Friday, July 25, 2008

Xbox 360 günlüğü


Bu aralar neler oluyor?

Top spin 3 oluyor. Ya ne kadar muhteşem derecede bağımlılık yapan bir oyunmuş bu ya. Alt tarafı tenis değil mi? Değil. Öncelikle kendime şöyle bana benzeyen, hafif de uzun saçlı, şapkalı bir adam yaptım. İlk kazandığım turnuva ile Yonex'den 115 dolara bir raket aldım. Arkasından t-shirtümü değiştirdim, sonra dövme yaptırdım. Ondan sonra da en yakın Nike'a gidip renk renk t-shirt'ler aldım (maç içinde biraz fazla terliyorum da).



Şu anda 4. turnuvamı oynuyorum. Anormal zevkli. 4 ana tuşun dördü de bir işe yarıyor. Kesme, topspin, flat vuruş ve lob atış yapabiliyorsunuz. Bunları yaparken RT veya LT kullanırsanız vuruşun sertliği ve dolayısı ile fileye takma veya outa çıkartma ihtimaliniz artıyor. Maç içerisi görüntüleri muhteşem ve 2 kişi oynaması anormal zevkli olabilir (daha oynamadık). Xbox Live özelliği de var tabi ancak daha ona girmedim. Girersem çıkamam.



Ha bu arada bir de gamercard edindim. Onu da ahanda buraya paste ediyorum. Ya da buraya etmeyeyim, ben bunu yan tarafa koyayim, nasıl olur acaba? Hmmm...

Şekil değişikliği

Hep kıskanıyordum, millet bloguna acaip acaip şeyler koyuyordu, standart blogspot şablonları dışına çıkıyordu. Ya nasıl nasıl ya derken bir de baktım ya resmen orda bir adet html paste edilecek yer var, xml desteği de var. Ben de buldum internetten bunu, şak diye uyguladım. Yalnız hepinizi bir uyarayım. Standart şablonun dışına çıkarken göderileriniz haricinde sayfada görünen herşey gidiyor. O itina ile yaptığınız arkadaş linkleri, sitemeterlar, efendim başucu resimleriniz falan filan. Ona göre yani.

Alın işte birkaç tane link:

1, 2, 3, 4

Süper blog sayfaları var cidden. Alın birkaç da örnek:






Bu sonuncusu epey bir şeymiş, neyse. :)

Thursday, July 24, 2008

Alıntı

Her gün takip ettiğim Vliegende Nederlander blog sayfasından, Avrupa ülkelerinin nasıl olduğundan büyük ve modern gösterildiğini anlatan çok güzel bir yazı. Çok hoşuma gitti, bana kızmaz inşallah, buraya linkini koyuyorum. Okuyun, ders çıkartın.

Bitmez tükenmez bir merak bu bizdeki Avrupa merakı. Bir noktaya kadar anlayabiliyorum. Çocukluğumuzdan beri muhasır medeniyetler diye tutturduğumuz için belki de gözümüzde büyütüyoruz. Hele bazı Avrupa ülkeleri var ki, yani gerçekten onlara karşı duyduğum öfkeyi kelimelerle anlatamıyorum. Ve, ya senelerdir süre gelen dış politikasızlığımız sebebiyle, ya da Avrupa'nın elimizi kolumuz bağlayacak hamleleri sonucu dış politika yapamamamızdan ötürü bu ülkelere hiçbir zaman gereken cevabı veremedik. Her işin ucunda para var. Çok söylenen birşey bu ama doğruluk payı çok yüksek. Yıllık geliri bizimkinin 50 katı olan bir ülkenin bireyinin tavırlarıyla bizim tavırlarımız tabi ki çok farklı oluyor. Akdeniz ülkesi, akdeniz kanı falan, heyecanlı oluruz biz, kavgayı severiz falan bunlar tamamen hikaye. Paramız yok paramız. Bizim Kaan'ın dediği gibi, avrupalının kafası rahat. Bizim değil.

Neyse mesele oldukça derinleşecek. Ben şu linki vereyim de, gidin bir okuyun. Sabah sabah ne düşünceler böyle ya kafamda...

FlyingDutchman, Belçika taşı toprağı idrar

Tuesday, July 22, 2008

CMYLMZ


Bana gösterinin DVD'sini izlemediğinizi söylemeyin olur mu? 5 kez falan seyrettik ve sonuncusunda bile hala gülüyorduk.






Cem Yılmaz hem bildiğiniz Cem Yılmaz hem de değil. Ne demek bu diyenlere şöyle bir örnek vereyim. Bundan 4 sene önce gösterisini canlı olarak izleme fırsatım olmuştu. Şunu söylemeliyim ki o zamandan bu zamana kat ettiği yol, başlangıçta da birkaç basamak yukarıda başladığını göz önünde tutarsak kolaya kaçıp azla yetinmek yerine daha çok çalışıp kendini geliştirmek olarak geçmiş ve ciddi bir ilerleme göstermiş. Zaten iyiydi ve başarılıydı Cem Yılmaz. Ama bu DVD'de dikkatle izleyen tüm tanıdıklarım aşağı yukarı aynı yorumu yaptılar. Sahnede görülen kişi çıkıp, espiri yapıp inen bir kişi değil, sanki senelerin tiyatro oyuncusu. O el hareketleri, çıkarttığı sesler, hikayelerindeki karakterlere bürünüşü... Kendini çok geliştirmiş.





Sadece konuşarak yaptığı mizah değil bedeniyle sunmakta olduğu oyuna bu sefer daha fazla hayran kaldığımı belirtmek istiyorum ancak bana bunda Hokkabaz filminin katkısı varmış gibi geldi. Okuduğum röportajında filmden önce aldığını söylediği yoğun dersler filmle kalmamış etkisini kişisel gösterilerinde de sürdürmüş demek ki.

Ben zaten Hokkabaz'ı acımasızca eleştiren kesimi de anlamamıştım. Evet film Oscar'lık değildi belki ama ben gayet eğlendiğimi ve beğendiğimi hatırlıyorum. Cem Yılmaz'ın dediği gibi G.O.R.A'yı çok küfürlü diye eleştirenler, küfürsüz Hokkabaz'ı da eleştirdiler. Hokkabaz'ın da zaten gülmekten yerlere yatırayım diye bir amacı yoktu bence.. İnsanların yüzünde tebessüm yaratıp az biraz da hüzünlenmesini sağlayarak masum bir film yapmaktı bence amaç ki eğer dediğim gibiyse taş yerine oturmuştu.

Lafı fazla uzatmıcam. Son zamanlarda TV'de sıkça gördüğümüz reklamlarının haricinde genel olarak çok çok başarılı olduğunu düşünüyorum Cem Yılmaz'ın. Reklam filmi ile ilgili de çok bişey söylemeye gerek yok, herkes para kazanmak için çeşitli önemli ya da önemsiz işler yapabilir. Aydemir Akbaş da porno filmde oynamış ne var yani.



Diyeceğim odur ki Cem Yılmaz'ın CMYLMZ gösterisinin DVD'sini almanızı canı gönülden önermekteyim ve orjinalini alarak ekstralardan mahrum kalmamanızı önermekteyim.




iPhone



Aldım, edindim. Telefonlar ile alakalı bütün fikirlerim değişti. Biz şu ana kadar telefon kullanmıyormuşuz ya. Gerçekten. Dizaynı için gösterilen özen itimam, inanılmaz kullanım rahatlığı, heryerde internete girmesi, o ufak ufak yazıları bir el hareketiyle büyütmek falan filan. Diyecek birşey yok. Apple tüm zamanların en iyi telefonunu çıkartmış. Teknolojinin bu kadar verimli kullanıldığı bir alet daha görmemiştim.

Alın kullanın, kırması da kolay, zaten yakında da geliyor Türkiye'ye. 3G'nin satılacağı 22 ülkeden biri biziz.



Hayır kırmak için milyonlarca program var. Bir de adamlar ışık hızıyla çalışıyorlar. Daha çıkalı birkaç hafta olmuşken 3G'yi de kırmışlar. Zaten bence kırılmadan da pek bir anlamı yok. İnternette yüzbinlerce aplikasyon var telefon için. Gerçi kırın kırmayın kesinlikle bir tane edinin, yemin çekiyorum hayatınız değişir. :)

Monday, July 21, 2008

Wedding daze






Evde boş boş otururken bir pazar akşamı nasıl değerlendirilir diye düşündüm ve film seyretme fikri aklıma geldi.. Evet haklısınız, insanların çoğu evdeki boş vakitlerini film izleyerek geçirdiğinden, bu aktivitenin akıllarına gelmesi için çok düşünmeye gerek kalmıyordur muhakkak. Ancak durum bizim pembe panjurlu yuvamızda böyle değil ne yazık ki! Cenk'in yaşam alanı bilgisayar sandalyesiyle x-box koltuğu arasında konuşlandığı ve bu alanın sadece 1 metrekarelik bir alan olduğunu göz önünde bulundurursak ne demek istediğimi daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum..


Sonuç olarak elimizdeki alternatiflere baktık ve "Ölü ozanlar derneği" ile daha önce izlemiş olduğumuz "Wedding Daze" arasında gittik geldik. Ölü ozanlar derneği biraz uzun ve zahmetli olur diye düşünerek, daha önce izlediğimizi unuttuğumuz Wedding Daze'i x-box'a yerleştirdik. Elimizde olsa kediyi bile x-box üzerinden besliycez ama bu bambaşka bir konu olduğu için sizleri baymamak adına, başka bir yazıya diyerek pas geçiyorum.


Filmi başlattıktan bir kaç saniye sonra filmi izlediğimizi hatırladık ama mısırlar patlatılmıştı ve elbette ki artık çok geçti.


Tür, romantik komedi. Ama şunu söylemeliyim ki film ne çok romantik, ne de çok komik.. Öylesine bir film ve biz de öylesine seyrettik zaten. İtiraf etmeliyim ki bu yazıyı yazmadan önce film ile ilgili ekşi sözlükte bir araştırma yaptım ve herkesin nefret ettiğini gördüm, sonrasında da filmle ilgili görüşlerim bir parça negatif yönde değişti. Ben zaten lokantada menüye bile zor karar veriyorum, kalabalıklık oranına göre sipariş edilen yemekler çeşitlendikçe onunkinden mi yesem bununkinden mi diye diye 3 saat bekletiyorum garsonu ayakta..


Başrollerde American Pie'dan hatırlayacağınız Jason Biggs ve Scooby-Doo, Wedding Crashers gibi filmlerde oynamış Isla Fisher oynuyor. Cenk Isla Fisher'ın oyunculuğunu pek beğenmedi ama Jason Biggs doğasında yer alan sempatikliği bu filmde de yeterli düzeyde gösteriyor diyebilirim.


Hikaye şu şekilde başlıyor;
Delikanı saçma sapan bir kostümle kız arkadaşına sürpriz bir evlenme teklifi yapmaya çalışırken (ne saçma bi cümle bu) kız kalbine yenik düşüp ölüverir. Çocuk 1 sene bunaımdan çıkamaz. Bir gün bir lokantada çocukluk arkadaşı ile otururlarken, arkadaşının artık birileriyle tanışması gerektiği yönündeki ısrarlarına biranda servis yapan garson kıza evlenme teklif ederek cevap verir ve kız da kabul eder. Sonrasında çocuğun evlilik sürecinde eski sevgilisini unutamaması gibi durumlar, birbirinden tuhaf ebeveynerle tanışmalar gibi olaylar meydana gelir. Ve böyle sürer gider.


Filmde komedi unsuru olarak kullanılan öğeler komiklik açısından pek yeterli değil. Film boyunca bir kez olsun kahkaha atmıyorsunuz. Ama boş vaktiniz varsa, elinizde de alternatif yoksa izleyebilirsiniz, sizi sıkıntıdan bayacak bir film değil. Zaten çok da uzun süren bir film değil, 91 dakikada derdini anlatıyor. Ancak yüksek beklentilerle TV karşısına geçerseniz üzülürsünüz bunu bilin..


Filmle ilgili söylenecekler bunlar.. Biraz fazla mısır patlağı yemişim, siz dozunda bırakın...

Friday, July 18, 2008

Yuh

Evet biraz geç oldu ama bunu yeni farkettim. Oldukça düşündürücü bir durum bence. Alttaki resmi bir inceleyin. Sonra siyah yere bir dikkat edin. Oran - önem ilişkisinden giderek belki acı bir sonuç çıkartabilirsiniz. Bu arada Baptista haberinin de tamamen yalan haber olduğunu gözden kaçırmayalım tabi.



Teşekkürler Karamazov.

Wednesday, July 16, 2008

Biri gider biri gelir


Yok yok. Kedimizi değiştirmiyoruz, heyacan yapmayın. Ben sadece oynadığım online oyunu değiştirdim. Eve-Online takıntımı bizim blogu okuyanlar az çok bilir. Ama bitti o devir, güle güle 250'ye 250 fleet battlelar, güle güle ganksquadler, güle güle güzel oyunum.

- Eve-Online'ı nasıl bilirdiniz?

- İyi bilirdik!

Şimdi yeni gözdemiz Age of Conan: Hyborian Adventures. Aldım uzun süre aradıktan sonra. Tabi ben bulana kadar bizim ekip Level 50 yi görmüştü. O ara bir de baktım, bizim Eve'den Lambchop (diğer adıyla Cenk abi) de orada. Direk beni kendi Guild'ine aldı. Hiç şaşırmadım zaten. Son 4-5 yıldır sürekli adamla online oyun oynuyorum. Memnunum halimden. Ben memnunum da, Tubik ne diyecek bilmiyorum. İlk bir kaç gün bişey demedi pek ama... Hani online oyun ya bu, tak diye bırakamıyosun bir kere oynamayı, birşeyleri tamamlayacaksın ki bırakasın, tam adamı öldürüken, "A-a, telefon çaldı, ben bi bakim, save edip çıkayim!" diyemiyosun. Önce adamı öldürüyosun, seni arayanı geri arıyosun sonra da.

Bir demonologist yapcam, parmaklarınızı yiyeceksiniz yeminlen. Çok harika olcak. Büyüler, bufflar falan. Güzel karakter. Neyse, ince detaylara girmeyeyim. Conan dünyasında yeni maceralar beni bekliyor. Vakit bulursam tabi.

Bir kedi bin nasihatten iyidir

Şu hayatta saçma sapan nazı kaprisi olan insanlara sesleniyorum.. Bir kedi alın ve dünyanın kaç bucak oluğunu görün.. Sizden daha talepkar, daha nazlı, daha ısrarcı ve daha başına buyruk bir varlık nasıl olur, sizin egonuz başka bir canlınınkinin yanında nasıl diz çöker görmüş olursunuz..

Sinek sevdasına bu yaz sıcağında açılamayan camlar yüzünden sera bitkisi gibi oturuyoruz evde.. Cenk bitki hayatına kolay adapte olamadı, monitör ışığında fotosentez yapmaya başladı.. Elimizde kolumuzda yer eden tırnak ve diş izlerini saymak bile istemiyorum.. Sabahleyin biz nefret duygusuyla uyanıp işe gitmeye çalışırken viyak viyak bağırmalarına ne demek lazım onu hiç bilemiyorum.

Ama öyle bir an geliyor ki ben bu satırları yazmaya çalışırken laptopun en sıcak yerine poposunu denk getirerek göbeğime oturuyor, kafasını göğsüme yaslıyor ve yumuk yumuk patileriyle guruldamaya başlıyor.. O an tüm çilesini derdini unutup hayata olan bu kendinden emin ve rahat bakış açısına hayran kalıyorum ister istemez.. Zaten kedi ile alakalı herşey "ister istemez". İster istemez en kaliteli mamayı alıyorsunuz, ister istemez guruldadığında göbeğini seviyorsunuz, ister istemez oyun oynuyorsunuz ve bunları sırf kediniz istediği için yapıyorsunuz..

Mesela yazdığım süre içerisinde gelip göbeğime oturup kendini sevdirirken kontes hanım klavye çıtırtısından rahatsız oldu ve hiç beklemediğim bir anda elimi vampirella gücüyle ısırdı. Ben de ister istemez poposuna şaplağı vurdum ve kovaladım tabiki..

Annem ergenlik sürecimde isyankar tavrımı en çok "çocuğun olsun da gör" diyerek sonlandırmaya çalışırdı ve ben de "üf anne yaağğğ çocuğum olcaksa benim gibi olsun" diyerek çok akıllıca olduğunu zannettiğim cevaplar verirdim.. Çocuğa falan gerek yok abicim, bir kedi herşeyi açıklığa kavuşturuyor.

Şimdi kediye de hak vermek lazım.. Nereden baksan aslan, panter, kaplan gibi bir takım saygıdeğer yaratıkların akrabası kedi. Biz köleleri olarak onun şanına yakışır bir isim bile veremedik hayvana.. En son bi Michelle demiştik ama yoğun şekilde Beatles dinlemekte olduğumuz bir dönemdi ve hayvan bu kadar romantik bir ismi kendine yediremedi.. Şükufe iyidir sanki ha? Biraz daha büyüsün, bir patisinde sigarası pizzanın salçasıyla renklendirdiği dudakları eşliğinde komşu kedilere güne gider belki? "Şekerim, yan apartmana yeni taşınan 3 renkli Perizat var ya, Whiskas yiyomuş, o göbeğin nerden geldiği belli oldu" gibi dedikodulara bile girer, kim bilebilir ki?

Ay yine geldi! Bu sefer de toucpad hizasında durup kolumun üzerine konuşlanmış durumda, pijamamın lastiğini yiyor..

Ben kızdırmadan kapatıyım burada bu bahsi.. Gece intikamını burnumu ısırarak almasını istemem...

Monday, July 14, 2008

Kediyi de götürsek kuşları yer mi?

Dükkandayım. Oturuyorum. Şu anda uydu bağlayan adamlar çatıya uydu antenimizi takıyorlar. Aynı zamanda yangın alarmları devreye alınıyor. İşe almak istediğimiz adayları arıyoruz, görüşmeye çağırıyoruz. Makinalarımızdan biri bozuldu ve rulman değiştiriliyor. Antalya Şube için bir arkadaş geldi, Murat abi onunla görüşüyor. Camlar çıkıyor, onları kontrol ediyoruz. Öyle gidiyor işte. Sabahtan öğlene kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum gerçekten. Müthiş bir yoğunluk ve yorgunluk var üzerimde. Yapmam gereken işleri not almak için ufak bir defter aldım kendime, ona not almayı da unutuyorum. Zaten hiçbir zaman bu not alma işlerinin adamı olamadım.

Günde 700 tane iş yapmaktan kafam dönmüş durumda. Ciddi bir şekilde tatile ihtiyacım var, Tubik'in de öyle. Biz zaten şöyle denizli havuzlu bir balayı yapamamıştık. İşte şimdi fırsatı yakaladık. 10 Ağustos'ta tatile gidiyoruz!

Kuşadasına en son gittiğimde '86 Dünya Kupası vardı ve işte ben bunu izlemiştim canlı canlı. Tabi küçüktüm, Maradona'yı izlediğimi biliyordum ama golü sonradan görüp hatırladım. Aynı golü sonra Messi de attı ya. :)



Aranızda (bizi okuyan varsa tabi hala) diyenler vardır şimdi: "Yuh la olm herifin Kuşadası anısına bak!" Kızacak birşey yok. Yenilerini eklicez inşallah. :) Tatil köyüne tatile gitmeyeli bir 8 sene oldu herhalde zaten. En son Side'ye gitmiştim. Ondan beri de nasip olmadı. Çok umutluyuz. Yaşasın tatil! Yaşasın kuşlar!

Not: Kediyi napcaz biz ya?

Sunday, July 6, 2008

Mutlu Pazar

Dedim ki kendime uyanınca..

Cumartesi gecesini en sevdiklerinden bir kız arkadaşla sabaha kadar sohbet ederek geçirdikten sonra, içeride uyuyan eşin yanına kıvrılıp uyunan bir gecenin ardından, öğlene doğru gözlerini minik bir kediyle ve sevgi dolu bir Cenk'le açmak.. Mutlu olmak için sebep aramaya gerek bırakmıyor.. The Furey's eşliğinde bir ayılma seansı, yeme de yanında yat oluyor..

Mutlu pazarlar..