Tuesday, July 31, 2007

Tubik, EVE ve asker Batu


Evet, geçtiğimiz günlerde Ender'in (tekrardan) EVE'i bırakması beni derinden etkiledi. Çocuk haklı. Oyun oyun değil ki. Adamın aklını, kolunu, bacağını, zamanını herşeyini alıyor resmen. Savaş çıktı, savaşa gemi götüremedim, param bitiyor adam vurayim, görev yapayim, şunu da alayim, ana bu da güzelmiş derken saatleriniz EVE oynayarak ve EVE düşünerek geçiyor. O yüzden, aferim Ender'cim, iyi yaptın vallahi. Zaten eninde sonunda ben de bırakacağım bunu. Çünkü Tubik ile evlenip aynı evde yaşamaya başladığımız zaman "Oley, artık kendi evimdeyim, 24 saat EVE oynayabilirim!^! :)" gibi salakça bir düşünceye sahip olamazsınız. En azından bunun farkındayım. Bu yüzden EVE ile geçireceğim son zamanları iyi değerlendirmem lazım. Zaten CNR'ımı da almışım. :)

Dün Batu ile buluştuk nargilede. Batu bildiğimiz Batu. Askere gidecek, 12 günü var. Senelerin soğukkanlılığı ile karşılıyor olayı tabi. Ben de biraz anlattım, moral verdim. Batu zaten hiçbir zaman gereksiz paniğe ve heyecana kapılan biri olmadı. Dün de olmadı. Ben de öyle gazladım ki, askerliği Quake oynamak gibi zannediyor olabilir şu anda. Neyse, gidince anlar.

Sonra düşündüm, ulan askerlik güzel geçti be benim, dedim kendi kendime. Hakkaten de güzeldi. Ben iyi arkadaşlar edindim orda. Has devrem Aykut, bugün yarın gelecek olan Selo, Ankara'da Sinan... Askerde öyle çok "birine" ihtiyacınız oluyor ki, belki hayatınız boyunca bir daha hiç görmeyeceğiniz adamlara neler neler anlatıyorsunuz. Anlatmak zorundasınız, birileriyle birşeyler paylaşmak zorundasınız. Sonra ne oluyor? Adam süper iyi arkadaşınız oluyor tabi. :) Herkez birbirinin zorla arkadaşı oluyor.

Umarım ben kimseye zorla arkadaş olmamışımdır. Herhalde Aykut'a zorla arkadaş olmadım, adam hergün arıyor beni çünkü, ben de onu arıyorum, Tubik'e de devrem diyor. Tubik askere gitmedi ki yahu? Değişik bir adam bu Aykut.

Neyse, çok uzattım, zaten işteyim şu anda. Gözlerinizden öpüyorum. Saygılarımla arz ederim.

Sunday, July 22, 2007

Annem, ben ve hayat

Babam 35 yaşına kadar hiç kitap okumamış. Bir rus yazarın kitabını okumuş o yaşa kadar, "Çok karmaşık bir kitaptı, yeter o kadar" demiş anneme ve bir daha eline kitap almamış.

Ta ki annemle daha fazla vakit geçirmeye başlayana kadar. Briç ve kahveyi bırakıp eve gelmeye başlayana kadar. İngilizce öğrenmeye karar verene kadar. Kendini geliştirmesi ve değiştirmesi gerektiğini anlayana kadar. Hayatı kadınlardan da dinlemeye karar verene kadar. Babam şu anda 1 konuyu incelerken 3-4 ayrı kitabı okuyan, herşeyin altlarını çizip sağdan soldan araştıran bir okuyucu. Ve daha önemlisi bu okuduklarını annemle, kızıyla, benimle, gelişmeye aç ama bunun farkında olmayanlara paylaşan bir okuyucu ve anlatıcı aynı zamanda. Geleceğin de yazarı.

Annemle hiçbir zaman deliler gibi aşık olmadılar birbirlerine bence. "Ben annen için ölmüyorum, ama onsuz yapamayacağımı çok iyi biliyorum. Yıllar geçtikçe onun ne kadar doğru bir kadın olduğunu öğreniyorum, o uzaktayken onu artık daha çok özlüyorum, onunla daha sık güzel şeyler yapmak istediğimi farkediyorum." demişti bana birkeresinde. Ne kadar güzel değil mi?

Babam dışarıya oldukça kapalı biridir. Yalnızca dikkate değer şeyleri dinler, yalnızca ilgi alanına giren şeyleri görür gibi bir izlenim bırakır genelde dışarıya. Bugün annemle konuşurken aslında bunun böyle olmadığını hissettim. Babamın aslında fevri olmadığını daha iyi anladım. Bana 1 söyleyeceği şeyi 100 kere düşündüğünü, ne kadar çok yutkunduğunu ve içine attığını, bazı geceler benim yüzümden uyumadığını dinledim annemden. Benim için sıkıntıya girdiğini öğrendim. Biri için sıkıntıya girmek, kendi rahatından taviz vermek, yükü başkasına yükleyip kaçıp gitmemek. Yükü paylaşmak. Hatta tüm yükü kendi üstüne almak.

Kaçımız yapabiliyoruz bunu?

Eminim aranızda bunu yapanlar vardır.

Ben yapamıyorum.

Annem diyor ki; "Bazı olaylar ancak zamanla çözülür. Kimsenin kalbi seninkinden büyük değil." Herkezin kalbi belirli bir sıkıntıyı taşıyabilir, kalan dertler paylaşılmalıdır, hatta hepsi paylaşılmalı, sevinçler ve mutluluklar için kalbimizde yer açılmalıdır. Annem haklı.

Yapılan büyük bir olgunluğu ısrar ve egoistlikle karşılayan kişiliğimin daha öğrenmesi gereken çok şey var. Farkında olmak yetmiyor. Kendimi yenilemeyi öğrenmeliyim. İnsanlar birbirlerini tamamlar derler. Bu ancak iki taraf da sabretmeyi biliyorsa olur. Tıpkı annemin sabretmeyi öğrendiği gibi. Sonunda hayat sizin için en güzel halini alabilir. Herşey bizim elimizde. Yaşamak çok güzel. Bakın şu örneğe;

Annem birgün biyerlere kolunu vurup acıttığında "Ah benim güzel kızımın canı mı acıdı?" demiş dedem bütün Hulusi Kentmen edasıyla ve sevecenliğiyle. Annem bunu halen anlatıyor, halen mutlulukla, gözleri gülerek. Tıpkı babamın geçen gün güzel Tubik'ime, Tubik'in ayağında yarabandını görünce, "Benim güzel kızımın ayağını ayakkabı mı vurmuş? :)" dediği gibi.

Ara

Zannediyorum minik bir ara vereceğim... Hepinizi sevgiyle öpüyorum... (Yüreğinize sağlık gibi iğrenç bir laf oldu)...

Sevgiler özetle...

Monday, July 2, 2007

Uykulu saatler

Görev bilinciyle yazmaktayım, ne hayır gelir bilinmez.

Yaklaşık iki haftadır üzerimde garip bir ruh hali ve sessizlik mevcut. Bu durumu en çok yadırgayan ve endişelenen de elbette ki Cenk oluyor. Korkulacak bişey yok. İyiyim, sadece bu aralar elimden başka birşey gelmiyor. İki gündür de koltuğa oturuyorum ve uyuyakalıyorum. Sonra birden uyanıyorum su içiyorum gidiyorum takrar oturuyorum bi bakıyorum hoppp yine uyumuşum.. Amma çok uyudum be!

Bazı arkadaşlarımızın haber vardır. Geçtiğimiz hafta babam aniden rahatsızlandı ve hastaneye kaldırıldı. Cümleyi böyle kurunca akla korkunç şeyler geliyor tabi ister istemez. Ey yüce kelimeler, siz nelere kadirsiniz. Aslında cümle farklı kelimelerle daha az korkutucu ifade edilebilir. "E neden öyle yazmadın o zaman?" derseniz, amacımın günlük yaşantımızda farkında olmadan neleri olabileceğinden iyi, kötü, korkunç, trajik, komik ifade edebileceğimiz ihtimali konusunda sizleri de uyandırmak... Herneyse.. Ne diyorduk?

Evet babam hastaneye kaldırıldı. Ciğerleri hava toplamış. Bir gün yoğun bakımda kaldı. İki gün de servis odasında tutulduktan sonra taburcu oldu.. Eve geldik sohbet muhabbet derken babamın vücut yine error verdi ve hoppalaaaa tekrar hastaneye gittik. Meğer yeniden nüksetmiş.

Olay şu. Aslında durumda ciddi bişey yok. Herkesin başına gelebilecek bir olay. Ciğerleriniz hava topluyor ve on milyon baloncuk yutuyor ve patlıyor bu baloncuklar. Bizdeki durum şu: Babamın ciğerler senelerce sigara içmenin verdiği gazla bu baloncukları sürekli yapabilecek kadar potansiyele sahip olmuş. Zarı incelmiş falan filan. Belki ameliyat olur. O da bademcik ameliyatı gibi bişey. Yani kimse korkmasın.. Babam şu an hastanede ve durumu da gayet iyi. Elinde garip bir alet gün boyu koridorda kendi tabiriyle "tempolu yürüyüş" yapıyor.

Bu yazıdan çıkartılacak sonuç şu;

"Sigara içmeyin!"

"Tubik sen bunu bize diyorsun ama sen ne yapıyorsun?" diye serzenişte bulunabilirsiniz. Anlarım. Benim gibi kalbi sakat ve hala ısrarla sigara içen birine ahkam kesmek hiç yakışmaz. Haklısınız. Fakat zaten tüm aile bireyleri ve Cenk (ki o da artık bir aile bireyi :) ) bu amaç uğrunda başıma üşüşmekte. Söz ben de bırakıcam en kısa zamanda. Sadece babamı hastane avlusunda beklerken gelip duran ambulanslar canımı fazlasıyla sıkıyor. Azalttım zaten. Yakıyorum bir iki nefes çektikten sonra, hastane koridorunda Cenk'le bize 40 sene sigara içtiğini söyleyip "iyi bok yemişim" diyen amca aklıma geliyor ve lanet edip söndürüyorum... Midem bulanmaya başladı.

Yarı esprili yarı sıkıcı bir yazı oldu. Aslında tamamı esprili olsun da içinizi sıkmıyım istedim ama beceremedim galiba. Halimize şükredecek bir rahatsızlıktan dolayı o yolları aşındırsak da her gün o alkol kokusunun içinde olmak zor.. Hem sigarayı bırakın kardeşim işte! Yoksa içiniz benim kararttığımdan da zifiri kararıcak....

Sevgilerimle...

P.S: Hastanede kendimize eğlenecek ve mutlu olacak bir takım şeyler de buluyoruz elbette. Kendinden frenli tekerlekli sandalyeyle babamla koridorda ralli yapmak, karpuz yemek ve Gümüşhane'li Galip Amca'yla konuşmak gibi... Daha neşeli zamanımda resim ve hikayelerle gelirim :)

Mini Blog Kampanyası: "Haydi gençler nargileye, sigara da neymiş?"