Monday, November 30, 2009

Tuesday, November 24, 2009

Kuş gibi

Bugün itibariyle, bir sonraki emre kadar ;

"Evimin kadını, kedimin anasıyım"

Bir kuş gibi tedirgin, ama hafifim.

Endişeler bastıkça, "su yolunu bulur" diyorum kendime.

Belki hepsi birer işaret de ben anlamıyorum, ya da anlamaya korkuyorum.

Yeni bir iş bulana kadar, çok ama çok özlediğim herşeye sarılacağım sıkıca.

Bir süre önce bir yerlerde elimi bırakıp kaybolan halimi arayacak, bulunca hasret gidereceğim.

Kendime ait bir zamana da çok ihtiyacım vardı.

Yapmak istediklerimi saptamaya ve şekillendirmeye...

Avutuyorum kendimi.

Gerçekler daha bir sert.

Ama içimde garip bir hüzünlü sevinç...

Su olup bulacağım yolumu belki de..




------


tam da bu noktada daha önce bir yerlere yazdığım Ömer Hayyam dizeleri çıktı karşıma...

Ne de güzel anlatmış :



akılla bir konuşmam oldu dün gece

sana soracaklarım var dedim

sen ki her bilginin temelisin

bana yol göstermelisin

yaşamaktan bezdim, ne yapsam?

birkaç yıl daha katlan dedi

nedir dedim bu yaşamak..

bir düş dedi, birkaç görüntü

evi barkı olmak nedir dedim

biraz keyfetmek için, yıllar yılı dert çekmek dedi

bu zorbalar ne biçim adamlar dedim..

kurt, köpek, çakal makal dedi...

ne dersin bu adamlara dedim...

yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar dedi..

benim bu deli gönlüm dedim

ne zaman akıllanacak?

biraz daha kulağı burkulunca dedi..

hayyamın bu sözlerine ne dersin dedim..

dizmiş alt alta sözleri,

hoş beş etmiş derim, dedi...

Friday, November 13, 2009

Tubik ve Cenk

Bu yazıyı okumak isteyenler öncelikle aşağıdaki "play" tuşuna bassınlar. Ondan sonra videoya takılmadan, şarkıyı dinleyerek aşağıya doğru devam etsinler :) :





Buena Vista Social Club - Chan Chan - For more amazing video clips, click here


Bundan tam 4 sene önce, beni Beşiktaş vapurundan o havalı siyah arabanla alırken, ben o arabaya binmek için ilk adımımı attığımda, arabaya sinmiş Cenk kokusunu aldığımda, Nişantaşı'na çıkarken bana dinlettiğin "ben bilgisayarda yaptım biliyo musun?" şarkılarını dinlediğimde, Mezzaluna'da bana kırmızı şarap söylediğinde, ve gözlerine ilk defa bakabildiğimde, hayatımın bir daha hiç eskisi gibi olmayacağını anlamıştım....


Aşk, bana göre minik bir karın ağrısıdır. Genç kızlığa ilk adım atıldığında duyulan ağrı gibi, heyecanlanırsın, sevinirsin, korkarsın, sonrasında olacak şeyler için endişelenirsin, ama engel olamazsın. İşte o gün karnım ağrıdı...

Sevgi, elde etmesi zor olan, herşeydir... Sen benim sevgilimsin...

Hiç değiştirmeye çalışmadık birbirimizi, hiç saygısızlık etmedik. Hep öğrendik, hep öğrettik. Hep mutlu olduk.

Zaten insanın hayatına sen girince sevgisiz kalmak ne mümkün...

Bugün bu yazıyı yazmayı planlarken aslında birçok şey geçirdim içimden. Kemerburgaz'ın ağaçlı yollarında giderken, içinde sen olan, bahçeli kedili köpekli bir ev hayali kurarken.... Seni aradığımda. Bambaşka şeyler geçirdim... Ama şimdi ellerim titriyor yazarken :)

Umarım birlikte çekildiğimiz tüm resimlerde gözlerimiz taaaaaa içine kadar parlar. Dilerim şarkılar hiç susmaz.

Çok aşkım birtanem yazısı olmasın, bize uymayan, eğreti duran bir kelime seçmeyeyim istiyorum.


Ama ben en çok sana olan sevgimi seviyorum. Kısacası bir insanda bu kadar sevgi uyandırabilmeni...

Sadece "Seni seviyorum" demenin "seni çok seviyorum" demekten çok daha zor olduğunu bana sen öğrettin.





Seni seviyorum :)




Tanıştığımıza memnun oldum Cenk :)

Tuesday, November 10, 2009

Alıntı

Madem ki öldü salimen,
bırakın yüceltelim onu,
anıtlar inşa edelim,
görkemine, adına rahmet okuyalım.
Ölmüş adamlardan çıkar böyle münasip kahramanlar;
onlar dirilemezler karşı çıkmak için,
yaşamlarından biçimlendireceğimiz imgelere.
Üstelik daha kolaydır anıtlar yapmak,
daha iyi bir dünya yaratmaktan.

Carl Wendell Hines

(10 Kasım 2009 tarihli ekşi sözlükten alıntıdır)

Wednesday, November 4, 2009

Ufak bir ikaz

Ercan Saatçi efendi Galatasaray klübüne küfür etmiş. Okkalı bir tane sallamış yani. Bu da basına sızmış. Kendisi biliyorsunuz aynı zamanda bir gazetemizin spor müdürü. Spor müdürü olmak için gereken vasıfları çok iyi bilmiyorum ama zaten Ercan Bey'in de bu vasıflarına bakılarak müdür yapıldığı konusunda şüphelerim var.

Şimdi olay ile ilgili tahminlerimi paylaşayım sizinle: Ercan Bey spor müdürlüğünden alınacak. Nasıl mı? Galatasaray klübü bastıracak gazeteye, taraftarlar, taraftar grupları falan, sanki çok önemli bir olaymış gibi. Sonra da gazete, spor müdürlüğünden alacak Ercan bey'i. İşte benim ikazım tam da bu noktada.

Ercan Bey gazetenin, hepimizin tanıdığı yazı işleri müdürünün damadı... idi. Ve bu durum 2 hafta önce ortadan kalktı, çünkü Ercan Bey eşinden boşandı. Yani Ercan Bey artık damatlık pozisyonundan, normal gazete çalışanı pozisyonuna düşmüş durumda. Bu yüzden de artık spor müdürü konumundan alınması gerekiyor. E, direkman sadece boşandı diye kendisini almak olmayacağı için, tabi ki bir açığının yakalanması gerekiyordu. Kendisi tedbirsiz davranarak kayıtta olan kameralar önünde Galatasaray'a salladı. Bu kaset de bir şekilde basına sızmış. Artık Ercan Bey kamuoyuna göre spor müdürlüğü yapamaz değil mi? Küfürbaz, terbiyesiz oldu çünkü kendisi? Sevgili güzide klübüm ve taraftarları. Bu bariz bir oyundur ve hepimiz, bütün spor severler bu oyunun içine çekilmek istenecektir. Benden uyarması.

Saygılarımla.

Not: Bu yazı 31.10.2009'da yazılmış ancak bazı sebeplerden yayınlanmamıştır. GG diyeyim siz anlayın.

Sunday, November 1, 2009

Ben, kendim, benliğim

Bir iki aydır sağda solda okuduğum yazılarda gördüğüm ve birkaç arkadaşımdan da duyduğum bir kitap vardı. Aykut Oğut'un "Evrenden torpilim var" adlı kitabı.


Kişisel gelişim kitaplarına güvensizliğim daha çocuk yaşlarımda başlamıştı aslında. Babamın iş yerinde çalışanlara dönem dönem çeşitli kitaplar hediye edilirdi (ne güzelmiş, hala yapan şirket kaldı mı acaba?). Favorilerim bir dönem aynı şirkette çalışmış olan, Muzaffer İzgü'nün eliyle imzaladığı hikaye kitaplarıydı. Arada bir de Doğan Cüceloğlu'nun ağırlıklı olarak gençlerin gelişimlerine yönelik kitapları gelirdi son dönemlerde. İşte tam da bu noktada kitapta yazanları pratiğe dökmede sıkıntı yaşadığımdan bu tip kitaplara karşı hatrı sayılır önyargılar edindim. Zamanla karşıma çıkan farklı kişisel gelişim kitaplarıyla da bu önyargılarımın haklı sebeplerini oluşturdum kendimce. Belki yanlış kitaplarla karşılaştım (kendim araştırıp bulmuyordum, karşıma çıkanlara göz atmak kafiydi), belki uygun olmayan zamanlarda uygun olmayan içeriklere denk gelmiştim... Bilemiyorum. (Satış konusunda denk geldiklerimin zaman ya da içerikle problemi de yoktu aslında ama durum değişmedi)


Mesela bir dönem anlata anlata bitirilemeyen Secret saçmalığı vardı. Her tarafından samimiyetsizlik ve ticaret akan... İlkokulda size de yaptırdılar mı bilmiyorum ama biz resim derslerinde dergilerin çeşitli sayfalarını minik minik kopartır, o minik parçaları renklerine göre ayırır ve hayal ettiğimiz resmi bu kağıt parçalarını uygun renkte yapıştırarak oluştururduk. İşte bu Secret denen kitap da kağıt kalitesinden ötürü sadece bu uygulamaya yarar diye düşünmüştüm okuduğumda. Hiç değilse daha yaratıcı bir amaca hizmet etmiş olurdu.


Yazımın en başında bahsettiğim kitabı da bir anlık galeyana gelerek aldım, okudum. İçerik Secret da dahil olmak üzere, pozitif düşünceye yönelik birçok mecrada ifade edilen şeylerle paralellik taşısa da en azından yazarın üslubu daha içten, daha güne adapte edilebilir gibi geldi bana. Bu kitap hala bu tip kitapların insan hayatına etkisi konusunda inançlarımı baş aşağı etmiş değil ama satır aralarında ufak da olsa motive edici detaylar bulmak mümkün.


Kitapta bana en çok çarpıcı gelen şey şu oldu; "ego" kelimesi Latince kökenli bir kelime ve anlamı Latince'de "ben" anlamına geliyor. Yani ego aslında insanın kendisi, benliği... Zaman zaman kendimizi mutsuz hissediyoruz, egomuz acıkıyor, asabileşiyor, birilerinin hakkımızda güzel şeyler söylemesi ya da kendimize güvenimizin artması da egoyu doyuruyor ve sakinleştiriyor. İnsanın en büyük psikolojik savaşı egosuyla, kısacası insan aslında sürekli kendisiyle mücadele halinde... Ve egonun karakteri çocukluk yıllarında oluşuyor, o dönemde yaşananlar insanın bugününe iç mücadele olarak yansıyor. Ne kadar doğru özetleyebildim ya da ifade edebildim bilmiyorum ama bu başlık altında anladıklarım ilgimi çekti diyebilirim.


Aykut Bey'in kitabın sonunda verdiği birtakım egzersizler var. Amacını tam hatırlamıyorum ama ego ile iletişim kurmanın en güzel yolu çocuk halinize zihinsel bir yolculuk yapıp, kendisini karşınıza alıp konuşmanız.


Az önce bu aklıma geldi ve gözlerimi kapatıp bugünden geriye doğru hızlıca yürümeye başladım. Hatırladığım en eski evimize gittim. Apartmanın kapısından geçtim, duvarların rengine baktım, merdivenlerden çıktım, o kırık beyaz, boyaları çatlamış kapıyı çaldım. Daha genç, daha diri annem açtı kapıyı, beni içeri davet etti. Minicik holden geçip salona girdim. Tam karşımdaki koridor kapısından kahverengi bıyıklı babam kumaş pantolonu, ince gri çizgili beyaz gömleği ve kolormatik camlı gözlükleriyle geldi. "Hoşgeldin" diyerek elimi sıktı, sırtıma yavaşça dokundu ve salondaki büyük, kaplamalarının köşeleri gitmiş olan yemek masasına yönlendirdi. Annemle sağımda duran mutfağa girip kapısını kapattılar. Masada altın sarıları aralara karışmış açık kahve, lüle lüle saçlı çocukluğum, beyaz pamuklu külotlu çorabını ve mavi kot jilesini giymiş, ellerini çenesinin altında kavuşturmuş, cama arkası dönük oturuyordu. Yanına usulca oturdum. "Ben senin büyümüş halinim biliyor musun?" dedim. Kısacık konuşmamız şimdi aramızda kalsın ama masadan kalkarken çocukluğuma sarıldım, başımı kıvırcık saçlarının doldurduğu boynuna gömdüm, öptüm.


Hayal tabi tüm bunlar. Astral seyahat etmiş değilim, ya da dünyadan kopup meditasyon yapmış da değilim. Kitapta tavsiye edilen içerikte bir konuşma da yapmadım. Ama ne kadar özlediğimi, hatırlamanın ne güzel şey olduğunu anlamak çok başka oldu. Sadece hayal ettim ve bugünkü halime enteresan bir yerden bakmış oldum.


Tezim şu; insanlar büyük üzüntü duydukları olayların olduğu zamanlara gittiklerini hayal edip, o zamanki halleriyle o konuda dertleşseler, o zamanki hallerini teskin etseler nasıl olur? Geleceğe dönüş filmindeki gibi zamanda yolculuk yapmış ve o zamanki halinin hislerini değiştirerek bugünlerini etkilemiş olmazlar mı?


Zamanda yolculuk teknolojik anlamda hayal ettiğimiz gibi değil de belki böyle birşey olamaz mı?


Sen kafayı yemişsin diyenler varsa, çekinmesinler, anlarım :)


P.S : Kitap öyle veya böyle çocukluğumla yeniden tanışmama vesile oldu ya, canım o benim canım :)))