Saturday, May 26, 2007

Enochian Crescent

Evet, sevmeyebilirsiniz, ama enteresan bir çalışma hakkaten. Ben zamanında böyle grupları fin arkadaşlarım sayesinde bi yerlerden bulur çıkartır, bi de üstüne reklamını yapardım sağda solda. Millete zorla dinletirdim. :)

Neyse, Enochian Crescent'i daha evvel duymuştum ama hiç klibini bilmiyordum. Bunu buldum, direk söz konusu albümü de çektim Soulseek'ten. Son derece muhteşem.

Haydi izleyin bakim, korkanlar arkama saklanabilir.

Monday, May 21, 2007

Gökmen Abi

Sevgili Blog severler, bu haftaki konuğumuz çok sevgili Gökmen Abi. Nam-ı diğer, Gök! Kendisi koyu bir Galatasaray'lı olmakla birlikte, tam bir futbol ve tribün aşığı. Düşüncelerini ifade ederken genellikle tezahürat etme yolunu seçen, bir hayli çapkın, gözü dışarıda bir insan ve bünyesinde bol miktarda şeytan tüyü olduğu da bilinen bir gerçek. Sempatik hareketleri ve masum suratı sebebiyle tüm annelerin gözdesi. İyi tavla oynar, halı sahada bir numaradır, bizim gibi nargile sever bir kişiliğe sahiptir, iyi bir kariyer için iyi bir şirkette çalışmaya başlamıştır, askerliğini yapmış, komik, esprili, güler yüzlü bir insandır. Cenk'in Feri ile yapmış olduğu ilk evliliğinden evlat edindikleri çocukları olduğu da söylenebilir. Ama bu konuya girmenin alemi yok, yuvalarını ben yıktım çünkü.


Neden Gökmen Abi'yi tanıtma ihtiyacı duyduğuma gelirsek... Benim aslında niyetim geçtiğimiz hafta şiddetli bir biçimde edindiğim "3 Hintli'yle nasıl seyahat edilir?" tecrübelerimi sizlerle paylaşmak, güzel Türkiye'mizin güzel bölgelerini görebildiğim kadarıyla sizlere aktarabilmekti... Fakat o korkunç haftanın sonunda Fenerbahçe-Galatasaray derbisi dünyanın en büyük derbisi olmaktan çok uzak nitelikler taşıyarak gerçekleşti ve gecenin süper kahramanı Gökmen Abi oldu.. Maçta olan olaylardan koyu bir Galatasaray'lı olarak Cenk'in görüşlerini aldınız, koyu bir Fenerbahçe'li olarak benim de görüşlerime gerek var mı bilemiyorum.. Birimiz sarı-kırmızı, birimiz sarı-lacivert giyinip el ele tutuşarak gittik maç izlemeye (Tophane'ye). Ortalık karıştı, Türk milletinin yüreğine girmiş o öfke, şiddet hızlıca açığa çıktı, maçın başında başlayan olaylar maç süresince devam etti ve sütten çıkmış ak kaşık olmadığımızı bilerek ben sadece ve sadece Türk sporu açısından Atatürk'ün tanımlamalarının ne kadar uzağında durduğumuzu gördükçe üzüldüm, yenilgi, galibiyet, şampiyonluk, herşey anlamını ve keyfini yitirdi....
Gecenin sonunda da olayların içinde bir şekilde yer almayı başarmış Gökmen Abi aramıza gözünün altında yerini almış yeni arkadaşıyla katıldı...





Resimden pek seçilemese de (kim tarafından peydah edildiğini açıklamak istemiyorum) almış olduğu minik darbenin hediyesi morluk gözünün altındaydı... Gökmen Abi bu.. Ne zaman ne yapacağı belli olmuyor.. Ona kızmaya insanın içi elvermiyor.... İçimden bir ses diyor ki herkes Gökmen Abi'nin her zaman görmeyi sevdiğimiz iyi halleri gibi olsun, rekabet çim sahada kalsın, tribünlerden sadece ve sadece destekler, alkışlar duyulsun.... Herkes Gökmen Abi'nin o gün giydiği t-shirt'teki gibi (Aman Tanrım ne de manalıydı o an) iyi çocuk olsun.....





Mom says;

I'm a good guy!

Mmm mmm mmm mmm

Eskilerden. Cok mutlu oldum bunu dinleyince. Devreme teşekkürler. Tozlu raflardan çekip almış resmen. :)

Vay be, yıl 1993.

Sunday, May 20, 2007

Tebrikler Fenerbahçe, yazıklar olsun Galatasaray

Şöyle bir düşündüm. Doğduğumdan beri Galatasaraylıyım. Ne kadar çok şampiyon olduk, ne kadar çok kupa aldık, ne kadar çok Avrupa maçı yaptık, kimleri kimleri yendik, ne Avrupa Kupaları aldık. Vay be dedim sonra. Hakkaten iyi klüp tutuyormuşum. Sonra dünkü maça baktım. Sahaya yağanlar, şişeler, bardak sular, koltuklar, taşlar, çakılar. Berbat bir futbol, Galatasaray'ın G'si yok. Ayhan sürekli itirazda, "kaptan" Ümit Karan öyle. Arda oyuna gireli 2 saniye olmuş, hakeme bağırıyor. Yaşı daha 20 değil. Bu ne dedim ya? Bu insanların Galatasaray'da ne işi var? Biz böyle bir klüp değiliz. Bu nasıl taraftar? Bu nasıl futbol? Bunlar kim? Bunlar kimin yöneticileri? KİM BUNLAR?

Benim tuttuğum Galatasaray bu değil.

Utandım.

Hayatımda ilk defa Galatasaraylı olduğum için utandım. Giydiğim formadan utandım, çıkartıp atmak istedim. Bunu bana yaşatan herkeze yazıklar olsun.

Monday, May 14, 2007

Son zamanlardan seçmeler, derlemeler

Geçenlerde (2-3 hafta önce) şöyle bir şey oldu. Dolu dolu bir haftasonu geçirdik ve şu an düşündüğümde o kadar çok şeyi nasıl o kısıtlı zamana sığdırdık hiç bilemiyorum. O güzel ve yoğun haftasonunun ardından ofiste ayırabildiğim kısa bir süreyi uzun ve kapsamlı bir blog yazarak geçirfim.. Kronolojik sıralamayla ve bu sıralamaya uygun resimlerle gerçekten güzel bir blog yazdım. Herşey çok güzeldi. Ta ki son resimlerden birini (Cenk'in Gökmen'in kafasını öptüğü o komik resim) yapıştırmaya çalışana kadar.. Sen bir saat uğraş, çok güzel şeyler hazırla ve silinsin! Bir daha da geri getireme! İşte o andan itibaren ben bu sayfalara biraz küskün biraz yabancıyım çok sevgili blog severler. Yazdıklarım hep yarım, içimde bir huzursuzluk, iflah olmaz bir depresifim artık. Ama yılmıyorum. O blog yazısında olduğu gibi sistematik ve dolu dolu olmasa da neler yaptık neler ettik, neler yedik aklıma geldikçe bugünkü bloguma koyacağım ve bu talihsiz gidişe bir dur demek için yırtınacağım... Buyrun...
.......................





Geçtiğimiz hafta Aykut devrenin doğum gününü kutladık. Mekan Ulus 29. Girdiğiniz andan itibaren farklı bir hava seziyosunuz. Ağırlıklı olarak turistler var. Loca gibi bir yer yapılmış, bir kısmı ayakta bir kısmı oturan misafirler menüden seçtiklerini mideye indiriyorlar. Büyük tarafı daha restoran havasında. Ayrı bir de çılgınlar gibi dans etme, hoplama, zıplama ünitesi mevcut. Belli bir saatten sonra ağzına kadar doluyor, bu kısma erken gidilmesi tavsiye olunur. Loca denebilecek mekanda sanıyorum Aykut'un arkadaşı Sevinç'in sayesinde oturabileceğimiz en güzel yere oturduk ve İstanbul'u bir güzel seyrettik. Sevgili telefonumun gece kaprisleri yüzünden manzarayı hafif flu, hafif kaymış bir şekilde ölümsüzleştirebildim. Kusuruma bakmayın. Yemekler lezzetli diyebiliriz. Menü'nün çok hareketli, çok seçenekli olduğunu söyleyemem. Ve gelen yemeklere biçilen fiyatlar anormal düzeylerde. İçki fiyatları normal. Tok gitmeniz tavsiye olunur, ya da giderken cüzdanı doldurmanız da bir alternatif sayılabilir. Yakın tarihlerde 360'a gittik ve orayla mukayese edersek manzara ve eğlence bakımından Ulus 29 çok daha etkileyici ancak menü çeşitliliği, lezzet ve fiyat optimizasyonu göz önünde bulundurulduğunda 360 çok çok daha önde bana göre. 360'da Asma Yaprağında Çupra yiyin.. Yiyin de yemek nasıl oluyormuş görün... Ve fakat, doğum günü çok eğlenceli geçti, özellikle son saatlerinde Cenk'in çılgın dans figürleri, Aykut'un babyface özelliği, Ece ve Sevinç'in bitmek bilmeyen enerjisi sayesinde, zorla girebildiğimiz o bar kısmında uzun zamandır yapamadığımız kadar eğlendik. Çok güzel bir akşamdı. Medyatik konuklarımızdan bahsetmek istemiyorum :)






.............................

Bir başka gün Sarıyer'de Selinom ve Halil'le gittiğimiz balıkçı Roke'nin hemen ertesindeki gün Cenk'in lise günü vardı. Strazburg (nasıl yazıldığı konusunda hiç fikrim yok) mudur, Struder (bu konuda da hiç fikrim yok) midir nedir.. Değişik bir tatlıları var. Ben yiyemedim. İlk başta şımarıklığımdan sonrasında da yana yana arayıp bulamayışımızdan yemedim. Bira içtik onun yerine. Cenk arkadaşlarını gördü, ben de bizim çocuk nerede okumuş, nerede büyümüş onu gördüm. Yer Avusturya Lisesi. Galata Kulesi'nin hemen arkası. Eskiden tımarhaneymiş ve orada anlatılan efsaneye göre (efsane olduğuna inanmak istiyorum) karşıdaki apartmanın üst katında (hastane oluyor orası da) yapılan ameliyatlar bizim çocukların binasının üst katlarından görülüp izlenebiliyormuş... Garip... Okul güzel.. Beğendim...



......................


Ve geçenlerde gittiğimiz o piknik.. Polonezköy'de Yeşilçam Doğa Restaurant diye bir piknik yeri. Kendin pişir kendin ye. Daha doğrusu Gökmen pişirsin sen ye... Alev, Ömür, Feri, Gökmen, ben, Cenk ve sonradan Halil ve Selinom gittik.. Deliler gibi yedik. Polis çevirmesi vardı, uslu uslu oturduk, hiç içmedik. Fiyatlar son derece makul düzeylerde. Etinizi gidip siz seçiyorsunuz, adamlar haızrlayıp getiriyorlar, salata da yapıyorlar, bir sürü şey yiyip içtikten sonra da yeni demlenmiş bir demlik çayı ateşin üzerine koyup gidiyorlar. Keyfine doyulmaz. Doyamayarak sonrasında caddeye gittik ve Kahve Dünyası'nda fondü yedik.. Finali de mutluluk kaynağım olan kırmızı babetlerimi satın alarak yaptım.. Fondü tezahüratları eşliğinde de evlerimize döndük. Tüm blogumu silmeme sebep olan o lanetli fotoğraf sizler için geliyor;



......................


Aykut devrenin doğum günü akabinde İstanbul'a geldiğinden beri götürmeyi planlayıp götüremediğimiz Sade Kahve'ye götürdük. Bilmeyenler ve öğrenmesi gerekenler için söylüyorum. Çok güzel!!!. Bebek'te.. Bebek'teki diğer kahvaltıcılardan çok daha ayrıcalıklı benim kalbimde. Yaz kış açık havada oturup o deniz kokusunu ve müthiş havayı solumak zorundasınız. Çeşitli tiyatro sanatçılarının isminin çivilendiği sandalyelere oturuyorsunuz ve hayal gücünüze göre bir direğin önünde durarak ister Ankara'ya isterseniz de Bratislava'ya gidebiliyorsunuz... Kaşarlı gözlemesi de sahanda peynirli yumurtası da, adından kelli Türk kahvesi de çok güzel... Yalnız bu gidişimizde şöyle birşey oldu. Normalde herşeyden beşer porsiyon yiyip hastanelik olma düzeyine gelirken bu gidişimizde hepimizde bir iştahsızlık bir yorgunluk vardı. Yemekler yarım kaldı.. Kendimize inanamadık Cenk'le.. Aykut da neye inanamadığımıza inanamadı. Ortaya şöyle bir sonuç çıktı; Aykut'un tercihi karışık menemen!!!




......................

Hangi güne takabül eder bilemiyorum. Örümcek Adam 3'e gittik Aykut, Cenk ve ben. Böyle fantastik filmlerden çok hoşlandığım söylenemez.. Spider Man'i de sırf film süresince çalan, çingene, dilenci ve çocukların söylediği "spiderman spiderman,..biik bik bik biiiikk spider man" şarkısından seviyorum.. Film, görüntüleri göz önünde bulundurulursa çok başarılı. Senaryo göz önünde bulundurulursa çok başarısızdı. Sürekli yeni bir kötü kahraman türemesi, spiderman'le mahçup sevgilisinin ayrılmayı bile becerememesi, ağlamak isteyip ağlayamaması falan yordu beni. Sanki adamlar oturmuş, "abi şuraya da bunu koyalım, oha Venom'la şunu da çarpıştıralım, ahaha ayrılsın bunlar abi, uyuz oluyom karıya zaten heuheueh, bu herif de çok yakışıklı faça atalım nihahaha" diyerek bu filmi yapmış gibi.. Konumuz da bu diil zaten. Film kanyondaydı. Kanyon'un sineması gerçekten çok güzel tasarlanmış. Normal sinema fiyatlarında, içerisinde kahvesi gazozu herşeyi en alasından var. Mısır patlakları oldukça lezzetli ki bir sinemanın iyi olup olmadığını buradan anlarım ben, koltukları, tuvaletleri derken gerçekten çok güzel bir sinema yapmışlar... Asıl olay ise şudur ki, filmden önce devremin bitmek bilmeyen mağazasına gittik, çok beğendik, kendimize bir oda seçtik ve sonunda çıkarken şununla karşılaştık (başıma bir gün iş açıcam ama ne zaman) ;


.................


Yine Aykut'la bir başka gün. (Aykut bizden ne zaman sıkılacaksın? :) ) Çok ama çok sevdiğim ve benimle birlikte bir sürü insanın vazgeçilmezi olan Etiler Casita! Sahibi ve yaratıcısı Hakan Efendi'nin hazırladığı yeni Nişantaşı Casita broşürleri çok hoştu, mantıyla alakasını kuramadığımız anketi doldurduk. Çocujlar gibi şendik. Uzun zamandır gitmeyenler için haberler: Daha da genişledi, ve son müjde, Nişantaşı'nda da yeni bir şubesi açıldı. Mensü daha zengin, alkolü var, dekoru değişik.. Gidilesi görülesi... Her zamanki gibi ortaya Feraye, kendime Çökertme söyleyerek kendi rekorumu tekrar ettim. Muhteşemdi. Pişman değilim, yine olsa yine yerim...


....................


Bu bölümde ise sizi ofiste kendime ait bir takım mutluluk şeyleriyle (mutluluk neleri olabilir bilemedim) tanıştırmak istiyorum. Öncelikle kendisini Migros'un köhne raflarından birine düşmüş, biçare, fena bir halde bulduğumu ve içimin razı gelmeyip onu bu hayattan çekip kurtarmak isteğine engel olamadığımı belirtmek istiyorum. Huzurlarınızda çiçeğim Asuman!!!!!



Hemen önünde de Asuman'a fedailik yapan, biricik yengeler yengesi Yeliz'in Mısır'dan getirdiği, patronumun ilk gördüğünde içerisinde patron büyüsünün olduğunu düşündüğü piramitlerim;






Her ne kadar bizim ofiste ikamet etmese de her gelişiyle bana ayrı bir mutluluk veren, dünyalar neşelisi, tatlısı, herşeysi bir tanecik komik ve tombul sevgilim (Bu kelimeler Cenk'i zayıflamaya ikna etme gayesi güdülerek özenle seçilmiştir, benim zayıflamaya ve sağlıklı yaşamaya ne şekilde ikna edileceğim konusu ise apayrı bir blog konusu) ;





..................


Günün modasını açıklıyorum sayın seyirciler; 13 Mayıs 2007 itibariyle yüzüncü (rakamla 100) yılında şampiyon olmayı bilmiş (nasıl bildiyse) güzide takımımız Fenerbahçe'nin güzeller güzeli renkleri sarıııııııııııııııı - laaaaaciiiiiiiiveeeeeeeeeerrtttttttt, şampiyooooooooooooonnnn, Feeneeeeeeeeeerrrr, şampiyooooooonnnnn, Feneeeeeeeerrrrr...


Öhöm.. Pardon.. Renkler.. Evet.. günümüzün moda renkleri sarı ve lacivert sayın seyirciler. Bu aralar cafelere, barlara, bir de Starbucks'lara sarı lacivert renkleri hakim kıyafetler giymeden gitmek büyük rüküşlük sayılıyor ve umuluyor ki bir gün herkes sarı lacivert modasına uyacak!!!



An itibariyle şampiyonluğumuz hayırlı uğurlu olsun, caddeler hep sarı lacivert dolsun...



......................


Son olarak da yarın çıkacağım seyahatin bilgilerini vererek bu diyarlardan bi kaç günlüğüne göçüyorum sayın blog okuru. Evet, doğru duydunuz yine bir iş seyahati beni beklemekte. Moralim iyi. En azından şimdilik. Çünkü plan program belli. Yarın uzun zamandır gidemediğim memleketim Kdz. Ereğli'ye gideceğiz, bir kaç saat kalıp, Karabük, Biga, Bursa sonra İstanbul yapıp bu yapmaları 3 güne sığdıracağız. Bu süreçte temenni ediyorum ki kendinize çok iyi bakasınız, sıcak havalara aldanıp üşütmeyesiniz... İstanbul'da yaşayanlar için; şehrimizin kıymetini bilesiniz....



Bu haftaki bloguma son verirken hepinizi gözlerinizden öpüyorum.. Çok emek verdim. Henüz bir problem yok. Basıyorum publish tuşuna.. Hadi bakalım....

Ciiiiiiuuuuuuuuuuuuuvvvvvvvvvvvvvvvv.....


Friday, May 4, 2007

Bugün değişik bir gün!

Evet.. Arka arkaya yazdığım üçüncü yazım bugün... Ama hakikaten bir garip :)

İlk siparişimi aldım sayın seyirciler!!!! Tamamen benim bileğimin hakkıyla olmadı ama olsun.. Ankara'da ziyaret ettiğimiz yerlerden biri (3 kişi gitmiştik ki bu personel sayımızın %100'üne takabül ediyor) az önce 1 ton malzeme siparişi verdi.. Bizim için 1 ton çok ciddi bir rakam değil. Ancak adamı denemeye ikna etmek biraz zor oldu. Telefonu da isteksiz ve biraz tedirgin açmıştı zaten. Allem ettim kallem ettim övdüm falan.. En sonnda verdiğimiz fiyatı beğenmedi ve 5 EURO da indirim yaptım ve siparişi kaptım :) Teklifini de ben hazırlamıştım.. Sonra ne dieceği konusunda endişeli olduğum patronumu arayıp haber verdim.. Fiyat indirimimizden bahsettim ve ilk kez (4,5 ay oldu) çok büyük bir mesele olmasa da, çok coşkulu demese de "Aferin" dedi...

Dağğğ baaaşııınııı duuumaaannnn allllmmmmmıııııııışşş güüümüüüş dereee durmaazz akaaaaarrr!!!!

Oley oley oley....

Öyle anlar olur ki....

Sen yazma yazma bir anda günde 15 tane yazı yaz.. Bugün acaba daha kaç tane yazı ekliycem buraya merak ediyorum.. Ama bunu paylaşmalıyım..

Bugün gerçekten ekstra ekstra sıkıcı ve boş bir gündü.. Sıkıcılığı sadece can sıkıntısından da değil, moral seviyesi düşük bir sıkıntıydı... Ama bazı şeyler gerçekten küçük de olsa mucizevi oluyor... Ve insanın o anki durumunu bir anda değiştiriveriyor ve üzerine düşününce de küçük şeylerin büyük etkileri gerçekten şaşırtıyor...

O sıkıntının içinde giderken öncelikle bir önceki yazımda bahsettiğim Burcu ve Başak'ın sayfasını görüp mutlu oldum, ardından Burcu'nun geçenlerde aklından beni geçirmesine şaşırıp bu tesadüfe mutlu oldum...

Sonra gelişen bir takım üzücü hadiselerden sonra bugüne özel yalnız durmakta olduğum ofis duvarları üstüme üstüme gelmeye, gözyaşları yukarı yukarı çıkmaya, dakikalar da kaplumbağa misali geçmeye başladığı an has devre (ne kadar has bi devre olduğu da bu noktada daha bir devreye giriyor) Aykut aradı... Beni bir güzel eğlendirdi, güldürdü, doğum günü ve sinema günü hayalleri kurdurdu, mutlu etti ve kapattı. Bir anda enerjik oldum.. Abarttığımı düşünmeyin.. Hayatım boyunca ben bu şekilde, bu kadar ufak mevzuları görmeyi başararak enerji topladım.. Güneşe baktım mutlu oldum, sevdiğim bir şarkıyı duydum mutlu oldum, annem yanağımı sıktı mutlu oldum, babam kocaman elleriyle sırtıma sevme amacıyla vurdu diye mutlu oldum, abimle maç seyrettim diye mutlu oldum, yengemle alışverişe çıktım diye mutlu oldum, falan filan....

Ha belki ben yer yüzüne gelmiş ama henüz geçememiş en karamsar insanlardan da biriyim olayları irdelerken ama bu minik şeylerdir o an sıkıntımdan bişey kurtardıysa beni... Siz de bilin istedim.. Ve enerjimi sevgiyle dışarı gönderdim (!).....

Gündem

Selamlar efendim...

Uzun zamandır yazmıyorum fakat her zamanki gibi yoğuluk, yorgunluk gibi sebeplerden ziyade daha şahsi ve ruhi sebeplerim vardı bunun için.. Bugün de yazmamın sebebini aşağıda izah etmek istiyorum.

Bir kaç gündür içimde inanılmaz yazı yazma isteği olmasına karşın kafamı toparlayıp cümleleri sıralayamıyor oluşum, açtığım blog sayfasını seri hareketlerle kapatmama sebep oluyordu.. Bir gün ofiste sıkılmakla meşgulken diğer bloglara göz atıyım dedim.. Küçük Erman'ın tepesinden yola çıkarak herkesin listesindeki bir sürü bloglara baktım... İnceledim ve çok enteresan şeylerle karşılaştım. Meğer biz burada kendi halimizde takılıyorken hekes almış başını gitmiş, konsepti olan blog sayfalarına kadar uzanmış iş... Ne kadar mutlu oldum.. Ne kadar güzel bir şey. Her türden insan, sakince, ne anlatmak istiyorsa onu anlatıyor.. Çok hoşuma gitti cidden..

İşte böyle oradan oraya süzülerek yaptığım blog sörfünde karşıma Ereğli pidelerinin (Tabiki de Hasan Kuru) anlatıldığı bir yazı çıktı. Noluyor dedim kendi kendime.. Bir de baktım ki sempatik ilçemiz Kdz.Ereğli'den iki tanıdık sima Başak ve Burcu'nun bol yemekli blog sayfası... (Yanda linki var Foodies in London olarak) Oradan Burcu'nun kendi blog sayfası derken olayı gündeme bağlatacak kısım denk geldi.. Burcu Ayça Şen'in radikal gazetesinde yazdığı köşenin linkini koymuş...

Şöyle bir bakayım dedim.. Blog sörfü yaparken şenlenen sıkıntılı ofis saatlerim Alice Harikalar Diyarında'ya döndü.. Çok güldüm çok eğlendim..... Ve gündemimizde olan siyasi, politik, apolitik meselelere Ayça Şen'in bakışını yazısından bir kuble alıntıyı buraya aktarmak istedim....

Linki buradadır;

http://www.radikal.com.tr/yazar_arsiv.php?yazarno=165&ek=cts


Apolitik olmasından yakındığı ve aslında benim de sinirime dokunan herşeye inceden çok eğlenceli geçirdiği yazısının bir kısmı da buradadır;

"....Tek umudum, Peter Sellers filmlerinde bizim gibiler hep şans eseri kazalardan kurtulur. Bu durumda biz saf mıyız? Kimin kellesi kimin koltuğunda? Bütün bunları bilmeye hakkım var belki ama merakım var mı, hayır. Çünkü biri gelip bütün olanları, oynanan Ali Cengiz oyunlarını anlatmaya kalksa dinleyemem, sıkılırım. İşin enteresan yanı, entel insanlar beni hiç yadırgamıyor. Mesela entellerle dolu bir odaya girdiğimde eğer televizyonda pür dikkat siyasetçileri seyrediyorlarsa, adamları gösterip onlara "Bu iyi adam mı, kötü adam mı?" diye soruyorum. Onlar da son derece anlayışlı bir sesle "Kötü adam, çünkü...." diye anlatıyorlar. 'Çünkü'ye geçtiklerinde sensörler devreye giriyor ve yine dinlemiyorum. Mesela "İyi adam, çünkü..." dediklerinde de 'çünkü'den sonrasını bloke ediyor benim sistem. Ama şunun farkına vardım ki, bu enteller bazen iyi dediklerine bir süre sonra kötü, kötü dediklerine de bir süre sonra iyi demeye başlıyor. Aslında bir kanal olsa, sabahtan akşama kadar çizgi film verse, fazla uzatmamak şartıyla arada bir de belgesel versinler ve haber bültenlerinde birisi çıkıp siyasetçileri gösterip 'Bu iyi adam, bu kötü adam, şu eskiden iyiydi, artık kötü oldu, bu kötüydü, iyiye gidiyor' dese ve haber bülteni bitse. Öyle sıfat tamlamalarını filan da kullanmasa. Sadece adamın resmini gösterip 'kötü adam, iyi adam' dese. Sonra da hayat bayram olsa. Bi de şey, caz müzik olmasa. Yani olsa da bu kadar uzun ve saygın olmasa. "



Sevgilerimle...