Monday, June 25, 2007

Öyle birşeyler işte

Sabah uyandım. Dün gece hiç uyuyamamıştım zaten. Sabahları genelde uyanmamla evden çıkmam arasındaki vakit 20 dakika falan oluyor. O da duş yapıp traş olduğum için. Duşa girdim, kafamı musluğa koyup uyuyakalmadan saliseler önce kendimi uyandırdım tekrardan. Sonda dün tanıştığım çocuklar geldi aklıma, reklamcılar. Sonra bugünlerde Tubik'imi uyandırmamın gerekmediği. Kafamı sabunlarken arabadaki çantada kaç dal sigara kaldığını düşündüm. Duştan çıkarken de az yemek yemem gerektiğini. Sürekli birşey düşünerek vakit ne kadar çabuk geçiyor dimi? Üstümü giyerken bugün eve döndüğümde direk uyumam gerektiğine karar vermiştim. Evden çıkarken de evde ice tea olmamasına kızgındım.

Kaptırmışız kendimizi, gidiyoruz. Kendimize odaklanıyoruz, önceliklerimizi şaşırıyoruz. Etrafımızdakiler unutuyoruz, rutin diyoruz, monotonlaşıyoruz. Yapacak çok şey var aslında, birrr sürü şey. Tubik her zaman öyle der ve çok mutlu olur. "Şu hayatta yapabileceğimiz ne kadar çok şey var! :)" Hadi yahu o zaman uyanalım, etrafınıza bakın, eskiden çok sevip şimdilerde unuttuklarınızı arayın, sorun, öpün. Eskiden yapıp da şimdi hiç yapmadığınız şeyleri deneyin tekrardan. Hayat vallahi akıp gidiyor. Siz de içerisinde kaybolmayın.

Bir de şuna benzer birşey yapın!



Seni seviyorum Tubikiiiiiimmmm!!! :)


Eee... Tabi aynısını yapmayın. :)

Sunday, June 24, 2007

Kilyos


Evet. 3 günlük bir tatildi aslında. Gergin anlar da oldu ama genelde oldukça eğlenceli ve gülücüklerle dolu bir 3 gündü. Önce doğumgünü kutladık, arkadan arkadaşları bizim eve topladık, zira annemler evde yoklardı, ki nerde oldukları tamamen ayrı bir başlık konusu. Evde de içtik, onları yolladık. Uyumaya gittik. Arkadan ilk günkü ekibimizden yine Selinomuzla ve Halil Abi ile buluştuk. Galata'da güzel bir yemekten sonra yine eve içmeye gittik. Sonraa...

Sonra da plaja gittik.

Evet, yaklaşık 3 senedir, daha fazla da olabilir, plaja gitmiyordum, denize girmiyordum. Bunlara nispeten daha alışkın olan Tubik'imin yardımları ile denize girdik. Güneşlendik. Bütün bunlar Kilyos'da bir halk plajında oldu. 3000 kişi vardı kapıdaki adamın dediğine göre. Olsun, yine de güzeldi. Yüzmek ne güzel şeymiş, çok dalga vardı ama çok zevkliydi. Tabi yüzdüğümüz yerin 2 metre önünde Ajdar'ın da yüzüyor olması bize kendimizi oldukça "sosyetik" hissettirdi. Ajdar değişik bir tip gerçekten. Herkez onu kesiyormu diye herkezi kesiyor. :) Ha bir de, oldukça tüylü bir abimiz.

Güneşten bir türlü yanamayan Tubik'im, renk değişikliğini sadece çilleri ile sağlamaya çalışıyor. Yukarılarda bu resmi görebilirsiniz.

Şu aşağılarda da Özgür'ün motorsikleti ile geldiği ve bizimle Moda'da buluştuğu geceden bir resim var. Resim çok güzel ama gece o kadar iyi bitmedi. Özgür'ün motor bozuldu, saatlerce onunla uğraştık, PS2 planlarımızın suya düşmesi bir yana, acaip yoruldu Özgür. Motorsikleti oradan oraya itmek zorunda kaldı. Geçmiş olsun diyorum tekrardan.



Haydi kalın sağlıcakla. Yorumlarda bu ara bir azalma görüyorum. Hiç hoşuma gitmiyor. Ona göre. Akıllı olun.

Friday, June 22, 2007

Doğum günüüüüüüüüümmmm!!!!

Nedir yani??? Bu bilmem kaç binlik yaşı olan dünyada sadece ve sadece 24 sene bulunmuşum ve 25'inci seneye giriş yapmışım... İşe bak.. Dünyanın da bir doğum günü var, benim de var.. Bişey mi? Elbetteki her blogumda yaptığım gibi dönemlik neler yaptım seansı bu yazımda da yer bulacak!

Hehehe!! Şaka şaka hemen korkmayın.. Nasıl sığdırayım ayol 24 seneyi buraya? 3 yaşımda çıkartmış olduğum, yerli yabancı 80'ler pop müziği + türk sanat musıkisi albümüm olan "All the times' Best of Tubik"ten başka iz bırakan bişeyim olmadı henüz. Topladığım hasılat beni 21 sene daha idare etti zaten.. Şimdi yeni arayışlar içindeyim..

Lafı uzatmanın anlamı yok.. Hepinize (onlar kendini biliyor) bu 24 senede bir şekilde hayatıma girdiğiniz, çeşitli anlarımı paylaştığınız, destek olduğunuz, zaman zaman üzüp çok sağlam dersler çıkartarak emin adımlar atmamı sağladığınız, sizlere bakıp kendimi bulmama yardımcı olduğunuz, Cenk'i bulmamı sağladığınız, aileminin değerini anlamama yardımcı olduğunuz ve bu dünyayı yaşamaya değer ve mutlu bir hale büründürdüğünüz için hepinize ayrı ayrı sebeplerden çok ama çok teşekkür ederim. Hepinizi seviyorum....

Aman Tanrım! Çok duygusal bir yazı oldu! Ve ben gözümün etrafındaki yeni çizgilerimle 25 yaşına geldim beaaa!!!!! Böhühühühü, en duygusal kısmı da bu zaten!!!!

Herneyse! Daha kuaföre gidicem....


Özetle;


İyi ki doğdum beeeeeeeeeennnnnnnnnn!!!!!!!!

Thursday, June 21, 2007

Yeni yaş durumları...

Yeni yaşımı karşılamaya hazırlanırken son durumlar şunlar oldu;

- İki gün önce istifa ettim... Şu aralar "Ev kızı 101" dersiyle kendimi geliştirmeye çalışıyorum.

Öğrendim ki güzel pilav için baldo pirinç kullanmak gerekliymiş. Fekat baldo pirinç diğer pirinçlere oranla daha pahalı olduğundan dolma falan gibi pirincin arada kaynadığı yiyeceklere alelade bir pilavlık pirinç de kullanılabilirmiş ekonomik olma açısından.

Ayrıca pazar alışverişinde ne olursa olsun 50 kuruş 25 kuruş demeden pazarlık etmek gerekiyormuş, yapılan hesaplamalara göre bu pazarlık sayesinde eve dönüş yolunda 3 adet de çakma parfüm alınacak kadar para kalabiliyormuş.

İyi karpuz seçerken tok bir ses değil, içeriden kütür kütür ses gelmesi gerekiyormuş.

Sağda solda görülüp de ilgi çeken her tarife aldanmamak lazımmış, zira sosyetik damak zevklerini anlayıp benimsemek güçmüş.

"Ev hanımı profili" diye bir profil gerçekten varmış. Yaz gelince kolsuz atletler, paçası kısa bol pantolonlar, terlikler ve kap kaç korkusundan çapraz asılan çantalar, ensenin biraz üzerinde toplanmış kısacık kuyruklu saçlar ve sade imajlar tam olarak ev hanımı üniformasıymış, üç kilometreden tanınırmış.

Pilava hakiki tavuk suyu koyulacaksa daha bir lezzetli olurmuş ve bire bir buçuk ölçüsü idealmiş. Normal su kullanıldığında ölçü bire iki oranına yükseltilebilirmiş.

En önemlisi de ev hanımı olmak büyük cesaret isteyen, "benim" diyen zilyonluk kariyer sahibi hatunların bile zor başarabileceği, tüm güçlüklere çözüm üretmek durumunda bırakan, sosyallikten bir miktar vazgeçecek, kendini evine, çocuklarına, eşine odaklanarak bir çok fedakarlık yapmak gerektiren, zor meşakkatli ve önemli bir işmiş.


- iş arama sürecine yeniden girdim...

ne kadar bayık, sıkıcı, sinir bozucu bir iş olduğunu yeniden görmüş oldum ve sabırlı olabilmek açısından kendimi sürekli surette avuturken buldum. Ha bu arada hiç de küçük denemeyecek, adını vermeyi uygun görmediğim bir şirketten arandım. Bana kariyer.net'ten yani modern iş ve işçi bulma kurumundan ulaşmışlar. "Satış ve pazarlama müdürü" pozisyonu için görüşmek istiyorlarmış. Dedim ki, " Bir yanlışlık olmasın? Ben mezun olalı 1 sene oluyor ve sadece 8 aydır çalışmaktayım." Arayan kız şu cevabı verdi "Zannetmiyorum, genel müdürümüzle görüştüğünüzde detayları öğrenebilirsiniz." Ben de "iyi" dedim.. Ne diyim, "mahmut" mu diyim?

- Ailenin tüm bireylerine hediye siparişi vermeye çalışıyorum...

Ancak kimse beni kaale almayıp "param yok" diyerekten başından atıyor. Zira koyu Fenerbahçe'li abimin bu düşkünlüğünden faydalanabileceğimi zannedip " Abi beaaa, bana Roberto Carlos forması alsana beaaaa" dedim ama aldığım cavap "hadi ordan len, deli" oldu...

- Şimdi gelelim sana sayın blog okuru...

Doğum günüm hasebiynen seni atlayacağımı zannediyorsan yanılıyorsun.. Sen belki bir Mustafa Koç, belki bir Güler Sabancı bile olabilirsin.. Kim bilebilir ki? Çok bir şey istemiyorum. Firmanızda açılacak olan "Yatış ve Azarlama Müdürlüğü" pozisyonuna talibim. Bu zor ve meşakkatli görev için senden sadece ve sadece 10 milyar maaş istiyorum.. Özel sağlık sigortaları ve senelik izinler dahil tabi. Yok ben yukarıda saydığın isimlerden değilim diyorsan, aşağıdaki listeden faydalanabilirsin... Pastaya üflerken aklımdan çok başka şeyler geçecek olsa da ben burada şimdiden püfff diyorum....

  • SLK 500
  • Mustang siyah
  • Video Kamera
  • Fotoğraf Makinası
  • Sezen Aksu'nun Kanlıca'daki yalısına komşu olan öbür yalı
  • Sezen Aksu'nun evinde şarap, yemek ve müzik keyfi
  • Robbie Williams, U2, Red Hot Chilli Peppers, Jennifer Lopez konserlerine VIP'ten ikişer kişilik bilet.
  • Harvey Nichols'tan 50.000 dolarlık hediye çeki.
  • Karayiplerde bir ay iki kişilik tatil.
  • Play Station 3 (ve gerekli oyunlar)
  • 100 küsür ekran plazma tv.
  • Sınırsız solaryum paketi.
  • Cadde'nin sosyetik kuaförlerinden sınırsız fön, boya, cilt bakımı, manikür, pedikür, cart curt paketi.
  • Yüzbinlerce kitabın bulunduğu bir kütüphane.
  • Accesorize'dan 10.000 YTL'lik hediye çeki. (Ya da siz dükkanın tamamını alın, rahatlayalım)

Dediğim gibi hediye almakta kararsız kalırsanız yukarıdaki listeden faydalanabilirsiniz.. Geri kalan hayallerim için kendi tırnaklarımla kazıyıp elde etmek daha keyifli olacak ;)

Sevgilerimle...

Monday, June 18, 2007

Eskiler güzeldir...

Sevgili blog ahalisi,

Bugün sizleri gönüllerin kainat güzeli, birtanelerin birtanesi, canım annemle, daha doğrusu annemin gençlik halleriyle tanıştırmak istiyorum. Elimde elbette ki bir sürü fotoğraf var ancak bugün sizlerle sadece 3 tanesini paylaşacağım. Bu üç nadide eser de sizleri dumurlardan dumurlara koşturacak potansiyele fazlasıyla sahip zaten. Huzurlarınızda canım annem;


Beni canlı canlı gören şanslı (!) kimselerin içlerinden "insan insana bu kadar benzer mi?" dediğini, ancak bunu derken, "ama, ama garip bir şekilde büyük de bir fark var, nedir yahu?!?" diye serzenişte bulunduğunu duyar gibiyim taaa buralardan. Boşuna güzel zihinlerinizi yormayın ben yardımcı olayım.. Benim annem çok güzel! Hiçbir şekilde mütevazilik yapamayacağım ender konulardan biri.. Annem çok güzel ve aramızdaki en büyük fark bu. Tüm bunları okurken sanmayın ki kendimin çirkin olduğunu iddia ediyorum (hahahahah tabi ki de hayır) sadece ben daha az güzelim...

Evet, benden yeteri kadar nefret edip tiskindiyseniz diğer fotoğraflara geçebiliriz... Annemle ilgili vermem gereken diğer detaylardan biri de zamanında (şimdi pek özenmiyo kendine, özense gönül yazarlar halt eylemişti) inanılmaz zevkli, kaliteli ve şık giyiniyor olması. Gençlik yıllarından kalma birkaç parça kıyafeti var, şimdi o kıyafetleri yaptırmak için servet lazım servet! Annemden kalma, çok iyi bakılmış bu süper ötesi kıyafetleri neden şu an benim değerlendirip giymediğimi soruyorsunuz değil mi? Bacağımdan geçse razıyım, yeterli mi? Fotoğrafta annem ve birbirinden çılgın iki arkadaşı var. Soldaki benim annem olur ve üstündeki kabanı da yıkılmaktadır;




Bununla bitti mi? Elbette hayır. Ortada büyük bir farklılık daha var... O kadar büyük ki, ne kadar büyük olduğunu tahmin bile edemezsiniz (en son ölçtüğümde 110'du). Annem kabul edilemez biçimde ince, minyon ve zarifmiş.. Hala da öyle.. İncecik bir bel, sağlıklı bir cilt, ameliyat hediyesi sevimli göbeği dışında genç kız sanıldığı, saçları benim sevgiliminki gibi erkenden beyazlamış yakışıklı babamı annemin babası zannettikleri çok olmuş. İşin kötü tarafı annem üçüncü ve sonuncu çocuğu "ben"i doğurduktan sonra 47 kiloymuş (benim en son ilkokul 5'te görebildiğim bir rakamdır bu). En nihayetinde bunun unutulmaz bir örneği, meslek lisesinde kendi diktiği kıyafetini dayılarımdan gizlenerek tanıtmakta olduğu okul defilesindendir ve aşağıda huzurlarınıza sunulmaktadır;




Kate Moss'lara Kylie Minouge'lara taş çıkartacak bu dünyalar güzeli annemin en önemli özelliği ise onu daha da güzelleştirenin "anne" olması, "o"nun gibi bir anne olmasıdır. O, bana göre içiyle dışıyla, yer yüzündeki en güzel annedir ve benim en kıymetlimdir...

Friday, June 15, 2007

Cenk yokken..

Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi bu aralar yazacak çok şey var, fakat yazabileceğim hiçbirşey yok.. Aslında son dört gündür biraz daha rahatladığımı söyleyebilirim. Cenk'in gidişi ve Dusseldorf'taki fuardan dolayı patronun da olmayışı sebebiyle izole ve boş bir fırsat buldum ve kafa tatili yaptım diyebiliriz. Hiçbirşey düşünmeden koy poposuna diyerek takıldım 4 gün. Ama çözüm bu mu? Tabiki değil.. Cenk gelsin vakit kaybetmeden onu da kendimi de darlarım yine :)

Evet.. Çok sevgili birtanem Cenk bugün gece saatlerinde yeniden İstanbul'da olacak ve ben de kendisini yarın göreceğim. Çok özledim, çok sıkıldım o burada yokken. Bir sürü şey yapacağıma dair kendime söz vermiş olsam da tasarladıklarımın büyük bir kısmı yapılamadı. Olsun. Yakın zamanda yeterince boş vaktim olacağa benziyor zaten.

Ancak bomboş da oturmadım elbette;

- Koccaman bir dergi aldım ve onu okudum.
- Annemlerle vakit geçirdim.
- Yemek yapmaya çalıştım (4 saat sürdü) beceremedim. Berbat şeyler ortaya çıktı.
- Kitap okudum.
- Ne zamandır hiç vakit ayıramadığım itüsözlük'e takıldım bol bol.
- Uzun zamandır yapmadığım kadar çok msn kullandım.
- TV seyrettim.
- Uyudum..
- İki iş başvurusu daha yaptım (inşallah sonuç çıkar).
- Cenki özledim.

Yapamadıklarımsa şunlar oldu;

- Nargileye gidemedim.
- İzlenmek için sıraya girmiş filmlere bakamadım (belki bu akşam donnie darko olabilir).
- Kendimle ilgili düşünüp karar vermem gereken, ortaya çıkartmam gereken hiçbirşeyi düşünemedim.
- Uyumuş olsam da uykumu alamadım.
- Odamı toplayamadım (ne zaman başarıyorum ki).
- Patronla konuşamadım.
- Arkadaşlarımı göremedim (aslında bunu biraz da tercih etmedim).
- Asuman'a su vermedim (önceki girilerimden kendisini hatırlarsınız).
- Yaptığım tatlıyı yiyemedim (gerçekten çok çirkin bişey oldu).
- Tasarladığım konularıblog haline yine ve yine getiremedim :( (böyle boş şeyler yazmaktan mutluluk duymuyorum).
- İş bulamadım :)


Durumlar böyle. Mesai bitimine daha bir saat var. Bugün geçmek bilmedi. Rüyamda saçlarımı Beckham modeli yaptırıyodum. Ama yapan adam gerçekten minik serçe Sezen Aksu'ya benzetiyodu beni Beckham'dan ziyade. Aynı zamanda Cenk ve Aykut devremin askerlik koğuşlarına giriyodum gizlice. Komutanlar beni farketmiyodu. Kantinmiş, lokalmiş, hepsini görüyodum. Garip bir rüyaydı.

Daha fazla gereksiz detayla canınızı sıkmadan bugünkü süremin sonuna geliyim artık.. Hepinizi öpüyorum.

P.S: Beckham saçı benim için her zaman rüya olmuştur ama cesaretim olmamıştır. Uçlar sarı ve dağınık, dik dik.. Süper..

Wednesday, June 13, 2007

Gezi Raporu

Kayseri

Çok güzel bir yer. Yanımızdaki Alaman burayı Türkiye'nin Switzerland'ı olarak değerlendirdi. Oldukça tuhaf bir yorum olmasına rağmen, sanayi bölgesi olan kısmını atarsanız, ufak evler, ufak sokaklar, bol yeşillik ve etraftaki tepeleri karlı dağlarla adamın neredeyse haklı olduğunu söyleyebilirim. Bu arada kaldığımız otel Kayseri Hilton'dan sonra 2. sırada bulunan yörenin en iyi oteliydi... Dediler ama berbattı. Yataklar nem kokuyordu, içerisi daha bir tuhaf kokuyordu, ucuzdu ama çok eskiydi. Duş benim kilo almadan evvelki arka tarafım büyüklüğündeydi falan. Neyse. Kayseri'de süper bir yerde yemek yedik bu arada. Tepede, 200 derece civarı bir bakış açısı olan ve bütün Kayseri'yi gören süper bir yerdi, Elit Restaurant'tı hatta adı. Gidin valla, içki de satan nadir restoranlardan biri.

Ankara

Evet, gitmeyen yok. Biz orda Radisson SAS'da kaldık, eski stad otel, stadın hemen ordaki, eski TBMM'ye yakın, Ulus civarında. Muhteşem bir oteldi. Hakkaten. Adamlar poşet içerisinde yedek yastık bile koymuşlar. Sonra gece canım sıkıldı. Dayımları aradım. Saolsun hemencecik beni aldı. Evde yemek falan yedim. Biraz fener - galatasaray muhabbeti yaptık. Sonra döndük. Ve deli gibi uyudum. 10 saat falan. İyi geldi. Bu arada protokol yolu denen ve Farabi'ye giden yer artık sadece aşağıya iniş haline gelmiş. Dolayısıyla o Ayrancı'ya çıkan yerden dolanmanız gerekiyor. Çok da umrunuzda dimi?

Bursa

Yolda yediğimiz İnegöl köftesi ile beraber 5 saatte geldik. 1 kere çevrildik. Bütün yolu 100 km/h hızla geldik ondan sonra. Çünkü adamlar her yere radar koymuşlar. Bozöyük'ten sonrası ızdıraptı. Neyse. Sonunda vardık. Şu anda Kervansaray'dayım. Bu da baya güzel bir otel. Bulunduğum katta termal havuz bile var. Girmicem merak etmeyin.

Ha bu arada yemek yediğimiz yer Orhan diye bir yerdi. Süper İnegöl köftesi ve Piyaz yedik. İnegölden çıkar çıkmaz 1 km falan sonra. Kaçırırsanız ilerden U yapabilirsiniz. Nerden mi biliyorum? Yok canım, nerden bilcem, öyledir herhalde. :)


Önümde daha Denizli var. Oraya gidip İstanbul'a döneceğiz. Uf, zor olacak. Ama hemen çok özlediğim şehrime ve Tubik'ime kavuşacağım. Hepinizi özledim, bu arada Selo izne gelmiş. Haberiniz olsun. Arayın, sorun. Haydi selametle.

Monday, June 11, 2007

Garip haller

Hasta gibiyim.. Çok uykusuzum.. Ve Cenk gitti.. Puf diye geçsin hakkaten şu günler.. Şimdiden özledim.. Seni çok seviyorum...

Friday, June 8, 2007

Puf

Gözlerimi kapatayım, "puf" diye geçsin istiyorum zaman bazen. Böyle kapatayim, bir açayim, Maltepe'de olayim istiyorum. Kapatayim, "puf", bir açayım, kendi işimi kurmuş olayim istiyorum. Öyle geliyor geçiyor. Bir sürü şey istiyorum. Ama aslında öyle bir film vardı ya, adam uzaktan kumanda ile zamanı ilerletebiliyordu falan, sonra benzer olaylar tak diye geçmeye başlıyordu adam istemeden falan filan. O da kötü.

Sanki olacak da.

Haftasonunun ilk günü olan Cuma günü evlerimizde oturacağız Tubikim'le. Ben bu haftasonuna birazcık önem veriyorum ama. Yarın ve Pazar hayvan eğlenmeliyiz. Zira ben haftaya Kayseri - Ankara - Bursa - Denizli şeklinde bir gezi yapacağım da. 5 gün, 4 ilimiz. Arabayla. Evet. Zor olacak. Bir sürü olmasa da, 10 tane falan firma gezeceğiz, otellerde kalacağız, Tubik'den, askerden sonra ilk defa, ayrılacağım. Allahtan 5 güncük. Hemen biter.

Öyle yazıyorum bugün, konu yok.

Hepinizi seviyorum.

Wednesday, June 6, 2007

Nişan

Başlığa bakıp derin nefes alanlar olabilir.. Herkes sakin olsun :) Evet zamanı geldi aslında.. Çoktan gelmişti.. Haziran ayının ikinci haftası gibi düşünüyorduk fakat düşündüğümüz gibi olmayacak. Öncelikle işten güçten fırsat bulup nişan yapacak bir yer bakamayışımız, sonrasında Gökmenlerin Cafesinin artık kafe değil restaurant-bar olması ve muhtelif sebeplerden dolayı müsait olmayışı, sonrasında aile bireylerinin hepsinin bir arada olabileceği ortak bir tarih tasarlayamayışımız, kıyafet bakmayışımız, hala yüzüklerimizin bile kararlaştırılmamış, bırakın kararlaştırmayı, göz ucuyla bile bakılmamış olması, vs vs.. gibi sebeplerle nişanı bu ay içerisinde yapamıyoruz sevgili blogcanlar. Bunu da buradan duyurayım dedim.. Zannediyorum Temmuz başı, en geç ortası, parmağında yüzükler kolunda bileziklerle yazıyor olacağız bu blogları. Düşündüm de Cenk belki bilezik takmayabilir.. Emin değilim...

Böööööööyleee uçuşan, rengarenk, cıvıl cıvıl, ipek bir elbise istiyorum kendime... Çocukluk hayallerimden bir parça tutturabilmek arzusundayım... Bütün kız arkadaşlarım yanımda olsun istiyorum (zaten sayıyla var, canlarım benim :) ) Bu gidişle zaten isteme kadrosu ufak değişikliklerle bizim evde toplanıcaz gibi görünüyor.. Yaz ortasında da nasıl olur bilemicem... Yüzükleri de taktığımız gibi 35 yaş altını (ya da kendini öyle hissedenleri) toplar bi yerlere gider coşar coştururz... Ebeveynler de evde uddu kemandı derken bol fasıllı bol rakılı bir yaz akşamı geçirmiş olur, all together...

Vaziyet şimdilik budur.. Farkettim de Cenk ve Tubik konulu hiçbirşey yazmıyoruz ne zamandır.. İyi ediyo muyuz? Ediyoruz... Nazar eden oluyor, haset eden oluyor, abuk subuk hareketler eden oluyor... Oluyor da oluyor... Hiç endişelenmeyin.. Hala iyiyz, hala sağlıklıyız, hala aşığız ve hala mutluyuz.. Önümüzdeki 40 sene de (65ten sonra herkes hayatını yaşayacak, öyle anlaştık) böyle olmayı planlıyoruz...

Sevgiler, öpücükler, sarılmalar....

P.S: Bu aralar affınıza sığınıyorum, yazılarımda neşe, enerji, espri bulamayabilirsiniz çok fazla... Böyleyim kısa bi süre idare edin...

Kendimi kontrol edemiyorum

Yazmak istediğim çok şey var, yazmam gereken çok şey var.. Herşeyi bir kenara atmak, düzene girmesi bu şekilde imkansız olan birtakım duygu,düşünce, hareket ve yaşayışı yoluna koymaya gereksiz bir uğraş göstermek, zamanı harcamak, yemek, bitirmek ama sindirememek... Sanırım biraz yorgun, biraz bıkkınım.. Beynimdeki kalabalık gözüme batmaya başladı ve tüm sivri sesler kulaklarımı tırmalar oldu... Sakinliğe, huzura ve kendime ihtiyacım var...


Benim gibi, tüm kendini kontrol edemeyenler için, Gençkan'dan geliyor..