Wednesday, April 10, 2013

Güven bana

Huzur dediğin şeyin en çok güvenle alakası olduğuna kanaat getirdim bugün. Dertleşirken arkadaşına güvenirsin, açken babana, üşürken annene, uyurken kardeşine... O yüzden problemli çocukluklar hariç, insan hep kendi çocukluğunu özler dönüp baktığında. Güvenden oluşmuş bir huzur yumağıdır çocukluk. Fakir de olsan, çiftlikte de yaşasan, villada da, güvendiğin bir ailen vardır. Kardeşinle kavga da etsen, bilirsin daha iri bir çocuk geldiğinde seni koruyamasa da elini tutacak, yaralı dizine minik parmaklarıyla dokunacaktır. 

Hayatımda çok kez hayal kırıklığına uğradım. Başarılı olamadığımda kendime kızdım, benimle oynamadığında abime, sınavım kötü geçtiğinde sisteme, kadınına destek olamadığında ülkeme...

"Canım yandı" kelimesini çok kullanan biri değilimdir. Hiç canı yanmayan biri de değilim elbet. 

Şunu söyleyebilirim ki güvensizlik beni en çok huzursuz eden şeylerden biri.

Neyse ki zamanında kardeşim gibi sevdiğim bir arkadaşımın o çok güvendiğim karakteri üzerime vıcık vıcık bir hamur gibi yapıştığında temizlememe yardım eden pek çok arkadaşım oldu.

Şimdi de hayatımdaki önemli yollardan birini çizerken karşıma çıkan çamur deryasında hiç sakınmadan üstümü silkeleyip devam etmemi sağlayan bir ailem var. 

Tek istenen güvendir huzurlu bir yolda. Dilerim, herkesin arkasında içini ısıtacak, varlığını hissettirip adımlarını sağlamlaştıracak bir sevdiği ya da kendi ile başa çıkabilecek güçlü bir benliği olur.

Aksi takdirde çıldırmamak işten değil. 


"Biz büyüdük ve kirlendi dünya"ya bağlamadan gidiyorum :)

Monday, April 1, 2013

1 Nisan




Çocukken bir seferinde evden kaçıyormuşum havası verdiğim acıklı bir mektup yazmıştım annemle babama. Hesapta çok üzülecek, kıymetimi anlayacaklardı. Benim kaybolmadığımı anladıklarında ise o kıymetini anladıkları yavrularını kaybetmedikleri için çok sevinecek, beni hep mutlu edeceklerdi. 

Ben öyle varsaymıştım ama ne babam ne annem, mektubu bulduklarını bile belli etmediler. Yatağın altında yaklaşık bir saat boyunca aptal aptal yatıp toz yuttum. En sonunda sıkıntıdan patlayıp yatağın altından çıktım. O kadar uğraşmışken içeri gidip kös kös oturmayı hiç canım istemiyordu. Mektubu yazarken göz yaşlarına boğulduğumu anlasınlar diye parmağımı bardaktaki suya batırıp batırıp kağıdın üstüne damlatmıştım. İlk seferinde dandik tükenmez kalemin mürekkebi su ile dağılmadığı için başka bir kalem bulup tüm mektubu baştan yazdığımı düşünecek olursak, bizimkilerin yanına gidip hiçbirşey olmamış gibi davranmak gururuma dokunurdu. 

Odamın kapısına yaslanıp içeriden gelecek olası hayıflanmalarını dinlemeye karar verdim.

Sonra ne mi oldu? 

Babam anneme beni sordu, annem de mektup bırakarak evden kaçtığımı söyledi. "Hay Allah! Neyse napalım, bundan sonra hep oğlanlara oyuncak alırız" dedi. Sonra sustular. Annem mutfağa gitti, babam televizyonu açtı. 

Tırım tırım yanlarına gidip neden hiç üzülmediklerini falan sorduğumu hatırlıyorum. Sanırım onları bırakıp gidecek kadar sevmiyorsam, onların da buna üzülmemelerinin normal olduğu gibi birşeylerden bahsettiler. Neyse ki uzun tartışmamızın sonunda beni ne kadar sevdiklerini iyice anlattılar da konuyu tatlıya bağladık.

Öğrendim, aldığım her karardan kendimin sorumlu olduğunu. 

Ama 1 Nisan'lardan da hep nefret ettim :)