olmuşsun pencerenin önünde bol bol büyüttüklerinden bile güzel.
Buz çiçeği olmuşsun, geçenlerde rüyamda gördüm  ya seni, yanakların öyle bir pembe...
Ama en çok papatya olmuşsun, tam sana yakışacağı gibi.

Bizimle birlikte bir de uğur böceği gelmiş ziyaretine. Yapraklarınla sarmışsın etrafını.


İçimdeki boşluğun başka şeyle dolmayacak. Başka birşeyle doldurmaya da uğraşmayacağım.

En sevdiğin şarkılardan biridir bilirim. O dünyalar güzeli anne sesinle mırıldandığın şarkıyla kutluyorum bugün anneler gününü... Her bir notasında titriyor içim, Müzeyyen Senar'ın sesinin titrediği gibi.

Bugün zordu ama ben de senin gibiyim.


Kimseye etmem şikayet...






Monday, May 7, 2012

Anneler günü ve pırlanta sorunsalı


Yav arkadaş hadi sevgililer gününü, yılbaşını anladım da, şu anneler günündeki pırlanta reklamları ile boğma mevzusunu hiç anlamıyorum. Anneler anne oldukları için pırlanta mı bekliyor yani? Anneler gününde pırlanta bekleyen anneden hayır mı gelir? Anne dediğin "paranızı boşuna harcamayın evladım" der diye biliyorum ben. İlla hediye alınacaksa "saklama kabı"dır bir anneyi en çok mutlu edecek şey. Bolca saklama kabı. Neden? Yaptığı yemekleri güzzzeeelllce paketleyip yavrusuna yollayabilir. Böylelikle eşek kadar olmuş minik dimağlar o biber dolmalarını, tarhana çorbalarını afiyetle hüpletebilir! 

Saklama kabı alınız, anneleri sevindiriniz :)