Monday, April 30, 2007

Tuhaf bir hafta


Bu hafta garip bir hafta olacak. Neden mi?

Mesela daha cok uyumaya karar verdim ben bu hafta. Uykusuzluktan resmen arabaları oralara buralara vurmaya basladim. Hoş birsey degil tabi. Cok uzun süredir direniyorum iş hayatına karşı. Geç yatıyorum, az uyuyorum, dayanırım diyorum. Ama öyle olmuyor galiba. Uyku düzeniniz bozulunca ve her gün en fazla 6 saat falan uyumaya başladıysanız, bir noktadan sonra, özellikle sabahları, dikkatinizi toplamakta problem çekmeye başlıyorsunuz. Böyle olunca da araba falan sürerken sürekli adamların arabalarına arkadan dokunmaya, çok uykusuzsanız da tamponunu falan yamultmaya başlıyorsunuz. Yok başıma geldi ordan biliyorum. :)

Yaniii... bu hafta daha cok uyuyacağım. Erken yatan erken kalkar.

Sonra bir de göbek ve yemek ikilemi var. Yahu resimlere falan bakıyorum. Resmen manda gibi oldum. Mandalar bile benden daha asil duruyorlar. Yani, aslında sürekli oturan, hiç spor yapmayan ve dana gibi yemek yiyen biri için bu kadar kilo almak normal. Tartılmadım ama herhalde 90 üzeriyim, kesin üzeriyim, 100 değilim inşallah, 100 müyüm lan yoksa?

Acilen bir diyetisyen (annem ve tubik) eşliğinde hafif ve lezzetsiz ve sebze ve meyve ve birüsürü hepsi brokoliye benzeyen tuhaf şeyleri yemeye başlamam lazım. Tab bunu yaparken makarna, pizza, ham-hur-her vesaire gibi ürünlerin de sarfiyatını minimuma indirmem gerekiyor. İki türü de yersem olmaz dimi? Eskisinden daha bile fazla yemiş olurum. Tamam çözdüm ben. Ben artık sebze yiyecem. Makarna yesem bile (oha nası caydım bi anda diyetten) yağsız tuzsuz olcak.

Tubik de yorgun epeyce. O da artık pek de dayanamıyor benim hergün kendisini alıp geceyarılarına kadar oraya buraya sürüklememe. Şöyle düzenli bir hayata geçmenin zamanı geldi.

Ya ne güzel kararlar vermişim bak kendi kendime, gördünüz mü? Hoşunuza gitti dimi?

Hmm... öğle yemeğine de az kalmış. Hadi öpüyorum gıdınızdan.

Not: O resim ne lan dediniz yazıyı okumaya başlayınca, dediniz biliyorum. Ben o resimde kendimi denedim, ben de havalı oalbiliyor muyum diye falan, olamıyormuşum. Çok net anladım, bir daha denemicem, pardon.

Tuesday, April 24, 2007

Aniden gelen

İyilerle kötüler arasında sadece bir tane fark vardır. Geri kalan herşey aynıdır çünkü onları seçen tektir ve onlar seçildiklerinin farkında olmadan, seçildikleri şekilde yaşamak durumundadırlar. Mevcut olan tek fark iyilerin şanslı olmasıdır. Kötülerin en büyük şanssızlığı ise ne kadar şanssız olduklarının farkına varamayacak kadar kötü olmalarıdır.

Sunday, April 22, 2007

Yaşasın 23 Nisan, Neşe Doluyor Tubik!

Evet. Yarın 23 Nisan. Resmen çocukların ve hala çocuk olanların bayramı gibi birşey. Biz ise yaşlandık ve artık çocuk falan değiliz. Nerden anladım biliyo musunuz? Cuma günü 2 tane müşteri görecem diye toplamda 590 km yol yaptıktan sonra anladım. Yorucu bir gündü, ne güzel ki haftasonu bayramla birleşti, tam süper bir tatil oldu. Tubik ile beraber güzel bir hafta sonu için çalışmalarımızı sürdürdük ancak mali sıkıntılar çok feci. Lunaparka falan gideceğiz ama bakalım, en fazla atlı karıncaya falan bineriz herhalde. Öbür çocuklar da annelerinden aldıkları 100 milyon ile her türlü hızlı alete ve korku tüneline girerler. Adi çocuklar. Ulan çocuk kadar param yok be. Nası iş bu? :)

Şu anda da evden çıkmak üzereydim aslında. Fuara gidecem. İş bitmiyor. Fuara gidip bi bakınmam lazım. Dün de yaptım. Bugün de. Şöyle bi gezinip çıkacam. Tanıdık falan görüyosunuz fuarlarda, güzel aslında ama, haftasonu haftasonu da çekilmiyor. Ordan da geçen haftaki gibi bir piknik operasyonu olabilir.

Hepinizi çok seviyoruz. İyiyiz biz merak etmeyin. Yakında süprizlerimizle geliyoruz. (Süpriz derklen blog olarak hediye falan vermiycez, niye yanlış anlıyosunuz ki? Alla alla...)

Saturday, April 7, 2007

Tubik'in dönüşü...

Ankara gezimizin de sonuna geldik. Hatta geçtik bile. Üzerimde bir yorgunluk var. Anlatılacak pek bir şey yok aslında. Günde 4 farklı şehir görme potansiyelinde geçen bir seyahatti işte.. 5 gün boyunca yaklaşık 14 saat işten başk birşeyin konuşulmadığı, araba tepelerinde, "amin" kokulu dökümhanelerde, birbirinden cins adamlarla iletişim kurmaya, çimento üretim prosesini ısrarla çözmeye çalışıp yine de anlayamayarak, sevgili patronu birgün benim de iyi bir satışçı olabileceğime inandırmaya gayret ederek geçti gitti.. Arada bir kahkahalar attıran durumlar da olsa, çok yorucu, çok sıkıcı, çok ayıp ama insanın beynini eline veren bir geziydi. Metabolizmam hala normale dönmedi. Hala not defterimi elime alıp birilerine "ortalama kaç döküm alıyosunuz?" diye soracakmışım gibi geliyor. O girdiğimiz çimento fırının içerisinde, intikal kamarasında, değiştirilmekte olan tuğlaların üzerindeyken, şu an sanki hala ayaklarım yanıyor..

Bir haftadır ağlamak istiyorum.. Hüngür hüngür ağlamak, içimde ne olduğunu bilmediğim ne varsa ağlıyım da içimden çıksın istiyorum. Neden böyleyim bilemiyorum. İçimdeki doluluğu boşaltamıyorum. Sadece ağlamak istiyorum. Keyfim kaçık. İsteksizim. Herkesi çok özlemiş olsam da deniz kenarında yalnızlığımla denizi koklamak, şırıltısını dinlemek istiyorum...


......................


Bu akşam ailecek toplanıcaz ve Cenk'lere gidicez. Bizim aile bireylerinin ne şekilde nasıl toplanacağı konusunda bir fikrim yok. Herkes biryerlerde.. Umarım başarabiliriz. Cengiz Amca, Beyhan Teyze, Ayşegül Apla , bizimkiler, abilerim ve Yeliz gidicez işte.. Çok güzel bir akşam olacak.


......................

Buyrun. Sizi bu eğlenceden mahrum edemezdim.. Fırından çıktığımız an, bu an...


Tabi bu da var...

Ve Ankara gezimizin en inanılmaz görüntülerinden birtanesiydi bu.. Teşhir etmek istemezdim ama dayanamayacağım. Olur da sahibi bu satırları görürse fazla küfür etmesin.. Zaten o plakayı kabul ettiğine göre hoşgörülü bir insan olduğunu tahmin ediyorum....

Eski resimler v1.0


Vay bee, bak ne kadar zayıfız, daha askerlik yapmamışız (beraber yaptık, tabi tabi, Tuba Asteğmen yaptı), arkadada saçma sapan bir Werder Bremen - Fenerbahçe maçı var. Düşünüyorum da. Ulan bi Tophane değişmemiş. Aa-a, o da değişti, artık eski nargileme gidiyorum. Hadi öptüm gözlerinizden.

Best Regards.

Tuesday, April 3, 2007

Çay

"Çay!" dedi çocuk. "Tek istediğim bir çay!" Son cümleyi içinden söylemişti. Artık insanlara karşı daha sabırlı olmayı öğrenmek istiyordu. Sabır kelimesini yeni öğrenen biri için büyük ilerleme kaydettiği bile söylenebilirdi. Genelde gittiği yerlerde garsonlar ilk anlarda pek de sevmezlerdi bu siyah saçlı çocuğu, sonra vazgeçerlerdi bundan, ikinci çay siparişi gelirken.

"Abim be, bi çay demiştim ben ama, kalabalık tabi burası".

Söylediklerinden memnun yanındaki kıza baktı. Saçlarının renginden mutlu olmayan ama saçlarının bir teli için canını verebilecek bir erkek arkadaşı olan bir kızdı bu. Büyük gözleri vardı. Mutlu olduğunda parlarlardı, mutlu olduğunu bütün dünya anlasın diye. Kolundaki saat önemli bir günün hediyesi olmalıydı. Çok önemli bir günün. Çok hızlı geçip bittiği için üzüleceğiniz türden bir gün. Kız gözlerini kaldırdı, denize doğru baktı. Açık havada olduğunu hatırladı, üşüdü. Üşüdüğümü söylesem mi diye aklından geçirdi.

"Üşüdün mü?"

Çocuk cevabı beklemeden paltosunu kızın omuzlarına astı. Bakıştılar. Sayısız düşünce geçti çocuğun aklından. Tıpkı bundan evvelki 450 gün boyunca olduğu gibi. Kızın ne istediğini hiçbir zaman anlamazdı. Anladığı zamanlarda ise bununla o kadar övünürdü ki, bir değeri kalmazdı.

"Teşekkür ederim." dedi kız yavaşça. Meşhurdu onun teşekkürleri. Çocuk bayılırdı o tane tane dökülen hecelere. Ufak şeylerden mutlu olmasını bilen bir çocuktu o. Kız da çocuğa böyle minik hediyeler vermekten hiç çekinmezdi.

"Gözlemen soğudu... Sanırım şu an tam karşımda yenmek için can atan bir gözleme parçası duruyor dostum! Hmm hmm...Evet!" dedi çocuk gevrek gevrek. Kız baktı, şunu açık açık söyle der gibi gülümsedi, ufak bıçak darbeleri ile ikiye böldü gözlemeyi. Büyük parçayı çaktırmadan çocuğa verdi. Her zaman yaptığı gibi. Çocuk itiraz etseydi; "Yok ben valla doydum" derdi. Kıza göre en adil bölüşme buydu. Neticede ikisi beraber yiyeceklerdi.

"Çay? Sizin miydi? Buyrun."

Ne kadar da geç kalmıştı bu çay. Bir çay 20 dakkada gelmez miydi?

Garson duymuş gibi çocuğa baktı. Çocuk kızgınlığını belli ettiği için utandı. Hep yapıyordu bunu. Gözlerini kaçırdı. Kaçırdığı yerde kız vardı, kıza baktı, utancını unuttu, güzel şeyler geldi aklına.

"Seni seviyorum." dedi uzun zamandır konuşmuyormuş gibi bir ses ile. Sonra panik yaptı, "Sen de çay ister miydin?" dedi, arkasını döndü. Garson gitmişti.

Monday, April 2, 2007

Gidiyor, yine gidiyor.

Evet, İstanbul'dan gidiyor Ankara'lara. Bu iş gezileri de fazla olmaya başladı. Sürekli bir gezmeler, bir ziyaretler. Nereye kadar bakalım. Çok özlicem Tubik'imi. Ama tahminim büyük şehirler falan hep bitti. Uzunca süre bir daha böyle haftalık gitmezler müşteri ziyaretlerine.

ALlahtan haftasonumuz süper geçti. Açıkcası aktivitelerin çoğunun içinde İzmir'den gelen yeni İstanbul'lu devrem, mobilyacılar kralı Aykut vardı. Kanyon, Metrocity falan gezdik, Taksim'e gider gibi yapıp Nişantaşı'na aktık. Sonra Yusuf Abi'yi ziyaret ettik. Yedik içtik. İyi oldu. Sosyal hayatımız renklendi. Aslında şöyle de denebilir. Sosyal hayatımızın karnı doydu. Her yerde yemek yedik. En son gittiğimiz yerde cheesecake yiyeyim dedim, bitiremedim. Herhalde yemek bitirememem bir elin parmaklarını geçmez ama işte, bitmedi.

Bugün de oraya buraya gittik, geceyi de nargilede maç ile bitirdik. Bu güzel haftasonunun üzerine yoğun bir iş haftası bakalım bizi ne kadar mutlu edecek? :)

Sevgili sözlüm de hemen gidip gelir inşallah. Özlerim bak, özledim bile.

Sunday, April 1, 2007

Bu sefer Ankara

Yine yolculuk var. Yine bir hafta sürecek. Gitmek istemiyorum. Hepinizi seviyorum.