Tuesday, September 30, 2008

ŞEKKKERRRR BAYRAMI

Bugün bayram, erken kalkın çocuklar
Giyelim en güzel giysileri
Elimizde taze kır çiçekleri,
Üzmeyelim bugün annemizi

Düşündüm de ilk defa ayrı bir bayram geçiriyorum annem ve babamla. Aynı şehirlerdeyiz fakat ayrı evlerde yaşıyoruz artık.. Eh gidiyim göriyim desem o da olmaz, gezmeye vurdular kendilerini, biri Kıbrıs'ta biri Mudanya'ya gitti.

Bir tek birtanecik abim var.. O gelecek birazdan.. Bayram kahvaltısı edicez. Annemler olmadan hiç tadı tuzu yok. Yine de Cenk var, kedimiz var...

Benim için biraz hüzünlü başladı.. Umarım, hepinizin bayramı sevdiklerinizle, kiminle olmak ne yapıyor olmak isterseniz onunla geçer.. Umarım, ne olursa olsun sadece dini bir süreç olmayan, aynı zamanda biz Türklerin kültüründe ciddi bir yere sahip olan bu kutlamalı "ŞEKER" Bayramını hakkını vere vere kutlama fırsatınız olur..

Cimrilik etmeyin, el öpen çocuklara bol bol harçlık verin.. Bayram en çok harçlıkla güzel olur.. :D

İyi bayramlar ve sevgiler..

Monday, September 29, 2008

Son zaman kitaplarım


Kitaplarla ilgili yazı yazmayalı uzun zaman oldu. Zaten bu aralar kitap okuma performansımda düşüş de gözlemliyorum, hayırlısı. Bu düşüş okuduğum kitap sayısından çok, okumakta olduğum kitaba gösterdiğim özen oranı ile ilgili. Normalde büyük bir iştahla, dünyadan koparak yaşamakta olduğum bir ritüelken son zamanlarda sanki “Bitse de diğerine geçsem” eğilimi var gibi.. Yine de bu az önce de söylediğim gibi kitap okumama ve sürekli kitap almama engel değil.. Son zamanlarda okuduğum, okumakta olduğum ve okuyacağım kitapları sizlerle de paylkaşmak istedim.. Buyrun burdan yakın;


İlk kitabımız, ben farkında olmadan dünyaca meşhur olmuş, okunmuş hatta filmi de yapılmış ama benim ancak 4-5 ay önce okuyabildiğim bir kitap.





“Uçurtma Avcısı-The Kite Runner”
Yazar: Khaled Hosseini
Yıl: 2003

2007 Penguin / Orange Reader's Group Ödülü'nü kazanmış bir roman ve yazarın ilk göz ağrı. Everest Yayınları tarafından yayınlanmış ve Püren Özgören tarafından Türkçe'ye çevrilmiş. Yazar tarfından Afganistan'ın çocuklarına adanan bu romanın hikayesi Aralık 2001'de Kabil'de başlıyor ve aynı evde büyüyen Emir ve Hassan adında iki çocuğun zaman zaman birleşip zaman zaman ayrılan hayat öyküsünü anlatıyor. Biri zengin iş adamının oğlu, diğeri hizmetkarın oğlu. Çocukların babalarıyla ve birbirleriyle olan ilişkilerini, küçük bir çocuğun bile zaman zaman ne kadar acımasız olabildiğini yazarın son derece çarpıcı ve dokunaklı anlatımı ile okurken bir yandan da yeterli dikkati gösterirseniz sıkıntılarla boğuşan bir ülkenin durumu, başından geçen tarihi süreçler hakkında gerçekçi ve kolay anlaşılır bilgi sahibi oluyorsunuz. Duygu sömürüsüne oldukça müsait bir konu olmasına rağmen Khaled Hosseini müthiş bir içtenlik ve masumlukla yazmış bu romanı. Okurken su gibi akıp gidiyor, farkına bile varmıyorsunuz.

Bu kitabı okuduktan sonra yazarın ikinci kitabını rafta görüp almamak mümkün olmadı benim için.






“Bin Muhteşem Güneş – A Thousand Splendid Suns”
Yazar: Khaled Hosseini
Yıl: 2003

Yine Everest Yayınları ve yine Püren Özgören çevirisi. Bu sefer kitap Afganistan kadınlarına adanmış. Konuya giriş bölümünü saymazsak asıl öykü 1974 baharında başlıyor. İçine kapanık, dünyadan neredeyse soyutlanmış koşullarda bir çocukluk ve ilk gençlik dönemi geçiren Meryem ve babasının ilişkisi ile başlayan hikaye, Meryem'in evlenip başka bir şehre gitmesiyle sürüyor. Evlilik hayatıyla ilgili kademe kademe form değiştiren bir yapı mevcut. Bu boğuşma içerisinde bir de Afganistan'ın geçirmekte olduğu değişik süreçlere ve Taliban'ın baskılarına karşı verilen mücadele de söz konusu. İyisiyle kötüsüyle Meryem'in alıştığı bu hayata Leyla'nın eklenmesi... İki kadının dostluğu ve yönetimin bir hayvandan daha az değer verdiği “kadın”ın kendini kurtarma çabası. Bir önceki ile çok benzer bir iskelet üzerine oturduğunu düşündürtse ve öyle olsa da, kitabın sonunda bambaşka bir tat alıyorsunuz. Meryem'in öyküsünün sonunu düşündüğünüzde ise Utku Lomlu tarfından hazırlanmış kapak o yumuşak renklerinden bir anda sıyrılıp kan kırmızı oluyor zihninizde...


Sıradaki kitap ise benim edebiyata duyduğum ilginin artık ciddi seviyelere ulaştığını fark ettiğim dönemde keşfettiğim, okuduğum muhtelif kitaplarından sonra kurgularına, kullandığı mecazi üsluba ve yeteneğine hayran kaldığım, sonradan hakkında okuduğum bazı şeylerden sonra CV'si ansiklopedi kalınlınlığında olan bu yazarla ilgili bazı endişelerimin oluştuğu Elif Şafak'a ait.






“Pinhan”
Yazar: Elif Şafak
Yıl: 1997- İlk Yayını: İletişim

Yazarın ilk romanı ve benim okuduğum hali Metis Yayınevi tarafından yayınlanmış. Öncelikle belirtmeliyim ki kitabı henüz bitirmedim. Ağırlıklı olarak Dürri Baba Türbesi'nin mesken tutulduğu bu kitapta bol miktarda türbe, bol miktarda tuhaf olay, tuhaf inanışlarda bulunan kimseler mevcut. Yolların, evlerin, kişilerin, ortamın yine Elif Şafak üslubuyla üşenmeden, ince ince işleyerek yapılmış eskilik kokan tasvirleri beni benden almaya yetti. Çok yoğun ve stresli, yeterince 2000'li yıllara ait bir süreç geçirdiğimden ve bu süreçle boğuşurken okumaya çalıştığımdan zaman zaman kendimi veremeyip koptuğum oldu. Bu sebeple aylardır bitmedi bu kitap. Yazarın diğer kitaplarından Baba ve Piç ya da Siyah Süt gibi bir çırpıda bitiremedim. Taksit taksit gidiyorum. Ama sonunu merak etmiyorum çünkü öyküden çok anlatım şekli beni daha çok cezbediyor. Bu sebeple size konusu ile ilgili etraflı yorumlarda bulunmam pek yerinde olmaz.


Henüz bitirmediğim ancak sonuna yaklaşmakta olduğum bir diğer kitap ise daha çok romanlarını okuma şansı bulduğum ve zekasına, gözlem yeteneğine tutulduğum Murathan Mungan'a ait.






“Kadından Kentler”
Yazar: Murathan Mungan
Yıl: 2007

Zilyonlarca türde (senaryo, şiir, deneme, roman, öykü, vs..) kitabı olan Murathan Mungan'ın bu kitabı hakkında yüzlerce haber ve yazı çıktı zaten. Eminim kitaplarla az da olsa haşır neşirseniz denk gelmişsinizdir. Ama ben her “yeni çıkan / çok satan” da olduğu gibi bu kitap ilk çıktığında da sırada bekleyen kalabalıkta değildim. Başka başka kitaplarla boğuşuyordum. O gün geldi ve okumaya başladım. Sizlerin de bildiği ya da okuduğu gibi başka şehirlerde, başka mesleklerde, başka başka zaafları olan başka başka kadınların öyküleri mevcut. Sonunda bu hikayeler buluşacak mı bir fikrim yok. Son bölüm “Esenler Otogarı” başlığında. Biraz şüphelenmiyor değilim. En çok ilgimi çeken şu oldu, her kadın bir diğerinin mutsuzluğunu varsayıp kendine mutluluk biçiyor ve her ne kadar gay olsa da bir erkek nasıl bu kadar net farkediyor? Kesinlikle okunmaya değer olduğunu düşünüyorum ama ben zannederim Murathan Mungan'ın romanlarını okumaktan daha fazla zevk alıyorum.


Bundan sonraki bölüm ise henüz okumadığım ancak edindiğim iki kitaba ait. Hatta üç diyebiliriz sonuncusunu Cenk kendine aldı :)





“Cahillikler Kitabı – The Book of General Ignorance”
Yazarlar: John Lloyd – John Mitchinson
Yıl : 2006

Kitap NTV Yayınları'nın enteresan kitaplarından biri. Çok satanlar listesinde görüp de aldığım ender kitaplardan. Ayrıca sevgili Burcu'nun evinde de görmüşlüğüm vardı ve kapağı ile beni kendine çeken kitaplardan oldu. Kapakta tuhaf çizimler ve çeşitli sorular yer almakta. “Kaç tane burun deliğimiz vardır?”, “Bekaret kemeri ne işe yarar ?” , “Kafası olmayan bir piliç ne kadar yaşayabilir?” . Kapağında “Bilmediklerimiz ve yanlış bildiklerimiz” mottosunu gördüm ve “Hmmm.. belki bu bilmediklerim ve yanlış bildiklerimin doğrusunu öğrenerek 25 yıllık hayatımda çözemediğim insanlığın sırrına bir parça daha yaklaşmış olurum ha?” demeden duramadım. Şaka bir yana başucunda keyifli zaman için yormadan etmeden varlığını sürdürecek bu kitap bir hayli ilgimi çekti.


Maceralar, romanlar, geyikler derken kitap okumaya ayırdığım zaman diliminde tarihe de yer vermem gerektiğini düşünüyordum ne zamandır. Çocukluğumdan beri hiçbir zaman yeterli önemi göstermediğime inanıyorum, ne dünya ne de Türk tarihine. Ancak zaman geçip de TV'de gördüğüm ve anlayamadığım, kızmama rağmen hakkını vere vere savunamadığım çeşitli politik, siyasi, askeri konuların sayısı giderek artınca büyük bir hata yapmış olduğumu ve bu konuda ciddi bir açlığım olduğunu görmeye başladım. Ülke olarak başımıza bir sürü şey geliyor ve zaman zaman armut gibi baktığımı görüyorum. Ben bu kadar konudan kopukken kimseye kızma hakkını kendimde görmüyorum. Bu sebeple tarihimizle ilgili daha fazla şey öğrenmeye, ilgilenmeye, araştırmaya ve gerçeklere dayanan, duygusallıktan uzak yorum kabiliyeti geliştirmeye ihtiyaç duymaya başladım.


Bu arayışım içerisinde Sn. Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın kitabına denk geldim.





“Tarihimiz ve Biz”
Yazar: Prof. Dr. İlber Ortaylı
Yıl: 2008 (1.baskı)


Arka kapakta “İlber Ortaylı, tarih yapan bir milleti geçmişiyle buluşturuyor!” yazıyordu. Girişinde zaten İlber Otraylı'nın da belirttiği gibi Türk tarihi cumhuriyet ile değil Osmanlı İmparatorluğu ile başlamaktadır bana göre. Bu sebeple bu yolculuğumda başlangıcım için arka kapaktaki içerik sıralaması bana “Evet” dedirtti.


Anadolu'da Osmanlı Hakimiyeti
Bir Balkan İmparatorluğu olarak Osmanlı
Viyana Kuşatması: Yeni bir Osmanlı'ya doğru
Osmanlı Modernleşmesi
Doğu ve Batı ayrımları
Avrupa Nedir, Nereleri Kapsar?
Batı'da Türk İmajı
Yabancılar'ın Gözüyle Osmanlı: Seyahatnameler
Türkiye'nin Oluşumu
Romalılık, Osmanlılık, Türkiyelilik
Osmanlı Zamanında Sanat
Katolik-Ortodoks Dünyası
Ermeni 'Soykırımı' İddiaları Üzerine


Bu arada benim gibi bir giriş yapmak isteyip de sıkılmaktan korkan kişiler (eh malum milyonlarca kişi okuyor ya bizi muhakkak çıkar aradan :p ) korkmasınlar, kitap sadece 222 sayfa. İlk defa İlber Ortaylı'nın bir kitabını opkuyacağım ancak kitapta kendi yazdığı giriş bölümlerinden çıakrdığım sonuç şudur, yazarın anlatım şekli de sıkıcılıktan uzak.

Gelelim Cenk'in seçimine... Bilmelisiniz ki Cenk edebiyatla pek ilgilenmez. Okuduğu kitaplar ağırlıklı olarak fantastik, bilim kurgu, FRP ile ilgili kitaplardır. Bu bahsedeceğim de zaten pek kitap sayılmaz. Daha çok bir ansiklopediye benziyor.




“Spor Kitabı – The Sports Book”
Yazar: Elbette ki tek bir yazarı yok, bir proje grubu tarafından hazırlanmış
Yıl: 2007


448 sayfa sayısında bu kitap Calculus boyutlarında yakşalık olarak. NTV Spor sunumu ile NTV Yayınları tarafından çıkmış. Atletizm, takım sporları, raket sporları, ekstrem sporlar, jimnastik, hayvanlı sporlar gibi 12 temel başlık altında toplanmış, bir sürü çeşitte spor hakkında oyun, kural, taktik, teknik bilgisi veriyor. Mike Garland tarafından hazırlanmış çeşitli illüstrasyonlarla konuları destekleyen anlatımlar mevcut. Sayfalar orta okul – lisede okuduğumuz Streetwise , Wow gibi İngilizce kitapları kalitesinde. Sayfalar mis gibi kokuyor. Spor ile ilgili iseniz ve EuroSport'taki turnuvaları izleyip, alakasız oyunların kurallarını çözmeye uğraşıyorsanız müthiş bir kitap bu. Yetersiz bir çok yorumcunun yorumları ile yetinmek zorunda kalmamak da cabası!


Yine uzuuuuuuuun bir yazı oldu ama umarım ilginizi çeken bilgiler verebilmişimdir. Sıkılmadığınızı umuyor ve kitap okurken pijama giymenizi tavsiye ediyorum.. :)

Friday, September 26, 2008

Sobe Vol.2

Sobe işine bir girdim pir girdim.. Sobeleri çeken bir enerji oluşturdum galiba dün..

Şimdi de Burcu tarafından sobelendim haydi bakalım..



Soru 1) İsminiz?

Tubik.. Hayatımda bana Tuba diyenlerin sayısı cidden az. Bu takma ismi bana büyük abim çocukluğumda taktı ve öyle kaldım. Hocalarım da dahil olmak üzere hemen hemen herkes Tubik diye çağırır çoukluğumdan beri. Sevmediğim hoşlanmadığım insanların bana "Tubik" demesi kadar da sinir olduğum bişey yoktur.

Bi de mesela Cenk bana bir tek küstüğü zaman Tuba der.. Böylelikle de hemen farkına varıp durumu toparlama şansım olur :)


Soru 2) Nerelisiniz?

Ailenin tüm bireyleri Sivas'ta doğdu. Bir tek ben Zonguldak'ın sempatik olduğu kadar yaşaması zor ilçesi Kdz. Ereğli'de doğdum ve orada büyüdüm. Yine de hiçbir zaman oralı hissetmedim kendimi. Üniversite sebebiyle İstanbul'a geldim ama sanki doğduğum günden bu yana bu şehire gelmeyi bekliyormuşum sanki. Ben İstanbul'lu olmalıymışım :) Zaten nereli olduğum da pek önemli olmadı hiçbir zaman.

Soru 3) Yaşadığınız yer?

İstanbul. Aslında İstanbul'la ilgili bir yazı yazmayı düşünüyorum zaten ama hislerimi kısaca anlatayım. Tozu dumanı, travestisi, trafiği, magandası derken, bir çoğumuzun tahammül edemediği bir yer haline gelmesine rağmen, nazını da hakeder kaprisini de.. Başka yerde 1 aydan fazla kalsam nefes alabilir miyim bilmiyorum..


Soru 4) Mesleğiniz?

Ben Metalurji ve Malzeme Mühendisi'yim. Demir-çelik, alüminyum, bakır gibi metallerin işlenmesi ve sanayinin çeşitli dallarında kullanılmasını sağlama amaçlı bir mühendislik dalı. Beni tanıyorsanız mühendisliğin benimle ne kadar alakasız bir iş olduğunu zaten biliyorsunuzdur. Tanımıyorsanız şöyle söyliyim; her teknik konu içimi sıkıyor.. Yaptım bir hata.. Ancak şunu söyleyebilirim ki en güzel ve işe yarar mühendislik dallarından biridir.

Şu anda mühendislik yapmıyorum. Özel sektörde bir şirkette Müşteri Yöneticisi titri ile çalışıyorum.. Pabucumun yöneticisiyim o ayrı... Satış yapıyorum.

Soru 5) Hobileriniz?

Kitap okumak, kitap okumak, dergi okumak, yine kitap okumak.. Sadece birşeyler okuyarak para kazanabileceğim bir iş bilen var mı? :)

Tabi müzik dinlemek film izlemek de var.. Eski Türk filmleri olursa daha bi güzel olur.. Ne kadar masum ne kadar naifler..

Spor karşılaşmalarını izlemek (tenis, futbol,..). Spor yapmak.. (Bir dönem lisanslı basketbol oyuncusuydum ama yeteneksizdim o ayrı)

Soru 6) Evli misiniz?

Evet :) Yeni hem de.. 2008 Ocak sonu evlendim. Çocukluğumdan beri evlenme merakı hiç olmayan bir insanken yine de merak etmeden duramazdım. Acaba evlenirsem nasıl biri ile evlenicem? Tahminlerimin hayallerimin ötesinde iyi kalplilikte biri ile evlendim.. Cenk.. Benim bu kadar abuk ve erken yaşta evlenmeme şaşıran, yanlış olduğunu düşünenler oldu. Ama hayata çeşitli açılardan birlikte bakmayı ertelemekte bir sebep göremedim.. Eşimi çok ama çok seviyorum ve ilk önce ellerine aşık olduğumu belirtmek istiyorum.

Soru 7) Kaç çocuğunuz var?

Yok :) Bir süre de düşünmüyoruz.. Biz zaten bir çocuğu büyütebilecek olgunluğa henüz ulaşamadığımıza göre biz de bir parça tadını çıkartalım hayatın, sıkıntı çekelim çok eğlenelim, mutlu olalım falan, sonra aramızda ona da sevgi dolu bir yer açalım istiyoruz.. Açık söyliyim zaten şu anda sadece bez masrafı bile dağıtır bizi :D
Kaldı ki her önüne gelenin doğurması sebebiyle memleket bu kadar kendini bilmez doldu.. Burdan söylüyorum, ruh sağlığına güvenmeyen, kendinen emin olmayan, mutlu huzurlu bir iç dengesi olmayan, ekonomik dururumu yerinde olmayanlar doğurmasın.. Yazık günah!
Çocuk doğurmak bebek yanağı sevmek mıncırmak demek değil, dünyaya sorumluluklarıyla birlikte yeni bir insan getirmek demektir!

Soru 8) En sevdiğiniz yemek?

Etli yaprak sarması ve yoğurt çorbası. Annem yaparsa tabi.

Soru 9)Sevdiğiniz müzik türü?

Tür olarak saymıyım çünkü artık tür diye bişey kalmadı.. Çok sayıda tür var yakında hepsi aynı çatı altında birleşecek diye korkuyorum..

Amy Winehouse, U2, Metallica (2008 konserine gittim diye demiyorum:D), Nirvana, Red Hot Chili Peppers, Sezen Aksu, .... diye gider..

Müzik zevkimle ilgili önemli olarak bilmeniz gereken şey şudur ki;

Serdar Ortaç'la ilgili Testere filmine taş çıkartır nitelikte tasarılarım var..


Soru 10 ) Nerelere gitmek istersiniz?

Avusturalya, Roma, New York, Las Vegas, Chicago, Londra, Maldivler ya da o ayarda bi yerler.

Ama en önemlisiiiiiii ;;;

KÜBA!



EDİT NOT:
Ben sobelemeyi unutmuşum!
Bu soruları daha önce cevaplamış olmasından endişelenerek yine de Tanya diyorum.. Ve bir de bir elmanın iki yarısı Ender ve Selin!

Thursday, September 25, 2008

Sobelendim !

Neredeyse 2 senelik blog hayatımda hep etrafta görürdüm ama ne olduğunu tam anlamazdım. Şimdi saygı değer Ersin Abimiz beni sobelemiş! Bir heyecan giriştim işe..
Visulog diye bişi var, kişiliğinizin DNA'sını çıkartıyor küçük bir test ile.. Test sonuçlarımı açıklamadan önce son bölümde "Benim için sanat?" sorusuna cevap verirken dövme ile graffiti arasında kaldım.. Son kertede sonucu etkilemiş olabilirim :)


İşte sonuçlar :


Keyif düşkünü
Firari
Aşk böceği
Vahşi Kedi


Ve açıklamaları;


Ruh Halim: (Vahşi Kedi)


Zevk seçimin biraz tembellik ve miskinlik sinyalleri veriyor..Kıvrılıp yatmak ve gözlerini kapamak ..İşte en mutlu olduğun an.Romantiksin ve doğanın sade güzelliklerinden hoşlanıyorsun. Uçsuz bucaksız tabiat manzaraları seni rahatlatıyor.Müzikte her zaman yenilikler peşinde koşan iyi bir dinleyicisin. Senin için konserlerin yerini hiçbir şey tutamaz.Sanata bakış açın çok geniş. Hayatın her anında rastlanabilir olduğunu düşünüyorsun. Maceracısın ve kendini ifade etmeye önem veriyorsun.



Eğlence : (Firari)


Tatilde deniz, kum ve güneşin olduğu her yere gidebilirsin. Sürekli aktivitelere ve turlara katılmak sana göre değil. Tatil, pilleri yeniden doldurmaktır.Bağlantıyı kesip başka bir dünyaya açılmaktan hoşlanıyorsun. Hayal gücün gelişmiş.Olaylara farklı bir perspektiften bakmayı seviyorsun. Kültürlü ve yaratıcısın.Gündelik yaşantından uzaklaşmayı seviyorsun. Güneş, hayatın yavaş akması sana keyif veriyor. Hiçbirşeyin keyfini kolayca kaçırmasına izin vermezsin.Seni rahatsız eden şey nedir ? Etrafındaki herşeyin temiz ,düzenli olmasını ve güzel kokmasını istersin. Çok fazla şey istemiyorsun, öyle değil mi?


Alışkanlıklar: (Keyif Düşkünü)


İçten içe sağlıklı bir yaşam sürdürmek gerektiğininin farkında olsan da, günü geçirmek için ihtiyaç hissettiğin vazgeçilmezlerin var. Tam bir alışkanlık yaratığısın.Evinde, kabul edelim ki, tarz ve stil listenin başlarında yer almıyor, başka şeylerle o kadar meşgulsün ki. Hayata ve çevrene karşı rahat bir yaklaşımın var..İçeçek seçimin yeni şeyler denemekten kaçınmadığını gösteriyor. Farklı bir zevkin var.



Aşk: (Aşk Böceği)


Aşk senin için uzun bir bağlılık demek. Kendini adamak, fedakarlık ve sevecenlik..Senin için özgürlük çıktığın yolda yönünü kendin seçebilmek. Açık bir yol ve dolu bir depoyla yol seni nereye götürürse..


Ne yalan söyliyim alakasız diyemem :) Ama tabi beni tanıyanlara sormak lazım en çok ..


Hmmmm gelelim en zevkli kısma!


Sobe listemi açıklıyorum :


Burcu

Sevi

Cenk

Feri


Haydi bakalım biraz da sizi dinleyelim!

Ben yaptım oldu

Yaz tatilinde Bodrum'a giden sevgili arkadaşım Burcu bana güzel mi güzel bir ev hediyesi getirdi. Su kabağından yapılma bir aydınlatma! Avize diyemedim çünkü avize denicek bir taraf göremedim. Neyse efendim. Şimdi bu kabak bana geldiğinde de çok güzeldi ancak böle asılacak kordonu sevimsiz bir şekilde ortadaydı ve asmak için kabloların birbirine bağlanması gerekiyordu ve gizleyecek bir aparat yoktu. Bizim evin mobilyacısının da tavsiyesiyle ben bu güzel şeyi daha da güzelleştirebilir miyim acaba diyerek işe başladım.


Öncelikle duvara asılmasını sağlayacak bir aparat aldım. Yanlız o aparatın işlem görmemiş halinin resmini çekmeyi unuttuğum için aynısının tıpkısı olan duvarda asılı versiyonunu koyuyorum fikriniz olsun diye..







Sıra geldi kabağımızın orjinl, ellenmemiş haline;






Aslına bakarsanız bu resimde de kablo işlem görmüş durumda ama burada odaklanmanız gereken şey kabak :)

Kablonun çıplak hali de böyle;






Şimdi bu kabloyu güzelleştirmek ve kamufle etmek için aşağıdaki ip ve plastikler için yapıştırıcı kullandım.




Bu ipi şekilde gördüğünüz gibi kablonun etrafına sarmak suretiyle yapıştırdım .



Böylelikle sevimsiz kablo görüntüsü ortadan kalktı.



Sıra geldi bu güzel şeyi duvara asmaya.. Size ilk resimde gösterdiğim kase üzerinde bir takım işlemler yaparak o metal soğukluğundan kurtarıp kabağın doğallığına ve sevimliliğine uydurmak gerekliydi. Bu noktada bana ekip arkadaşlarım çok yardımcı oldular;



Soldan sağa, Kemal, Mehmet, Rıza ve Selim..

Bu ekip arkadaşlarımız sayesinde yukarıda gördüğünüz gri kaseyi şu hale getirmeyi başardım ;




Arkada Kemal ve Mehmet'i yorgunluktan bayılmış, uyurken görüyorsunuz.



Siz bunları kafada birleştirin :D

Ben son halinin resmini de unutmuşum :D Çekip anında huzurlarınıza getiricem..

Ben de elişi olayına el attım ya, tamamdır artık :D

Tuesday, September 23, 2008

Sevgili günlük...

Yok yok, bugün sinirli değilim. Tubik'in aşağıdaki yazısını okudum tekrardan, bir iki mail atılacaktı sağa sola, onları attım, fabrikayı bir gezdim, şimdi de oturdum yerime, nolcak bu bizim fabrikanın hali diye düşünüyordum. Bu aralar zaten karıcımın morali de bozuk. Kimsenin keyfi yok anlayacağınız. Allah'tan bayram sonrası cuma gününü falan tatil etmişler Tubik'lere, kız süper bir tatil yapacak. Çok sevinçliyim onun için.

Ankara'ya falan gitmezsek tatilde, yapacağımız belli, ziyaretler. Annem ameliyat olacakmış ufağından, onu bol bol ziyaret. E sonra tabi friends izlemeye devam ederiz, zira devremden aldım tüm sezon CD'lerini, baştan başladık izliyoruz. Sanki hiç izlememişiz gibi. Spor mevzusu var bir de. Tuba kendine program bile yaptırttı spor hocasına, ben de koşuyorum ve konuşuyorum işte spora gittiğimizde. O artık 45 dakkalık bir program yapcak, ben de koşcam. Allah ne verdiyse. :)



Spor katımız (binanın 1. katı spor katı) oldukça güzel. Her alet var, şirin bir spor hocası var, böyle artist falan değil, kafa dengi birşey. Yalnız tekrardan belirtmek istiyorum, Tubik önceden belirtmişti sanırım, bizim Narcity'de oturanlar anormal gıcık. Ya biz de onlara uyup gıcıklaşacağız, ya da hepsinden nefret edeceğiz. Bilemiyorum tam. Daha 1 komşuyla selamlaşmışlığımız yok.

Ama herşeye rağmen evden çok memnunuz, ben kendi adıma yazayim, çok memnunum. Kendi evim gibi hissediyorum, her noktasına da biz karar verdik ya, anormal mutlu ediyor beni bu. Lambalar falan çok harika oldu. Tek eksiğimiz orta sehpa ile balkon mobilyası. Onlar da gelecek seneye kaldı kanımca, bakalım artık.




Bu arada Lineage 2 oynamaya başladım, hayatımda ilk defa bir Hack/Slash online oyunda 33. level oldum (sabrettim daha doğrusu). Batu ile Bodur da başladı. Çok geleceği olan bir oyun değil ancak güzel vakit geçiriliyor. 16 Ekim'e kadar da Trial sürem devam edecek. 45 YTL'ye aldığımı düşünürsek oldukça faydalı bir alışveriş olmuş diyebiliriz.




Şimdilik durumlar böyle, hepinizi gözlerinizden öpüyorum.

Thursday, September 18, 2008

Din, dil, ırk

Allah'ın son seçtiği elçisi Hz. Muhammed'e ilk vahy ettiği emir "Oku!" oldu.


Oku ki öğrenesin. Oku ki anlayasın. Oku ki bilge olasın. Oku ki sana sunulan bu hayatı her kademesinde bir parça daha gelişerek, kıymetinin farkına vararak tadasın. Oku ki bir tek sana, insanoğluna sunulan düşünme yeteneğini, mantığını, zekanı kullanasın, iç güdüleriyle yaşamak durumunda olan canlılardan ayrılasın.


Tek kelimeden bile ne kadar çok anlam çıkabilir değil mi? Bu göz önünde bulundurulduğunda 114 sure bulunan kutsal kitap Kur'an-ı Kerim'in içeriğinin ne kadar zengin olduğunu, tamamiyle her türlü detayının insan algısına sığmayacağını anlamak pek güç olmasa gerek. Sırf bu sebepledir ki bana kalırsa Kur'an-ı Kerim'in amacı öncelikle kendini kişiye okutmak, okuttuktan sonra da kişinin algısına hitap eden, mantığına yakın güzellikleri yol olarak göstermek, özgür bir din yaratıp parmak izlerinin bile tekrar etmediği başkalıktaki, tüm insanlara hitap edebilmektir.

Varmak istediğim nokta direk olarak şudur;
Kimin haddine ki taptığı Allah'ın gönderdiğine inandığı dinle ilgili kesin yorumlar yapmak, "şöyle yapmazsanız cehennemde yanarsınız, böyle yapmazsanız dinden çıkarsınız" demek?

Elbette ki varlığımızın bir sebebi var ve var olmamızı sağlayan, bizi bu düzenin içine oturtan, bilimden de öte bir güç var. Ben genel olarak etrafta yaygın olandan bir parça farklı pratik etsem de İslam dininin büyüklüğü ve güzelliğine yakın olduğumu söyleyebilirim.


Ne yazık ki şu anda birilerinin üç kuruşluk akıllarıyla bu kadar güzel bir dini bir örtüye, bir sakala mecburmuş gibi göstermelerini, insanların cahilliğini kendi çıkarları doğrultusunda kullanıp, bana göre en büyük günahı işlemelerine dayanamıyorum. İnsanların bu güzellikten faydalanıp daha aydın, daha pozitif, daha çalışkan, daha üretken olmalarını engelleyici bu tavırlarını hazmedemiyorum.


Hepimizin beyninde, hücrelerinde milyonlarca mucize barınırken, bunu farkettirmemek için denizlerin yarılmasını bekletecek kadar gözlerini kapatmalarını anlayamıyorum.
Her zaman hoşgörünün sevginin dini olarak bahsedilen İslam'ın en basit konularda bile bu kadar katı kurallarının olabileceği nasıl bir uydurmadır? Her zaman affedici olan Allah, kendi nefesinden, parçasından yarattığı kullarını basit sebeplerden ötürü cehennemde yakmak için mi yaratmıştır acaba? Bu kadar katı ve aşılmaz kurallar mevcutsa şayet Allah ya da siz neye inanıyorsanız, bize düşünme, sorgulama, anlama yetilerini neden vermiştir, insanın özel oluşunu akıl sahibi olmasıyla neden açıklamıştır? Sizce Allah bu kadar düz mantıkta bakılsın diye mi defalarca peygamber göndermiştir?


Ama din büyüklerine (!) sorarsanız bu soruları sormak bile yanmak için fazlasıyla geçerli bir sebeptir. Çünkü CERN deneyinde mazallah dünya patlar diye oğlunu okula göndermeyen anneler, günah diye saçı görünür diye üniversite okumaktan vazgeçebilen kadınlar bu büyüklerin kendilerini rahat hissetmelerini sağlamaktadır.


Deniz Feneri gibi, milyonlarca insanın yardım ettiği bir derneğin, milletin cebinden arttırdığı ile yaptığı yardım paralarının üzerine yatmak günah değildir. "Bizimle alakası yok Almanya'daki dernek yapmış herşeyi" diyerek bu işten sıyrılmaya çalışmak günah değildir. İnsanda vicdan azabı yaratmaz. Küçücük kız çocuklarını kaçak binalarda öldürmek, annelerinin de "bizim çocuğumuz şehit oldu" diyebileceği düzeyde gözünü boyamış olmak günah değildir. Ellerinde büyük bir "tek başına iktidar olma" gücü varken, sağlık kuruluşlarını toparlayacak yasa çıkartmamak, halen milyonlarca insanın hasta halleriyle kuyruklarda beklemelerine bir kısmının ameliyat günü alamadığı için ölmesine sebep olmak günah değildir.


Neden? Çünkü Kur'an-ı Kerim, o kadar kutsal olmasına rağmen bunları günah olarak yazmaz değil mi?


Anlamını bilmediğimiz Arapça kelimeleri okuyalım, ezberleyelim ama anlamayalım değil mi? Bu, benim az İngilizce bilip, anlamını bilmesem bile kelimeleri telaffuz edip "Ana dilim İngilizce" demem gibi birşey değil mi aslında? Birileri bana tercüme etsin, doğru mu yanlış mı onu bile anlamıyım. Sadece güveneyim ve inanayım. Sonra o birileri gelsin, benim yardım için ödediğim paraların üstüne konsun..


Bu konuda yazacak çok şey var ama.. En hazmedemediğim şey şu: Üç kuruş akılları ile kıçlarının üzerine rahat oturmalarını sağlayan Atatürk'e, dinin ayrı güzel bilimin ayrı güzel olduğunu, bu ikisinin birbirini tamamladığını ancak toplum selameti sebebiyle ayrı kulvarlarda yarışmaları gerektiğini vurgulayan Atatürk'e cephe almaları, çocuklarını "Atatürk'ü sevmiyorum, Humeyni'yi seviyorum" dedirtecek şekilde yetiştirmiş olmaları koyuyor.. O kız demokrasiyi de sevmiyordu ancak demokrasi olmadığında o kız akşam yiyeceği yemeğe bile karar verebilir miydi meçhul..


Sonuç olarak ister Müslüman olun, ister Hristiyan, ister Budist.. Tüm dinler aynı amaç için vardır. İslam'da namaz, Japonya'da reiki, vs vs.. Hepsi O güçle başbaşa kalıp kendimize ve O'na hesap vermemiz amacıyla yapılan şeyler değil midir aslında? Din dediğin insanı daima erdemli olmaya, hoşgörülü olmaya, doğru olmaya yönlendirmeye çalışan felsefelerdir. İster bir insan tarafından ortaya atılmış olsun, ister o var olan büyük güç tarafından vahiy edilmiş olsun...Bu iyilikler dışında yapılan tüm faaliyetler de dini mücadele içinde olanların düştüğü tezattır.


***Muhakkak ki tepki alacaktır bu yazı ama boş yere yorulmayın, ilkokuldaki din derslerinin bana en büyük faydası Allah ile kulunun arasına bir başka varlığın giremeyeceğini, girmeye çalışmanın günah olduğunu öğrenmiş olmamdır.

Monday, September 15, 2008

Boş oda

Küf rengi gri idi duvarlar
Sildi sildi olmadı.
Beyazı göründü başta.
Göründükçe ümitlendi
Kasları yanana kadar sildi
Geçer sandı lekeler

Geçmedi.
Küf rengi gri oldu duvarlar
Dokundukça yoğunlaşıyor,
bezi duvara sürdükçe kararıyordu görüntü.

Pis miydi? Geçmez miydi?
Bir çatlak bulmaz mıydı?
İçinden sızıp kaçmaz mıydı?

Hayal miydi, kabus mu?
Bilemedi.
Dizlerinin üzerinde çömeldi.
Küf rengi griydi duvarlar.
Yaslandı.

Hiç soluk almamıştı, aldı..
Küf kokuluydu oda.
Ciğerlerine bulaştı.

Temizlemek için nefesler alırken,
Ciğerleri küflendi.

Uyudu, uyandı..
Uyudu, uyandı...

Aynaya baktı.

Küf rengi idi gözleri..
Beyazı gri idi.

Ağladı..
Gözyaşına çamur bulandı.

Saturday, September 13, 2008

İç dökmesi

Her gün uyandığımda, nefret ettiğim iş kıyafetlerimi giydiğimde (kumaş pantolon, gömlek), ofise girip masama oturduğumda, sevdiğim sevmediğim iş arkadaşlarım günaydın dediğinde, telefonlar açılmaya başlandığında, raporlar sorulduğunda, satışlar yapılamadığında... Aklıma tek bir sahne geliyor. Laptop, kalem kağıt, masa, kahve/çay/margarita, parmaklarım, ve ben...

Yazmak istiyorum.. Okumak istiyorum.. Zaman istediğim şeyle harcansın istiyorum.. Dedikodunun işten fazla yer tuttuğu, bir sürü evrimini tamamlayamamış müşterilerin olduğu bir işe katlanamaz hale geliyorum giderek.. Nefesim tıkanıyor...


Ama elimden gelen bişey yok.. Hayallerim bir tarafta mahsunca bana bakıyor.. Her pazartesi bir önceki haftanın, haftaların, zamanın nasıl harcandığına inanamıyorum.. Elimden kum gibi aktığını düşündükçe kahroluyorum.. Ama hiçbişey yapamıyorum.. Nolacak şimdi.. Çocuğuma "ben yapamadım sen yap" mı diyeceğim? Bişeyler yapmam lazım diyorum her gece yatmadan önce.. Ama cevabını ve yolunu bulamıyorum..


*** Sevgili Feri'nin son yazısına yazdığım yorumdur. Buraya da koymak istedim..

Wednesday, September 3, 2008

Soru?

Bugün sabah birşey farkettim (anca). Çoğunlukla, yani insanlığın büyük çoğunluğu, hele ki memleketteki insanların neredeyse tamamı, istemediği işlerde çalışıyor. Herkez istemediği işlerde çalışıyorsa 2 tane ihtimal doğuyor:

1. Memleketteki işler çok anlamsız, insanların isteyebileceği işler hiç yapılmıyor,
2. Memlekette herkez başkasının işini yapıyor.

Şimdi bunu böyle yazdım ama tabi ben ikinci seçenekten yanayım. Etraftaki şarkıcı, türkücü, yazar, oyuncu, yönetmen, köşe yazarı, satışçı, müşteri temsilcisi veya nebilim işte, bilimum işleri yapanlara bakınca anlıyorum bunu. Mesela bir insanın yazarlığa merakı varsa, sürekli kitap okuyor ve ne bilim edebiyatla ilgileniyorsa, etrafı inceleyip bunları çok düzgün bir dille yazabiliyorsa, e nebilim bu adam yazar olsun ya. Çok sığ bir düşünce belki ama bu adamı tutup satış temsilcisi yaparsan adam bir noktada sıkıntıdan patlar, birsürü laf yer, asabı bozulur, yerim lan böyle düzeni deyip "İşimden memnun değilim" durumuna gelir. Bana gelelim mesela. 6 yaşımdan beri bilgisayar oyunu oynuyorum. Yakın zamana kadar amatör olarak müzikle ilgilendim, hatta hala birşeyler karalıyorum ve müziği çok seviyorum. Neden ben mühendisim? Neden benim bir müzik & oyun dükkanım yok? E yok tabi. Memlekette orjinal müzik CD'si alan kaç kelle var? Ya da orjinal oyun alan? Bak o ikincisi hiç yok eminim yani. Almanya'da kocaman sadece bilgisayar ve konsol oyunu satan dükkanlar vardı. Talep var çünkü. Onunu sahibi olan şahıs ne mutludur, ah ne mutludur. :)

Sonuç itibariyle sevgili blog okuyucuları, zaten şu anda birsürü işim var, içimden bunlar geldi. Keşke herkez istediği işi yapabilse. Herkez kararlarında özgür olabilecek maddi duruma sahip olsa. Yok ama yok. Napcan. Emeklilikte ancak. O da halin kalırsa.

Kalın sağlıcakla.

Monday, September 1, 2008

Güzellik?

MANİKÜR







PEDİKÜR







AĞDA







SAÇ BOYAMA







LIPOSUCTION GİBİ BİRTAKIM MÜDAHELELER





Baktığınızda bu kkorkunç işlemlerin en az birkaçını yaptırmak zorunda kadınlar güzelleşebilmek için. Çünkü bıyıkları, soyulmuş tırnakları, sert topukları, koca popoları ile hiç de çekilecek dert değiller di mi kadınlar? Üstelik dırdır ederler.

Pekiii, çamaşırınız, ütünüz, yemeğiniz, maç seyrederken sessiz durmamız konusundaki talepleriniz, az alışveriş yapmamız, mutfağı ekonomik şekilde idare etmemiz, her istediğinizde işveli cilveli olabilmemiz, şen kahkahalar atabilmemiz, her zaman her durumda fedakarlık yapabilmemiz, çocuk doğurup o çocuğun her türlü ihtiyacını çözebilmemiz ve sadece maddi konularda sizden talep beklememiz, ailemizle fazla zaman geçirmememiz ve onların hatalarına göz yumulmamasını kabullenmemiz, ancak sizin ailelerinize saygıda kusur etmememiz, herşeyi sineye çekmemiz, aldattığınızda "sadece cinsellikten ibaretti" gibi bir açıklamaya "aaa tamam o zaman haklısın" diye cevap verebilmemiz. Evi terk etmememiz, illa terk edeceksek çocuğu da almamız...

Şart değil mi tüm bunlar?

Siz olağanca göbeğinizle kaşına kaşına yürürken, geğirirken, osururken, ayaklarınızın arasını kaşırken, "aşkım" dediğimizde "ha" diye cevap verirken, başbaşa yemek yerken futbol konuşabilirken, ağzınızdan küfür eksik olmazken, başkasının kıçına bakarken...

Şart değil mi bizim yukarıdakileri yapabilmemiz, gözünüzde değer kazanmamız için.. İtiraf edin, hala bir çoğunuzun içinde bu ütopik beklenti var değil mi? Hala bu kadar çocukça bencilliğe, bu darkafalılığa sahipsiniz değil mi birçoğunuz? Aranızdan sıyrılanlar kılıbık, gay, yumuşak değil mi?

Hala elinize bir kitap alıp okumak aklınızdan geçmez değil mi? ama hala beklersiniz.. Güleryüz, hoşgörü, sabır beklersiniz.. Güzellik beklersiniz, hiçbirşey vermeden o kadar acıya katlanmamızı, güzel olmamızı.. Yapamazsak da suç bizim olur değil mi? Sen bu kadar dırdır etmeseydin, sen bu kadar kendini bırakmamış olsaydın, sen bu kadar sıkıcı olmasaydın.. Aldatmazdım.. Ne rahatsınız!

Ama geçti artık o devirler.. Siz farketmeseniz de biz farkettik kendi ayaklarımızın üzerinde durabilmeyi, her türlü işkenceye katlanıp hem güzel olmayı, hem kültürlü olmayı hem de neşeli olmayı, bunu yapabileceğimizi, bunu yaparken de sizlerden tek beklenenin bir iki uyduruk güzel söz olamayacağını farkettik. Kendimize ettiğimiz haksızlığı farkettik. Annelerimizin yaptığı hataları fark ettik.

Şimdi yeri geldiğinde terk edebilen, itiraz edebilen, azla yetinmeyen, kendini ve istemesi gerekenleri bilen insanlar olduk bir kısmımız.. Hala bazıları ya kafalarını eğmeleriyle, ya da bedenlerine et muamelesi yapmalarıyla ekmeğinize yağ sürse de, en azından bir kısmımız farkettik kendi kendimize de yetebildiğimizi, hatta fazlasını yapabildiğimizi.. Ve duş alması gerekip gerekmediğini koltukaltını koklayarak anlayabilen birçoklarınızı değil, kendi kendine yetebilenlerinizi seçer olduk..

Hala farkında değilsiniz muhtemelen ama en azından çocuklarınıza tokat gibi çarpacak bu fark.. Haberiniz olsun...

P.S : Ağda resmini ararken İzzet Yıldızhan'ın resminin çıkması nasıl bir ironidir?

P.S - 2 : Konunun sevgili sevgilim Cenk ile hiç mi hiç alakası yoktur. Hatta bence bunu belirtmeme bile gerek yoktur ama kendisinin özel isteği var :)

X-box: Aynı zamanda biz bilgisayar da oynayabiliyoruz..