Sunday, May 31, 2009

Bana göre babam...

Bir pazar öğleden sonrasında baba işyerini ziyaret etmek pek de güzel olurmuş.. Pamuk elleriyle her gün görev bilip yaptığı şahanelere bakmak zevk doluymuş.. Senelerce sevmediği bir işi, bizlerin geleceği için yaptıktan sonra, emekliliğini 50 senelik göz bebeği olan Klasik Türk Müziği'yle dolu, hasretle beklediği şekilde geçirmesi ne de özenilesiymiş..





Hobisine bile vergi levhası koyacak kadar dürüstmüş...



Sedefle işlemiş adının soyadının baş harflerini.. İsmi Hüseyin, soyadı Yerliyurt'muş...




O minik dükkana girince insanın ruhunun içine kadar müzik girermiş..



Akşamlar sesini çağırır bana demiş..




Kim bilir kaç eser bestelemiş..





Kızının her adımında, aklının bir köşesinde dururmuş..






Minik dükkanın her köşesine sevgisini serpmiş..






Bir zamanlar benim yaşımdaymış...






En kadife sesiyle şarkılar söylermiş... İsteyen buradan dinlermiş..





Bir müziğe ömrünü vermiş...





Kalbi gibi süslemiş udları..




Hem yapmış hem tasarlamış...




Keman çalmış, ud çalmış...






Gözdelerini başucuna asmış.. Belki müşteri çıkarsa satarmış...





Yeni bebek yoldaymış...




Yol arkadaşlarını sıra sıra dizer, ortalığa atmazmış..




Bu dükkanda ne ararsan varmış...



Bazen marangoz...




Bazen oymacıymış...







Işıkta, karanlıkta, durmadan çalışırmış..





Her detaya ince ince özenirmiş..


Tek tek, parça parça uğraşırmış...

Kızı müziksiz kalmasın diye seneler evvel yaptırdığı araba teybinden bozma sistemi, hemen yanına koymuş...

Kanun demiş, candır...

Gündüz aşkının adını "Beste" koymuş...
Bir kızı varmış ki, yanındayken dünyalardan mutluymuş...

Bir baba varmış Kadıköy'de.. Ud keman dersleri verir, kendine ait el yapımı udlar satarmış...
Bir baba varmış yüreğimde, sevgiymiş, aşkmış, notaymış, insanmış....

Tuesday, May 26, 2009

Çocuk yetiştirmek



Anne-çocuk bloglarının sayısı inanılmaz düzeylere ulaştı son zamanlarda. Bazıları çocuklarının gün içinde ne zaman pırt ne zaman kaka yaptığı, ya da hangi oyuncaktan hoşlanıp hangisini sevmediği konularından öteye geçmese de, bazıları var ki (örn: defdefin annesi, ece arar) genel olarak anne olmanın nasıl bir yolculuk olduğunu, zor durumlarda nasıl tavırlar aldıklarını, ne zaman nasıl hatalar yaptıklarını, güçlü taraflarını, en zayıf anlarını, gelgitlerini, anne olmayan ruhlarını, annelikten çıkamayan kalplerini, kısacası tüm içsel olaylarını paylaşıyorlar. Bu tip blogları anne çocuk blogu olarak kısıtlamak ne kadar doğrudur bilemiyorum ama bu bloglar sayesinde hiç aklımda olmayan, bir süre de olmayacak olan çocuk konusunu uzaktan da olsa gözler oldum.


Çocuk yetiştirmenin ne büyük zorluk olduğunu, hayattaki sorumluluklarım arttıkça daha da çok tahmin eder durumdayım ama çeşitli yerlerden okudukça şunu farkediyorum ki insanın iç huzurunu ve dengesini bozmadan, çocuğuna sağlıklı, sorunsuz bir kültür ve karakter aşılaması neredeyse imkansız. Herşeyden öte dış faktörler giderek daha fazla etkili ve acımasız hale geliyor ve anne - babaların ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar çocuklarını bazı durumlardan izole etmesi imkansızlaşıyor.


Bambaşka bir yere bağlanacak bu konu aslında ama birçok şeyin altında insanın nasıl yetiştirildiği gibi önemli bir detay mevcutken konuya farklı bir giriş yapamazdım.


Babam son derece katı, dediğim dedik bir karaktere sahip olsa da çocukluğumdan beri bu karaktere ters gidecek ne varsa yaptım belli sınırlar dışına çıkmadan. Örneğin akşam hava karardıktan sonra dışarı çıkmama izin vermezdi, milyonlarca kez bu yüzden bıkmadan usanmadan kavga ettim, kabul etmeyeceğini bilsem de kendi mantığıma göre olayları ne şekilde gördüğümü, ne konuda haklı olabileceğini ne konuda düşüncelerini gözden geçirmesini istediğimi söyledim. Bazen sinirinden bağırdı çağırdı, bazen 1 hafta konuşmadı, bazen de dalga geçti. Ama bunları yaparken bir şekilde beni hep dinledi ve farklı bir zamanda beni o an dinlediğini hep belli etti. Zamanla izin vermediği, karşı çıktığı, kabul etmediği birçok şeye müsade eder oldu, ya da hak verir oldu. Onun değil benim haklı olduğumu bazı durumlarda kabul etti. Kısacası babam bana hak verdi, bazen de ben ona. Sonunda uzlaştık, ben onlara minnettar, onlar benden gururlular şimdi.



Sayelerinde inandığım şeyi sonuna kadar savunmanın, mantıklı ölçülerde inat etmenin, yılmadan usanmadan kendi hakkımı savunmamın ne kadar önemli olduğunu, karşılığında mutlaka ama mutlaka doğru anlamda birşeyleri değiştirebileceğimi görmüş oldum. Bana göre olması gereken bir karakter özelliği edinmiş oldum.

İyi mi oldu, kötü mü, işte orasını bilemiyorum..


Çünkü hayat annemle babamın beni mükemmele yakın yetiştirme çabasına denk adalete, hoşgörüye ve mükemmelliğe sahip mi emin değilim. Doğru olduğuna emin olduğum, yanlış kısmını görüp düzeltmek istediğim, iyisiyle kötüsüyle, gerekirse bağır çağır, insanlık çerçevesinde tartışıp hem öğretip hem öğrenmek sonunda kimseye küsmemek ya da kimseyi küstürmemek istediğim, mücadele verip, o mücadelenin kazanımı için kafa patlatmayı arzuladığım, monotonluktan, rutinden, gizli bağnazlıktan, kendini tekrar etmekten uzak durumlarda, kendimi aşacak, yenileyecek, aydınlanacak, karanlık bir kuyuda debelenmeyeceğim şekilde içine dahil olmak istediğim o kadar çok konu, o kadar çok hayal var ki...


Basit ya da karmaşık, birçok konuda, düşüncelerimi dile getirirken artık sıklıkla "hiçbirşeyi değiştiremiyorum" duvarına çarpmaya başladım. İş, arkadaş, trafik, sokak... Nerede olduğu önemli değil. Bu duvara çarpmak, sürekli hayal kırıklıklarıyla yaralanmama sebep olmaya başladı. Hayatta en büyük gücümü, yılmazlığımı, ısrarcılığımı, savunuculuğumu söndürmeye sebep oldu. Ben yılmıyım desem de, içinde bulunduğumuz dünya, ya da genelleştirmeyelim, ülke diyelim, öyle katı ve at gözlüklü bir hiyerarşiye sahip ki, "Çıplak Vatandaş"taki sahne giderek çok daha fazla önem kazanıyor gözümde..


Bu yüzden sorguluyorum bu aralar;


Şimdiki anne babalar çocuklarını yetiştirirken modern kitapları ya da teknikleri ciddiye alarak kendini ifade edebilen, demokratik, modern, dinamik çocuklar mı yetiştirmeli, yoksa dönemin sosyolojik koşullarına uyan standartta bir evlat yetiştirip evlatlarını böyle can sıkan hayalperestliklerden koruyacak bir vasatlık dengesinde mi tutmalı diye...



Bir ada seyahati

Haftasonu bol koşturmalı bir günün akşamı, koştur koştur Bostancı vapur istasyonuna vardım.. Cenk beni bekliyordu endişeli gözlerle. Bir elimde fotoğraf makinasının çantası, bir elimde Salı pazarından hallice kendi çantam nefes nefese vardım... Saniye farkı ile vapura bindik.. İskele kalktı, vapur kıpırdadı, ben nefesimi düzenlemek için bir 10 dakika geçirdim. Cenk "Ne güzelsin!" dedi. Güzelleştim... Yukarı çıktık.. Dostlarımızı aradık... Birlikte açık tarafa oturup, iki şipşak arası sohbet ederek Heybeliada'ya vardık.. Ada sokaklarında, eskiden kalma nefis evler arasında, çiçekler ve kuş sesleri içinde yürüdük... Öbür dostlarımızın şahane evlerine geldik.. Şahane bir eski apartman içinde, elleriyle şahane yapıkları evlerine.. Balkona yerleştik... Şarap içtik, peynir yedik, bazen sustuk bazen konuştuk.. Bol bol resim çektik... Özlemişiz, uzun zaman olmuş, onu farkettik. SED'i, Şebo'yu aradı gözlerimiz.. Bir güzel akşam daha su gibi aktı gitti, tadı damağımızda kaldı..
İyi ki varlar.. İyi ki cömertçe paylaşıyorlar keyiflerini bizimle..






Bu resimler Tubiş'in bana gönderdikleri.. Bir de benim çektiklerim var, en kısa zamanda Bana Göre serilerinden birinde yansıtacağım...

Tuesday, May 19, 2009

Umursamadan







Sözlerini bile dinlemeden, Cenk her ne kadar Coldplay'in kendi cinsiyeti ile ilgilenen kişilere daha fazla hitap edeceğini düşünse de ona kulak vermeden, gözlerimi kapatarak, Parachutes albümünü dinlemek istiyorum saatlerce. Sıcak ama esintili bir havada, tek başıma şezlonga uzanarak yapsam ve elimde buz gibi, az şekerli bol limonlu bir mojhito olsa, tadından yenir mi bilmiyorum.

Sunday, May 17, 2009

Bana göre İstanbul Vol.4

Biz bu haftasonunun "Pazar" adı verilen gününde, İstanbul'un en büyük pazarının yakınlarına gittik. Kapalıçarşı kapalıydı ama Sultanahmet meydanı cıvıl cıvıldı.. O kadar güzel ki.. Sanki başka bir ülke, sanki başka bir tarih, sanki tatil...

















Belki hiçbirşeye sahip değil ama belki de dünyanın en dertsiz tasasız adamı...






Hep derler, Avrupa sanat dolu, her köşe başında bir ressam vardır. Sıkıldım bu Avrupa'nın şahaneliğinden, görmek istediklerimi gördüm bugün sadece.. Buyrun bizim ressamlarımız..








Yemek yemeyi ihmal edeceğimizi sanıyorsanız yanılırsınız. Fazladan gelen 10 kilo gökten zembille inmiyor!










Yemişim şahane bir Meksika usulü dürüm, gözlerimin feri yerine gelmiş :)





Sanki sadece turistlere özel. Biz de turist gibiydik ama oturamadık böyle sokaklarda.. Bir dahakine söz, kazıklanma pahasına olağanca Türk'lüğümle oturacak ve şarabımı yudumlayacağım..






O yemekten sonra dondurma güzel olmaz mı dedi biri ve diğerleri yerinden fırladı. Soluğu Mado'da aldılar. Esas kız karadutlu sadeli dondurmayı hüpletirken pek de mutluydu. Masal da burada bitmedi..





Kadrajdaki kalabalık gitsin, sadece bu adamları ve binayı çekebileyim diye epey bekledim. Artık adamlar bana kötü kötü bakmaya, Cenk de beni hırsla çekiştirmeye başladı ve nihayet kaldırım boşaldı, deklanşör şıkladı... Öylece bekliyorlar. Gömlek renginden anladınız mı neyi beklediklerini?




Aslında bu güvercin temalı fotoğraflar genellikle cami avlusunda çekilir ama benimki öyle değil. Restore edilen ama 2 senedir restorasyonu bitmeyen Çemberlitaş'ın gölgesinde mısır hüpletiyolardı bu fıstıklar..








Nargilesiz olmaz dedik, uzun zamandır gitmek istediğim medrese içindeki nargileciye gittik en sonunda. İçmeseniz de gidin bir adaçayı söyleyin, havasını koklayın, sedirinde yayılın.. En kalbalık anında bile sessizlik nasıl oluyor görün..



Ateşçiler köz alevlendirme peşinde..

Böyle dar bir koridordan geçip ortadaki avluya gidiyorsunuz...

Avlunun tam ortasında çardak gibi birşey, onun da ortasında kocaman bir akvaryum. İsterseniz o akvaryumun çevresini saran sedire, isterseniz avlunun duvarlarına dayalı sedirlere yerleşin...


Sonra tüm günün keyfini katlamak için bir adet aromalı nargile, bir adet de adaçayı söyleyin. Yanınızda sohbeti güzel birileri de varsa kalkmak ister misiniz bilemiyorum..