Tuesday, June 30, 2009

Gemicik, Mehmet'cik

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Washington'da Dünya Bankası'nda çalışan küçük oğlu Bilal Erdoğan, vatani görevini Burdur'daki 58'inci Piyade Er Eğitim Alayı'nda bedelli olarak yapacak.
Bilal Erdoğan'ın 115'inci dönem yurtdışı döviz bedelli askerliğini yapmak üzere Burdur 58'inci Piyade Er Eğitim Alayı'na teslim olacağı haberleri üzerine, dün bu durumu görüntülemek isteyen gazeteciler kışlanın nizamiye kapısında bir süre bekledi. Ancak hiçbir hareketlilik yaşanmadı.

Yetkililer bu konuda açıklama yapmazken, kısa dönem bedelli askerlik yapacak erlerin 1- 3 Temmuz arasında teslim olması gerekiyor.

Monday, June 29, 2009

Anket, tatil, ülke gerçekleri


İşte yenibiris.com'un yapmış olduğu ve Hürriyet IK'nın bu haftaki baskısında yer alan anket.. Şaka gibi geldi bana...

Sunday, June 28, 2009

Bir Pazar daha geçer, bir tatil daha biter...

Cenk uyukladı...


Ben cin gibiydim...


Kedi uyuyup uyumayacağına karar veremedi...

Fikriye'yi de aldık...


Tophane'ye gittik..




Cenk maç seyretti..



Ben okudum...




Uzaklarda bir dostun kelimelerine tesadüf ettim..



Yeni ayakkabılarımla ben, birbirimizi seyrettik...




Finali eski dostta yaptığımız bir haftasonu da öylece geçiverdi...



Saturday, June 27, 2009

Göksel




Bu aralar müzikle ilgili konulardan çok bahsettiğimin ben de farkındayım. Ama engel olamıyoruz Houston, giderek daha çok dinliyor!!!

Bugünün konusu başlıktan da tahmin edebileceğiniz gibi Göksel.

1971 doğumlu olan Göksel'i çoğumuz ilk olarak 97 senesinde yaptığı "Yollar" albümünün çıkış şarkısı olan, köpükler içinde çektiği klibi "Sabır" ile tanıdık. Kimileri sinir oldu, kimileri bayıldı hafif yayvanca şarkılar söyleyen bu kıza. Ben hep seven taraf oldum. Türkan Şoray'a ne kadar benzediği konuşuldu uzunca bir süre, ben zaten Türkan Şoray'ı da çok severim.

Göksel narindir, sessiz sakindir, aşırı değildir, olduğu gibidir, diye düşünmüşümdür hep. Toplamda 6 tane albümü vardır ve hepsi keyifle dinlenir. "Arka Bahçemde" şarkısı ise ayrı bir yer taşır bende.

Birtek sondan bir önceki albümü olan Ay'da yürüdüm albümünü çok fazla beğendiğimi söyleyemem ki onda da "Yarabbi Şükür" şarkısı pek bir güzeldi..

30 Nisan'da piyasaya çıkan son albümü "Mektubumu buldun mu?" ise başka bir güzellik taşıyor bana göre.. Genellikle 70'lerin popüler şarkılarından derlemelerin yer aldığı albümün en büyük özelliği, tüm şarkıların düzenlemelerinin orjinal hallerine sadık kalınarak yapılmış olması. Göksel zaten birçok albümünde nostaljik şarkılara tek tük yer vermişti, bu sefer albümünün tamamını bu şekilde oluşturmuş ve fikrime göre çok da iyi yapmış.

Şarkılar, eski yorumcularıyla yer verirsek şu şekilde :

1. İnanmam (Ajda Pekkan _ 1972)

2. Çaresizim (Funda _ 1976)

3. Dudaklarımda Arzu (Ayla Büyükataman _ 1971)

4. Gülmek İçin Yaratılmış (Ferdi Özbeğen _ 1982)

5. Mektubumu buldun mu? (Gönül Yazar _ 1970)

6. Baksana talihe (Ajda Pekkan _ 1977)

7. Ağlamak güzeldir (Sezen Aksu _ 1987)

8. Bilemedim (Gönül Akkor _ 1972)

9. Senden Başka (Füsun Önal _ 1973)

10. Güle Güle Sana (Selçuk Ural _ 1974)

11. Şimdi Sen Varsın (Seyyal Taner _ 1974)

12. Sen Bensiz Ben Sensiz (Coşkun Demir _ 1982)


Dudaklarımda arzu Emel Sayın tarafından yapılmış yorumuyla biliniyor ama google'da araştırırken ilk yorumcusunu Ayla Büyükataman olarak gördüm. Hata varsa düzeltiniz..

Albüm gerçekten büyük keyifle dinleniyor. Türk filmlerinin ortamına giriyorsunuz sanki dinlerken. Benim favori şarkım "Baksana talihe". Dinledikçe mutlu olduğum ve dağlarda bayırlarda çiçek toplama isteği uyandıran bir etkisi var bende nedense..

Tek bir eleştirim var bu albümle ilgili. Kayıt yapılırken sanki Göksel'in o güzel sesiyle sanki biraz fazla oynanmış gibi geldi bana. Bazı şarkılarda başkası söylüyor deseler inanacağım kadar. Halbuki Göksel'in böyle birşeye ihtiyacı olmadığı gibi, sesinin kendine has bir tonu var ki dokunmak bütün özelliğini yitirtiyor sanki..


Günlerdir arabanın CD çalarında bu albüm var. Yazıcam yazıcam diyorum, bugüne kısmet oldu. Eski şarkılardan hoşlanıyorsanız, almanızı şiddetle tavsiye ederim.

Bir örnek çalışma için buyrun buradan yakın :


Goksel Baksana Talihe 2009 Zamanla.Net Zmuzik.Net
Yükleyen Zamanlanet. - Explore more music videos.

Friday, June 26, 2009

Rest in peace!

King of Pop: Michael Jackson!





En sevdiğim şarkısıdır bu.. Klibi de öyle. Bir kamyon adam düello için bir araya gelirler. Michael temiz evinden, parlak kırmızı deri ceketini giyer, dans ede ede olay yerine gider.. Gençlerin arasına girip, kavganın dövüşün bir faydası olmadığına bir anda ikna ediverir.. Herkes bir arada dans etmeye başlar...

Dünya müziğine bambaşka bir yol göstermiş, koccaman bir efsanedir...


Charlie's Angel : Farah Fawcett



Dünyanın en çok satılan posterlerinden biri.. Annelerimizin kuaförlerine "Saçımı Farah gibi yap Ferdi Bey" dediği güzeller güzeli kadın.. Evlenmeye karar verip yetişemeden yenik düştü kansere... Kendi kulvarında bir başka efsane olarak..

Thursday, June 25, 2009

Benzerlik demişken..






Ateşteyim Çelik de Elvis Presley'in genlerini çalmış olabilir mi okur ???


Şaka be şaka, o kadar da değil :D

Sadece, bugün de Elvis'in bir konserini izledik.. Ben Elvis'i izlerken bir anda Ateşteyim Çelik'e benzettim.. Resimlere bakarken Çelik'in saçlarını kısaltın, Elvis'in ağzını kapatın.. Benzemiyolar mı yani? Ama aradaki farkları sayabilirim elbette... (Bkz. Yakışıklılık, seksapelite, karizma, müzikal yetenek, ses, dans, etc..) Bunların hangisinde olup hangisinde olmadığı da sizin zevkinize kalmış artık.. Yazarın bu noktadan sonra yorum yapması doğru olmaz... :)


P.S : Yazarın benzetme kabiliyetine itirazınız varsa, hormonlu çürük domates atma hakkına sahipsiniz..

P.S 2 : "Yazarın konser izlemesi ülkemizin refahı açısından sakıncalıdır" diyenleri de anlarım.. Yaparım bunu!

Wednesday, June 24, 2009

Yok artık -2

Dün attığım maile bu sabah Pinhani grubunun vokalisti sayın Sinan Kaynakçı'dan cevap geldi. Teşekkür etmek gerek önemseyip cevap verdiği için. Copy paste yapmak suretiyle, bana attığı maili ve altında benim kendisine yaptığım açıklamayı sizinle paylaşıyorum... Sizden ricam, okuduktan sonra sayfanın en altındaki linke tıklayıp şarkıları (en azından 30-40 saniye) dinlemenizdir...


------------------------

Merhaba Tuba Hanım ,

sizin söylediğiniz şeyi ilk defa duymadığımızı tahmin edersiniz. Bu konudaki açıklamamızı daha önce birçok yerde yaptık, uzun zamandır da bu konuda mail almıyorduk. Bir cevap beklemeden bizi idam edip bizle vedalaşmışsınız . Zaten konuyu herkese tek tek açıklama lüksümüz yok . Sizin de bize inanasınız yok. Bir konuda yeterli bilgi sahibi değilken nasıl böyle bir mail attığınızı anlamaya da imkan yok . Aslında böyle bir maili atmaya ne kadar hızlı karar verdiğiniz ismimi yazışınızdan bile belli , ne faydası oldu şimdi, şevkimizi mi kırmak istediniz. Kırsanız bunun kime faydası var , bizim varlığımızın size ne zararı var . Nasıl emin oldunuz da bunları yazdınız , kimin malını kimden çalmışız , ne biliyorsunuz ki bu konuda , iki parçayı dinlemenin dışında ... benim dinleyip dinlemediğimi biliyor musunuz mesela . mükemmel bir grup değiliz , siz de bizi dinlemek zorunda değilsiniz . ancak yazdıklarınız maksadını aşıyor. bizim dinleyicimize saygımız var , ama biraz saygıyı biz de hakediyoruz. Eleştiride bulunmak için hakaret etmenize gerek yoktu gerçekten.

Sinan Kaynakcı


------------------


Sinan Bey merhaba,

Öncelikle, çok sayıda dinleyiciniz olduğunu düşünürsek, elbette ki herkese birşeyleri tek tek açıklamak bir lüks. Buna rağmen gösterdiğim tepkiyi önemseyip bana birebir cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Üzüntü, sinir ve uykusuzlukla soyadınızı sizin de dediğiniz gibi aceleyle yanlış yazdığım için de ayrıca özür dilerim.

Aslına bakarsanız cevap beklemeden idam etmek amacında değildim, bunu yapmak istesem mail atmaya çaba göstermez, içimde duyduğum öfkeyi, bana ulaşacağınız bir kanal olan mail yolu ile dile getirmezdim. Bu anlamda size cevap verebileceğiniz bir ortam hazırladığımı düşünüyorum, her ne kadar böyle bir beklentim olmasa da. Birşeyi yapmadan bir gün düşün derler. Şimdi baktığımda yazdıklarımın sert bir üslupla yazılmış olduğunu görebiliyorum, ancak bu üslubun sebebini, çok sevdiğiniz birinin hata yapmasına tahammül edemeyip fazlasıyla kızmak ve tepki göstermek gibi düşünebilirsiniz. Zira insan sevdiklerinin her zaman en iyisini, en laf söylenemezini yapmasını ister. (hoşgörmek de bir alternatiftir elbette bazı durumlarda ama o an inanın yapamadım)

Bu zamana kadar bu şarkı ile ilgili çıkan söylentiler ve yaptığınız açılamalar konusunda bilgisiz olduğum çok doğru. Çünkü dün tesadüfen bu durumu farkedene kadar, müziğinizi mutlulukla dinlemek dışında hiçbirşeyle ilgilenmedim sizinle alakalı. Bu tesadüf gerçekleşti ve o an defalarca dinleyip defalarca üzüldüm.

Müzikle uğraşan bir ailede büyümüş biri olarak, müzik bilgim ve kulağım birçok insandan daha gelişmiştir. Benzer gamlarda, benzer arpejlerde çalınan şarkıların belli noktalarda birbirini hatırlattığı çoktur. İnsanları yanılgıya düşürebilecek bir durumdur bu. Ancak dün şarkıları üst üste dinlediğimde ikna olamadım. İkna olamadıkça sinirlendim. Müzik adına birşeyler bildiğim için iki parçayı dinleyip, karar verebilecek nitelikte olduğum için sinirlendim. Şarkıyı dinlediğinizi ve buna rağmen böyle bir benzerlik olmasını düşünmek de çok hoş birşey değil takdir ederseniz.

Amacım kesinlikle şevkinizi kırmak değil, öyle olsa bile benim gücüm buna yetmez. İçimi dökmekten başka amacım yok zaten. Varlığınızdan rahatsız olmadığım gibi bilakis mailimde de anlatmaya çalıştığım gibi Serdar Ortaç'ların, Demet Akalın'ların yıldız olduğu bir ülkede, bu kadar rezil müziklerin yapıldığı ve rağbet gördüğü bir ortamda, sizin varlığınız beni mutlu etmekten başka birşeye sebep olmadı. İşte bu yüzden, size o kadar güzel sıfatlar yüklemişken, böyle bir hatanız, ihmalkarlığınız ya da şanssızlığınız, herneyse, sizin adınıza utanmama sebep oldu.

Hakaret ettiğimi düşünmüyorum. Kastettiğiniz "masumluk, hoşgörülemeyecek şekilde orospulaşıyor" tabiri ise, burada masumluk kavramının giderek laçkalaştığını, ve bu laçkalıktan sizin de pay aldığınız konusundaki endişelerimi dile getirmeye çalıştım. Hakaretim laçkalaşmış masumluğa.. Kelimeleri yanlış seçip farkında olmayarak haddimi aştıysam bağışlayın..

Buraya kadar okuduysanız çok zamanınızı almışım demektir. Özetlersem, ben dün kendimi bir an için aldatılmış hissettim. Sizi ve şarkılarınızı çok sevdiğimden, bunu size konduramadıkça sinirlendim. Çünkü sizin de dediğiniz gibi mükemmel bir grup olmasanız da hep çok başarılı olduğunuzu düşündüm ve daha da fazlası olmanızı diledim. Bu nedenle, kendi kendime size bu kadar değer verince, bir açığınız beni cidden fazlasıyla üzdü. Hayatımda ilk defa takip ettiğim, dinlediğim bir "ünlü" oluşumuna da mail atmış oldum bu sayede. Daha güzel şeyler için bu maili atmış olmayı isterdim elbet.

Dediğim gibi, başka şeylerle de ilgilenmiş olsaydım, bu olay hakkında yapmış olduğunuz mantıklı bir açıklama olduğunu görebilirdim, böyle bir açıklamanız varsa. Ancak buna fırsatım olamadan böyle bir mail atmış oldum. Veda etmişim kendimce ama, akşam yatağıma yattığımda, bu akşam iş dönüşü yine dayanamayıp sizin albümünüzü dinleyeceğimi de biliyordum ve biliyorum içten içe. Bugün olmaz bir gün olur, ben kendi kendime küsüp barışmış olurum, çok önemli değil..

Sürekli konserlerinize gelen, posterlerinizi asan, herşeyinizi takip eden birçok gerçek fanınız vardır. Benim kendimce grubunuza olan sevgim ve buna bağlı olarak da kızgınlığım da onlarınki kadar değer taşımaz bu nedenle. Yine de saygı gösterip cevap verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum.

Çalışmalarınızda ve kariyerinizde başarılar dilerim..

Sevgi ve saygılarımla,

Tuba xxx


---------------



Pinhani - Bir Anda Hamyum.com
Yükleyen Hamyum1. - Explore more music videos.



Angus And Julia Stone - Just A Boy
Yükleyen cezium. - Watch more music videos, in HD!


http://fevkalade.org/pinhani-sarkilar.html

Yok artık...

Bir DVD aldık evde izleyelim diye.. Konser DVD'si. Ozzy Osbourne-Live at Budokan.

Sonrasında bir de baktık ki bir şarkıyı fena halde tanıyoruz..



Ozzy Osbourne - Mama, I'm Comming Home
Yükleyen symphony_666. - Music videos, artist interviews, concerts and more.





Pinhani - Seni Bana Anlatırlar
Yükleyen Seqerrr. - Explore more music videos.


İki şarkı arasındaki 7 farkı bulana Serdar Ortaç konser bileti hediye...

Yazıklar olsun dedim ve internet sitelerinde "sadece grup üyelerinin bakabildiği" mail adreslerine aşağıda gördüğünüz maili attım...


------------------


Selamlar,

Madem bu mail adresini sadece grup üyeleri okuyor, madem beste ve sözleri bu grup üyeleri yazıyor, madem ben bu grubun bütün albümlerini aldım, madem ben düğünümde bu grubun "beni al" şarkısında ilk dansımı yaptım, bu grubun söyleyeceklerimi dinlemesi gerekir.

Az önce eşimle birlikte aldığımız "Ozzy Osbourne-Live at Budokan" DVD'sini izledik. Black Sabbath ve Ozzy Osbourne şarkılarıyla oldukça geç tanışmış biri olarak, bu DVD'yi izlerken, bir şarkı nedense fazlasıyla tanıdık geldi. Başından sonuna kadar, gitarın çalmakta olduğu ana melodi, (ki genel olarak bu tip şarkılarda, şarkının ruhunu, karakterini oluşturan, şarkıyı şarkı yapan şeydir) size ait olan "Seni bana anlatırlar"ın tamamen ama tamamen aynısıydı.. 60 yaşındaki Ozzy Osbourne'e o kadar ama o kadar sinirlendim ki sizin şarkınızı çaldığı için!!!! Sanki "Mama, I'm coming home!" derken Ozzy, Sinan Kayıkçı da "o her zaman gülen yüzün, bazen hüzünlü bir şarkıdır" diyordu...

Diyecek söz bulamıyorum.. Sizin adınıza çok utanıyorum. Yaşadığım derin hayal kırıklığına, bu iğrenç Türk müzik çeşitleri içinde size umut bağlamış olmama çok fazla üzülüyorum...

Belki hitap ettiğiniz kişilerin geneli bu tip şeyleri ayırt edemiyor ve güzelce oltaya geliyor olabilir, ama ne yazık ki birgün biryerlerde birileri hatırlıyor, farkediyor ve o insanların sizi sevmesindeki en büyük neden olan masumluk, hoşgörülemeyecek şekilde orospulaşıyor...

Diyeceğim budur, üzgünüm.. En çok sizin gibi çok fazla şey beklediğim kişiler adına..

Veda maili sayabiliriz bunu.. Ne de olsa bir daha yollarımız hiçbir şekilde kesişmeyecek..

----------------------------

Diyecek lafım yok...



Tuesday, June 23, 2009

Mona Lisa


Doğum günü falan derken kısa bir süreliğine çocukluk yıllarıma yolculuk yaptım bugün. Ne alaka bilmiyorum ama aklıma çocukluğuma damgasını vuran Mona Lisa tablosu geldi. Sizi bilmem ama ilkokul yıllarından başlamak suretiyle uzunca bir süre derin bir travmaya sürüklemiştir beni bu tablo.


Şöyle bir şey duymuştum, "Bu tablo çok orjinal bir tablodur, çünkü tablodaki kadının nereye baktığı belli değildir ve nereye gidersen git sana bakıyor gibi gelir". Bunu duyduğum an benim bittiğim an oldu.


O günden itibaren nerede bu resmi görsem, karşısına geçip değişik açılardan bakıyor, bana bakıp bakmadığını kontrol ediyorum. Şapşal Hollywood dedektifleri gibi sırtım dönük yürüyüp aniden tabloya dönerek kontrol etmeler olsun, tablonun asılı olduğu duvara kendimi sıfırlayıp, kafamı azıcık öne iterek yan yan kesmeler olsun, çömelip zıplamalar olsun... Bir türlü anlayamadım, gerçekten bana bakıyor muydu, gözleriyle beni takip ediyormuş gibi oluyor muydu, bir türlü çözemedim..


Şimdi düşünüp anlayamadığım bir diğer şey de şu; bunu o kadar çok yaptığımı hatırlıyorum ki, bunu o kadar çok yapabileceğim kadar resmi nasıl buluyordum? Bir dönem moda mıydı acaba kopyalarını bir yerlere asmak?


Yıllarımı yedi Mona Lisa. Şimdilerde değişik versiyonları mevcut, bıyıklı, esrar içerken, jartiyerli falan. İşin espirisine kesinlikle konsantre olamıyorum. Direk gözlerine bakıp, hala çaktırmadan ekran önünde kafamı sağa sola hareket ettirip kontrol ediyorum.. Yazık bana be..


P.S : Bu yazıyı okuduktan sonra kafasını sağa sola oynatanları gıdıdan öperim.. :)

Monday, June 22, 2009

İyi ki doğdum!

Siz üstünde yazan 50'ye bakmayın, 26 bitti, 27'den gün aldım.. (gün almalar falan, yakında yaşımı da küçültürüm ben :D )


Seneler önce gözlerimi ilk kez bu dünyayı görmek için açmadan hemen önce, şu zamana kadar yaşadıklarımı tek tek gösterip, "Hiçbirşeyi değiştirmesek yine de doğmak ister miydin? " diye sorsalardı bana, o zaman biraz düşünürdüm belki ama şimdi sorsalar, herşeyiyle yeniden gelmeyi kabul ederim seve seve.. Kötü olan şeyleri unutmayı bilirsen unutulduğunu, iyi olan herşeye kocaman kocaman yer açmanın nasıl bir mutluluk olduğunu öğrendim çünkü artık. Bana göre olabilecek en güzel aileye sahibim. Dünya komiği kedim var. Nasıl olacağını sipariş etsem bu kadarını tasarlayamayacağım, şahane bir sevgilim var.. Bu kadar sevilir mi dedirten "kaynımgiller" var :) Canavar gibi arkadaşlarım var..



E daha ne olsun adamım ha ?!?



İyi ki doğmadım mı ben şimdi ? :)

Sunday, June 21, 2009

Baba

"kocaman ellerin vardı senin ben küçükken.. ellerim kaybolurdu içinde... o kadar özel ve büyüksün ki baba, o eller hala kocaman bana.. bir tek o eller ihanet etmedi.. bir tek o eller karşılıksız sevdi beni... attığım her adımda nefesin var sanki... hiç bir zaman kaybolmayacağına emin olduğum nefesin... hayatıma en uzak duran sensin.. ama tam ortasında senin suretin... benim ömrüm senin elinden çıktı... notalarım senin kemanından... kelimelerim şiirlerinden... gücüm inancından... sevgim yüreğinden... hataların vardı hep kendini suçladığın, tıpkı benimkiler gibi, senin hiç bilemediğin... hissetmene rağmen beni hep sevdiğin... beni hiç bırakma baba... benim bembeyaz pamuk saçlı babam... koca kız olsam da hiç bırakma ellerimi... kolların hep bana kanat, uçmam kolay olsun... seni çok seviyorum babacım..." diyebilmeyi çok istediğim, ama her seferinde tıkandığım insan... hayatımın en değerli erkeği...


----

Yazmışım itusozluk'te 05.08.2006 tarihinde...

Friday, June 19, 2009

Gazete Müsvetteleri

Biraz sinirliyim. Allahım, gazete okuyamıyorum. Gazetelerin ne kadar taraflı, ne kadar patrona yalakalıkla ve ne kadar bilgi ve araştırmadan yoksun yazıldığını gördükçe hakikaten nefret ediyorum bütün gazetecilerden. Evet bütün gazetecilerden. Okuduğum hiçbirşeyin gerçekliğine inanmıyorum. Bazı istisnalar hariç. Şöyle açıklayayim:


Konu eğer birebir herhangi bir vatandaş ile ilgili ise veya bahsi geçen olay kesinlikle kendini patron veya politikacı zanneden birtakım zavallılarla alakalı değilse, işte o zaman okuduğunuz o haber muhtemelen doğrudur. Örnek vererek biraz açayim bu konuyu; Münevver Karabulut cinayeti ve ayrıntıları, Hidayetin NBA başarısı, buzulların erimesi, İsviçreli bilim adamlarının sıçmayı tamamen kaldıran hap üretmesi falan gibi.



Bakın bu saydıklarım istese de kimseye dokunduramayacak haberler olduğu için basına aynı şekilde yansıyorlar. Şimdi bu örneklerin tersini düşünelim. Neler taraflı haber haline geliyor?

Zahid Akman'ın sunduğu sahte belge, Metrobüslerin akıbeti, 3 yaz üst üste asfaltlanan TEM otoyolu (muhtemelen bu yaz da asfaltlarlar), internet sansürü, Kadir Topbaş'ın karıştığı söylenen yolsuzluklar, elektrik zammı, IETT zammı, dış politika ile ilgili herhangi bir haber ve bunun gibi. Saydığım örnekleri gazete gazete ayırarak düşünürseniz emin olun ne demek isteyeceğimi çok iyi anlayacaksınız. Mesela Deniz Feneri yolsuzluğu X gazetede nasıl anlatılıyor ve Y gazetede nasıl anlatılıyor, hatta belki anlatılmıyor bile.



Bütün bunlar bir yana, çok sevdiğimiz futbol ve futbol gazeteciliği, etliye sütlüye fazla dokunmuyor gibi gözükmekle beraber, aslında dönen para anormal miktarlarda olduğu için "anlayış özürlü, zavallı, yalancı, aldatıcı, üçkağıtçı, provokatif" sıfatlarını en çok hakeden gazetecilik kapsamına giriyor benim için. Örnek mi? Alın size örnek:

Eto'o Operasyonu: Transfer çalışmalarını büyük bir gizlilik içinde sürdüren Fenerbahçe, Barcelona'nın golcüsü Eto'onun peşine düştü.

Kelime kelime inceleylim:

1. Eto'o - Ulan Eto'o nun Fener'de ne işi var? Siz adam mı seviyosunuz, biz gerizekalı mıyız? Eto'o denen adam bu sene etrafta kupa bırakmayan Barcelona'nın birinci forveti. Tahmini değeri 42 milyon Euro adamın ya.

2. Operasyonu - Savaşa mı gidiyoruz? Ne operasyonu? Operasyon ya ameliyat masasında olur ya da savaşta. Sokun ince ince provokatif çomaklarınızı, dönüp dolaşıp size patlayacak bunların hepsi.

3. Büyük bir gizlilik - Ulan adamlar hakkında bir gazete sayfasınızda en az 15 tane adamı alacaklar diye haber çıkartıyorsunuz, bunun nesi gizlilik içinde? Bu kadar gizliyse siz ne kadar muhteşem gazetecilersiniz ya. Tövbe tövbe.

Senderos Yedekte: Lucas Neil ve Melberg ile ciddi şekilde ilgilenen Galatasaray, bu oyuncularda bir pürüz çıkma ihtimaline karşılık Philippe Senderos'u yedekte tutuyor.

1. Lan kültürsüz ayı, Lucas Neill iki "l" ile yazılır. Ulan araştırmaktan uzak böcek, Mellberg de iki "l" ile yazılır. Ya adam haber yazıyor, iki futbolcu adı atıyor götünden, onları da yanlış yazıyor.

2. Pürüz çıkma halinde - Tabi çıkacak pürüz, götünden atıyorsun çünkü haberleri, sayfa yetersiz kalınca da Varan bilmemkaç diye doldurup boş yeri 3. bir topçu adı daha atıyorsun.

3. Yedekte tutuyor - Ha evet tabi tabi, Senderos da Milan'da falan oynuyor ama bakma, futbolu Galatasaray'da bırakmak istediği için yedek tutabilirsin yani 24 yaşında adamı. "Sen bekle abi" dersin, "2 tane adam var, alamazsak seni alırız artık" napalım" dersin dimi?

Savaşa Hazırlanın: Alman Hoca'nın aybaşına kadar futbolcuların iyice dinlenmeleri geretiği ve kamp sonunda hepsinin asker gibi olacağını söylediği belirtildi.

1. Savaşa hazırlanın: Cümle zaten tamamen devrik de esas konu şu: ya bir teknik direktörün futbolcularına "savaşa hazırlanın" deme ihtimali var mı ya, hem de sezon öncesinde? Varsa bile herhalde dünya kupası finalinden evvel falan söyler, o da İngiltere Almanya maçı falan olacak yani.

Aklı sıra burada haberi hazırlayan gazeteci müsvettesi Fener taraftarına incenden "İşte efendim, takımımız yeniçeri ordusu gibi olacak, önüne geleni yenecek, yenemezse dövecek, her türlü hakkı olanı alacak" diye mesaj vermeye çalışıyor. Bütün sezon boyunca yiyeceği ekmeğin tohumlarını atıyor.

2. Belirtildi: Bakın bu önemli bir nokta. Bu tip gazetelerin hiç ama hiçbirinde kesinlike haber hazırlayanın bu bilgileri nereden aldığını belirtmeye ihtiyacı yoktur. Gazetede bir sayfada aşağı yukarı 50 kere "öğrenildi, belirtildi, ifade edildi, söylendi" gibi kelimeler kullanılır. Burada da bu kullanımı görüyoruz.

Futbolun bir savaş olduğunu kafalarımıza sokmak, olay çıkartmamızı sağlamak isteyen, her çıkan kavgada, her ölen taraftarda, her küfürlü tezahüratta kendilerinden birşeyler bulup salyalar akıtarak zevk çığlıkları ile anıran futbol medyası, futbol literatürüne inatla birtakım "savaş" terimlerini sokmaya çalılşıyor. Tamamen sallamasyon haberler yapıyor. Basın sadece futbolda değil, her noktasında çürümüş ve bilgisizlikten bitmiş durumda. Halk bunu farketmiyor hala, hala o gazeteler alınıyor, o televizyonlar seyrediliyor, hala o haberlere inanılıyor, yorumlar yazılıyor.

Uzun ve biraz da dağınık bir yazı oldu, ama neler hissettiğimi umarım biraz anlatabilmişimdir. Ben artık okumak, izlemek istemiyorum böyle haberleri. Doğru haber duymak istiyorum. AKP densin istiyorum, AK Parti değildi çünkü onun adı senelerdir. Birden bire dönüp her yere AK Parti yazan gazeteleri görmek bile istemiyorum. Hoşlanmıyorum artık bunlardan. Gerçekleri istiyorum.

Saygılar.

Fikriye

Hubble Bubble gururla sunar!

Huzurlarınızda yeni aile bireyimiz Fikriye!




Fikriye çok güzel olmasının yanı sıra tam bir görev adamıdır. Sadece internete girmeye ve yazı yazmaya yarar. Minik ekranından dünyalara ulaşabilir, minik gövdesini heryere kolayca taşıyabilirsiniz.




Kendisi birkaç gün sonra vuku bulacak doğum günüm için sevgili sevgilim Cenk'in almış olduğu müthiş hediyedir.






Adı Fikriye, görevi, fikri gelen Tubik'e yardım ve yataklık etmektir.


Thursday, June 18, 2009

Dilek kutusu

Uzun zamandır sesimiz çıkmıyor. Aslında sebebi miskinlikten başka birşey değil. Gündüz iş saatleri arasında o kadar yoğun çalışıyorum ki, sadece sevdiğim blogları okumakla yetinebiliyorum. Gün içinde şöyle bir programım var ;

Müşteri ziyaretine gitmediğim günler minimum 72, gidersem 48, 36, 20 diye giden kotalarda telefon açmam gerekiyor. Sözleşme, teklif, destek, pazarlık, vs vs... Gün içinde bin farklı sorumluluğum var. Ne zaman çıldırıcam bilmiyorum. Ne kadar bana göre hiç bilmiyorum.

Akşam ise eve gittiğimde neden bilmem, kolumu kaldırasım gelmiyor. Halbuki o kadar çok isteğim, o kadar çok hayalim var ki bi yerden başlamam gereken.. Bugün onları ucundan paylaşma günü..

** Çektiğim fotoğrafları daha hızlı bir şekilde bilgisayara yükleyebileceğim bir sistem kurmalıyım. Makinayı kablo ile bilgisayara bağla, RAW formatında çekilmiş fotoları klasörle, işlem yap, JPEG'e dönüştür, bloga koyacakların boyutunu küçült... Tüm bunlarla uğraşmak ciddi zaman istediğinden her gün üşeniyorum.. Çektiğim resimler burada çok geç yer alıyor.

** Sahibi olduğum kırmızı kaplı Moleskine defterim aylardır küskün. Çantamın içinde orası senin burası benim diyerek heryere geliyor benimle. Ama aylardır tek bir çizik yok. Artık çantamda da değil.. Yatakodasının bir köşesinde yalnız ve sessiz..

** Oluşturmak istediğim bir müzik arşivim var. Bana ait olan. İstediğim zaman dinleyebileceğim. Eskiden odama kapanır, günlük ruh halime göre playlist'imi ayarlar, saatlerce birşeyler okurdum. Evlendikten sonra Cenk istemedi yatak odasına çalışma yeri yapmamı. Yanından ayırmak istemedi biliyorum ama iki kişi salonda kendi dilediği gibi hareket edemiyor. O bilgisayar oynamak isterken ben müzik dinlesem ortaya korkunç bir gürültü çıkar. Bu nedenle müziksiz, kitapsız, yazısız kalıyorum uzun zamandır.

** Eve minik minik objeler yapmak istiyorum. Kendim. Derya Baykal misali, keçeler, hamurlar, boyalar.. Duvarlarda bizim resimlerimiz.. Balkonda minik ışıklar. Daha loş bir ev istiyorum aslında. Cenk nefret eder ama ben bayılırım sadece temel detayların seçildiği aydınlıklara.

** Bir dergide çalışmak istiyorum. Ya da bir dergi kurmak, oluşturmak, hazırlamak.. Yazılar yazayım, araştırayım, resimler seçeyim.. Ama nerede o dergi? Nerede benim alakasızlığım.. Ama biliyorum ki, çok mutlu bir iş olur benim için. Keşke diyorum, demeyi hiç sevmesem de. Ne yapmam lazım bu yolda, işte onu bilmiyorum.

** Daha düzenli, daha enerjik olmak istiyorum. Defdef'in annesi şoktan şoka sokuyor beni enerjisiyle.. Gel de imrenme..

** Başka bir iş, bambaşka konular istiyorum.. Yaratmak olsa içinde, hayal ediyorum, kuruyorum, batırıyorum o işleri :) Biri elimden tutsa, benimle gaza gelse, girişsek bi yerlerden bi işlere..

** Düzenli olarak balkonu yıkayabilen, hemen her akşam yemek yapabilen, tatlı yapan, tatlı yiyen, tatlı seven, irade sahibi olup diyet yapabilen, hergün yüzmeye gidecek kadar hırslı olan bir kadın olmak istiyorum. Tembel tenekelik bitse ya artık.

İşte böyle.. Mesai bitti.. 72 aramamı çoktan bitirmiştim bu satırları yazabileyim diye.. Sevgiler saygılar efendim..

Monday, June 15, 2009

Dönmek iyi gelir mi?




İyi gelir mi hiç, gelmez! Gitmişken oralarda kalası geliyor insanın..

İnsan tek bir kötü şey düşünemez mi ya?

Şahane bir tatil yaptık ayıptır söylemesi.. Ne kadar dinlendiğimi ve rahatladığımı anlatamam. Hala suratımda saçma bir gülümseme var. Frank Sinatra gibi direklerin etrafında dönerek zıplamak, yanımdan geçenlerden makas almak, şarkılar söylemek falan istiyorum.

Ancak ne yazık ki işe geldim, masama oturdum, yüzlerce maile göz ucuyla baktım ki zaten daha derine inmek mümkün değil şu ruh haliyle.

Hem normal hayatıma konsantre olabilmek için eski halime dönmek istiyorum, hem de bu mutluluğum sürsün diye kafamı bu mooddan çıkartmak istemiyorum.. Değişik bir ikilemdeyim anlayacağınız.

Fotoğraf makinesini kum olur o olur bu olur diye evhamımızdan hiçbiyere götüremediğimiz için çok fazla resim yok elimde ancak en kısa sürede mevcut olanları koyacağım.

Tatili özetlersek, yol şarkıları, en sevdiğimiz film kategorileri münazaraları, sabahtan akşama malak gibi yatmak, buz gibi denize "cups"lamak, Fotogol-Fotomaç-Fanatik ve türevlerinde yayınlanan %99,5 yalan transfer haberlerine gülmek, tekila içmek, yemek yemek, kilo almak, uyumak, cupslamak, tekila içmek, uyumak, cupslamak, tekila içmek...

Bir tatil böyle geçti...

Bir de şöyle :




Bütün tatil bununla eğlenilir mi?

Sunday, June 7, 2009

Belki uzaklar iyi gelir...

Arabaya atlayip cok sevdigimiz bir dostumuzla yollara dusmus,
Iclerden Ege'lere yonelmis,
Ortaklarda lokum gibi, efsane copsisi mideye indirmis,
Simdi de sakince Turgutreis sahilinde pizza bekliyor olabilir miyiz acaba?

Tubik ve Cenk bira esliginde Bodrum'dan bildiriyor.

Friday, June 5, 2009

Kadınlar gittiğinde..

Bekir Coşkun'un bu yazısını muhakkak birçoğunuz okumuştur. Az önce bir arkadaşım kanalıyla forward mail şeklinde yine karşıma çıktı..

Yazacak birşey bulamadığımdan, ya da kadınların gururunu fazlasıyla okşayacak kadar romantik olduğundan, ya da kendimi giden kadın olursam böyle olacağım düşüncesine soktuğumdan koymuyorum bu yazıyı..

Zamanında böyle kadınlar varmış, Bekir Coşkun'un yaşına yakın erkeklerin hafızasında "kadın" imajını bu şekilde yaratan kadınlar...

Bana kalırsa artık çok da yok.. Suç her zaman erkeklerde değil.. Böyle kadın olmak kolay iş değil, ve çoğumuz kolaya kaçıyoruz gibi geliyor bana... Bu sebeple yazılarıma dönüp dönüp baktığımda karşıma çıkar da bir iki ışık yanar kafamda diye koyuyorum..

-----------------------------------------------------------------------------------------------

''Kadınlar bir gün çekip gittiklerinde,peşlerinde'yetim-öksüz'kalan çok olur.
Mutfaktaki dolap,perdeler,kavanozun içindeki eski düğmeler,özenle saklanmış,küçülmüş giysiler,dolap
diplerindeki kurdeleler....
Çekmecenin dibinde artık kimsesizdir eski tarak...
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar,yetim kalmıştır tabaklar...
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.Sık sık boynunu büker sarı kız...
Teki kalmış o eski bardağın anlamını bilen olmaz,değerini kimse anlayamaz krom hac tasının...
Balkon artık sessizdir,koridor kimsesiz...
Bir kadın gittiğinde...
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında;bir ağır işçi,bir temizlikçi,bir bakıcı,bir bahçıvan,bir
muhasebici...
Bir anne gider...
Bir dost...
Bir arkadaş...
Bir sevgili...
Ne çok kişi yok olur aslında,bir kadın gittiğinde...''
''...Hep böyle olur;bir kadın gittiğinde;övgüler,uyarılar,yakınmalar,dualar yetim kalır...
Kapı eşiğindeki 'Dikkat et...ler duyulmaz,annesi gitmiştir 'geç kalma...'nın...
Kadınlar,arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler...
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında.Ve bir kadın gittiğinde pek çok'yetim'bırakmıştır
arkasında...''
BEKİR COŞKUN...