Tuesday, July 28, 2009

Nefret

"Bazen, insanlar canımı acıttığında - ki genelde asla tahmin edemeyecekleri zamanlarda, akla gelmeyecek şeylerden ötürü, akla gelmeyecek miktarda canım acıyor- suratlarına tükürmek, en aşağılık küfürleri özenle seçip ağzıma doldurmak, sonra kusmak, saçlarından tutup suratlarını duvara sürtmek, karakterlerinin en zayıf özelliklerini yüzlerine acımasızca vurup aşağılamalarımdan büzülmelerini seyretmek, bacak bacak üstüne atıp ağladıklarını izlemek istiyorum. Hatta zaman zaman ayaklarıma eğilip yalvardıklarını hayal ediyorum."


"Senin gibiler buraya geldiklerinde, emin ol tüm bunları ben de onlara yapmak istiyorum" diye geçirdi içinden doktor. Ancak o sıkıcı okulda aldığı tüm o eğitimler boşa gitmemiş, düşüncelerini herhangi bir mimik değişimi bile olmaksızın içinde tutmayı öğrenmişti. Öğrendiği bir diğer şeyi uygulamaya geçti.


"Ne yazık ki zamanımız doldu, önümüzdeki hafta aşağılık kompleksi ile ilgili detaylı incelemelerde bulunacak, narsizm ile arasındaki farkları ve benzerlikleri irdeleyecek, senin hangi gruba dahil olduğunu analiz etmeye çalışacağız. Haftaya kadar olan süre zarfında, canının nelere acıdığını, miktarını ve zamanını gözlemlemeni, içinden mantıklı birşeyler bulursan, not etmeni istiyorum."


Kız, yaklaşık üç saniye düşündü. Fazlasında canı sıkılıyordu zaten. Terapistin ne demek istediğini anlamadığına kanaat getirerek odadan çıktı. Terapist de sesini kıstığı bilgisayarının ekranının altında yanıp sönen turuncu kısma baktı. æ# super girl #æ 'den mesaj geldiğini gördü ve bir sonraki hastasını 15 dakika sonra içeri alması için asistanını aradı...

Sunday, July 26, 2009

Pazar gününde çeşitli şeyler

* Sabah bizim evin altındaki restoranda kahvaltı etmeye gittik. Oldukça kalabalık olduğundan ortalıkta birtek "Sabah" gazetesi kalmıştı. Bakkala gitmeye üşendiğimden aldım onu okudum kahvaltı boyunca. Nazlı Ilıcak'ın köşesine denk geldim. İlk etapta buğday yetiştiren çiftçi ile ilgili bir hikaye koymuş. Çiftçi iyi tohumları arkadaşlarına da dağıtıyormuş, rüzgardan kendi bahçesine gelirse kendi buğdaylarının kalitesi bozulmasın diye. Bunun haricinde iki adet ilkokuldan beri bildiğim mühendis fıkrası vardı.. Birinde balonda işletmeci ve mühendis, diğerinde trende işletmeci ve mühendis. Bu fıkraların yanısıra egzost deliğinden araba tamir eden jinekolog fıkrası da bulunmaktaydı. Son olarak da baş kahramanın Hidayet Türkoğlu olduğu ve her tarafından saçmalık akan, yerine herhangi bir zengini de koyabileceğiniz "bu seyyar araba eskiden benimdi" temalı simitçi hikayesi... Yani koskoca (!) gazetenin köşeyazarının kendisine ait olan tek bir cümle yoktu anlayacağınız. Hoş, Mehmet Barlas'ın köşesi de sanıyorum tamamen kendi cümlelerine aitti ama ondan da ben bişey anlamadım. Şunu merak ediyorum bu gazetenin yazı işleri müdürü ya da hernesiyse artık bir gününü nasıl geçiriyor?


* Bizim tenis kortu şaşırtıcı düzeyde çok kullanılıyor. Site insanlarında bir azim, kortlar sürekli dolu. Biz de onları izleyip dedikodu yapıyoruz Cenk'le. Yok şu bilmiyor yok bu biliyor diye. Bugün bir aileye denk geldim, karıkoca çocuklarını getirmişler, çocuklar oynuyor, babaları kenardan taktik veriyor. Bir ara baba "Salak gibi atma şu topu!" diye bağırdı küçücük erkek çocuğuna. Normal midir? Çünkü benim de "Sen de salak gibi çocuk yetiştirme!" diye hönküresim geldi de.



* Şeytan Rıdvan'ın NTV Spor kanalındaki talk show tadında futbol programına denk geldik az önce. Konukları Kurtlar Vadisi'nde ülke genelinde meşhur olan Memati (dizideki kod adı) idi. Haldun Dormen'den mezun olup, 7 sene komedi tiyatrosu yapmış. "E güzel kardeşim ne işin var vadilerde ovalarda ? " demezler mi adama?

Wednesday, July 22, 2009

Kırmızı Kurdele

İri ve yayvan, mor-kahve arası renkteki dudaklarını o ve a harflerini arka arkaya seslendirir gibi oynatıyordu ağzındaki cikletle savaşırken. Bir yandan da sol dizinin üzerine koyduğu sağ bacağını ayaklarından dizine kadar yukarı aşağı sallıyordu. Hemen yanında, hafif ter kokmuş, sarı dişli, sürekli giymekten kumaşı parlamış pantolonuyla oturan, kendi cüssesine kıyasla birhayli sıskaca kalan adamı, terliğini topuğuna çarparken çıkarttığı sesle ve ağzının şapırtısıyla delirtiyordu Aysel.


"Bak bana.. Gidelim diyorum. Yarın getirecek eniştem arabayı."


"Asıl sen bana bak Rıza Efendi. Gönlüm kaydı, kafam iyiydi, oynaştık, koklaştık, bitti. Ben sana dedim. Bu böyle sürmez dedim. İşim var gücüm var dedim. Benim seninle işim olmaz, boş yere rüya görmenin alemi yok, ne ben koparım, ne senin gücün koparmaya yetmez. Benim işim beni bulduğun sokaktır. Bugüne hala yaşıyorsam o sokağın bana verdikleri, benim ona verdiklerim sayesindedir. Ne ağlanacak halim var ne ağlayacak. Ben böyle iyiyim, ama biz böyle iyi değiliz Rıza Efendi. Boş yere rüya görme. "

"Aysel... Benim yüreğime koru düşürdün. Ben seni sevdim.. Uzatma da gidelim. Hem kendin diyosun, gönlün kaymış işte bana.. Vedalaş bu gece. Bak diyorum. Ne bok yersen ye, ama vedalaş. Yarın benimsin. Tamamen benim, sadece benim. Eniştem getirecek arabayı. Kız gibi alıcam seni kapından."

Aysel durdu.. Ne terliklerini şaplattı, ne ağzını. 5 dakika sessizce bekledi. Rıza'nın gözleri yerde, felaketi malum olmuş. Aysel kalktı, koca poposu sallanırken üstüne birikmiş elbisesinin kumaşı kendi kendine aşağı indi herbir adımında. Koridordan şaklayan terlik seslerini dinleyen Rıza, bir çekmecenin açılıp kapandığını duydu. Terlik şakırtısı yaklaştı, iri baldırlarıyla Aysel elinde zarf gibi ince bir bohçayla göründü.

Sakızını Rıza'nın çay tabağının kenarına koyup eski koltuğunun ucuna misafir gibi oturdu. Cikletine baktı ama tekrar çiğnemekten vazgeçip derin bir nefes aldı.

"Rıza Efendi.. Bak bu benim rahmetli anamdan kalma çeyizimdir. Al bunu sakla. Bu benden alabileceğin son şeydir. Bu saatten sonra dara gelemem ben. Hayal peşinde koşamam. Bırak ben sana verebileceğim en güzel şeyi vereyim, sen de beni sal, tek bildiğim hayata döneyim. Haydi Allah yolunu açık etsin..."

Döndü, sağ bacağını sol dizinin üstüne koydu. Sehpanın üzerindeki sigaraya baktı. Sonra çay tabağının kenarındaki cikletini ağzına atıp gürültüyle çiğneyerek camdan dışarıyı seyretmeye koyuldu.

Rıza bir süre bekledi. Aysel'in dönüp de birşey söylemesini bekledi ama olmadı. Çoktan kendi işine dönmüştü bile Aysel. Gelene geçene balon şişirip gülücük saçıyordu. Dizine koyduğu buruşuk kepini kafasına öylece yerleştirip ayağa kalktı. Aysel'e birşeyler söyleyecek gibi araladı dudaklarını ama gözleri buluşmayınca kapıya doğru yürümeye başladı.

Öfke miydi içindeki, aldatılmışlık duygusu mu? Umutlarının ucundan yakılmış kağıt gibi yavaş yavaş küllendiğini hissetti. Oturduğu kahvede, gelen çayından bir yudum alıp elindeki bohçaya davrandı. Senelerdir açılmamıştı belli. Katlanmış köşelerinden ipler çıkmış bohça, çiğ yeşil renkli bir çamaşır ipiyle tutturulmuştu. İpi çözdü, Katları açtı. Dantelden yapılmış uzun bir yastık kılıfıyla, arasına saklanmış tel kadar ince bir altın bilezik çıktı bohçadan. Bir de ince uzun kırmızı bir kurdele..

Demek Aysel'in çeyizi buydu. Bir yastıkta binlercesiyle kocadığı hayatında bir kez olsun kullanamadığı çeyizi ve beline bağlayamadığı kurdelesi... Hesabı istemek için arkasına dönerken, Rıza soğuttuğu tavşan kanı çayı devirdi, yıllardan sararmış yastık kılıfına döktü.

O an farketti 40 yaşında "ateşli" Aysel'in bekaretini kendisinin bozduğunu. Cebindeki bozukları masaya koydu. Bohçayı toplayıp, ağır ağır kahveden çıktı. Bir daha da o sokağa uğramadı...

Monday, July 20, 2009

Dumansız hava sahası



Büyük yasak dün itibariyle yürürlüğe girdi. Her nekadar bu yasağın arkasında, 3-4 sene sonra farkedeceğimize inandığım art niyetler arıyorsam da, vatana millete sokaktaki bebeye son derece hayırlı oldu.. Eskiden otobüste bile sigara içilirken şimdi bunun aksini düşünemiyorsa insanlar, bir süre sonra dışarıda yenen bir yemekten sonra da "bir cigara yakayım, arkama yaslanayım" demeyi akıllarına getiremeyecek.. Ya paşalar gibi kapının önüne çıkacak, ya da efendi gibi sandalyesinde oturacak... Keşke bir taraflarımız yese de satışını da yasaklasak ama mazallah dünyayı yöneten dev Amerikan şirketleri bozuk atar da bitiveririz oracıkta... Bahane hazır, "sigara içmek kişinin kendi iradesine kalmıştır". Esrar da satılsın o zaman, o da irade işi değil mi? Bi anlamadığım konu budur.. Toptan yasaklasınlar, kimse içemesin... Oh ne güzel...
P.S : Bitkisel tütün diye saçma bir zamazingo çıkartmışlar, tütün ürünü sınıfına girmeyen. Sağlık bakanlığından onay da almışlar.. Nargilecilerde o içilecekmiş... Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Perfect Strangers (!)


Saturday, July 18, 2009

Nefret ettiğiniz kurumdan bir haber

Çok güldüm ya. Çok hoşuma gitti. Telekom'dan bahsedeceğim bugün biraz. Öncelikle size ufak bir Hız / Fiyat diyagramı vereceğim ve üstüne başka bir konudan bahsedeceğim.

Altta göreceğiniz grafik ülkelerin 2007 yılındaki verilere göre internet bağlantılarında MBit başına ödedikleri parayı dolar cinsinden sıralıyor. Şöyle bir inceleyin bakalım.


Evet, şimdi bakınız, bir kere örnek verilen ülkeler arasında en pahalı interneti biz kullanıyoruz, bundan zaten şüphemiz yoktu değil mi? Ama ne kadar pahalı? Bulgaristanın 36 katı pahalı mesela. Dünyanın en pahalı şehri Londra'da internet bize göre 5 defa daha ucuz. Alamancı akrabalarımız bizden 20 kat ucuz internet kullanıyorlar mesela. Bu grafikte olmayan 3. dünya ülkesi Brezilya'da da internet bizden yarı yarıya ucuz. Allahın unuttuğu Sri Lanka'da da durum aynı.

Beni bu grafikte en çok gıcık eden olay Bulgaristan. Biz adamlarla komşuyuz ya. Yani diyecem ki, tamam, Sri Lanka efendim okyanusun tam da internet ana hatlarının geçtiği yerde konumlanmıştır, bizden ucuza kullanıyorlardır falan filan, yani tam olarak da bilmiyorum bağlantı fiyatını etkileyen parametreler neler. Ama Bulgaristan be abi. Aramızda 36 kat fiyat farkı var.

Burdan hangi sonuca varmanız gerektiğini ben siz fazla düşünmeden söyleyeyim. Turk Telekom beceriksizliğinin, kifayetsizliğinin, bir boku becerememesinin acısını çatır çatır kullanıcılardan çıkartıyor. E tabi hazır bu kadar geçirmişken muhtemelen kar marjını da biraz yüksek tutuyordur. Sonuçta dünyanın en pahalı benzini gibi en pahalı interneti de bizim ülkemizde. Şaşıracak birşey yok.

Şimdi olayın başka bir yüzünü anlatayım. Yeni bir eve taşındınız, internet bağlantısı istiyorsunuz. Ne yapmanız lazım?

Telefon bağlatmanız lazım. Bak bak bak...Telefonun sabit ücreti ne kadar? 11 TL. E tamam, hiç kullanmayacağınız, sadece internet için bağlatmaya zorunlu olduğunuz telefona da aylık sabit ücret ödemek zorundasınız. İnternet bağlantınız yukarıdaki sıralamada zaten en alttaydı. Şimdi bu üçkağıt sayesinde yerini iyice sağlamlaştırdı, çünkü ayda 6-7 dolar da telefonun sabit ücreti tuttu, haliyle aylık ödediğiniz miktar iyice arttı. Çok akıllısın Telekom ya, bayılıyorum sana.

İnternet bağlantısının telefon hattıyla herhangi bir alakası var mı? İnternet sizin telefon numaranızla veya hattın ucuna bağladığınız telefonun markasıyla ilgilenir mi? Hayır? Sadece hattın kendisiyle ilgilenir.

Peki ben telefon istemiyorum, sadece internet istiyorum deme hakkınız var mı?

Yok.

Yoktu.

Ama ne oldu. Abimin teki kafayı yedi, verdi mahkemeye. Kazandı. İşte ben bu noktada çok güldüm, çok hoşuma gitti. Buyrun, milliyet.com.tr den aynen kopya:

...Konya Tüketici Mahkemesi, sabit telefon hizmeti olmadan, ADSL hizmetinin sunulabileceği yönünde karar aldı. Konya’da bir ADSL kullanıcısı 3 Ağustos 2007 tarihinde sabit telefon olmadan, ADSL hizmetinden faydalanmak için Selçuklu Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyetine (TSHH) başvuruda bulundu. TSHH, 24 Ekim 2007 tarihinde aldığı 2007/612 nolu kararla talebi yerinde bularak, telefon hattının iptaline, ADSL hizmetinin yerine getirilmesine karar verdi.

İki hizmeti birlikte veren Türk Telekomun TSHH kararının iptali için Konya Tüketici Mahkemesine açtığı davada talebi Konya Tüketici Mahkemesinin 14 Mayıs 2009 tarihinde aldığı 2009/76 nolu kararla reddedildi. Mahkeme tarafından açıklanan gerekçeli kararda, bilirkişi raporlarına istinaden sabit telefon hizmeti olmadan, ADSL hizmeti sunulmasının önünde teknik bir engel bulunmadığı, Türk Telekomun sabit telefon aboneliği içermeyen ADSL internet erişimine ilişkin kurumca onaylanmış bir tarifesinin bulunmadığı, mevcut uygulamanın kurum düzenlemelerine aykırılık teşkil etmediği, ancak dünyanın değişik ülkelerinde sabit telefon ve ADSL hizmetinin ayrı ayrı verilebildiği, Telekomun da altyapısının buna müsait olduğu belirtildi.Kararda, şunlar kaydedildi:


“Tüketicinin dilediği hizmeti alma özgürlüğünün bulunduğu, yani sabit telefon hizmetinden faydalanmadan internet hizmetinden faydalanılabileceği, yine telefon ve internet hizmetlerinin ayrı ayrı verilmesinin maliyeti yükselteceği iddia edilmiş ise de kurum tarafından sabit telefon ve internet seçeneklerinin ayrı ayrı ve birlikte tarifeleri belirlenerek tüketiciye sunulması ve tüketicinin istediği paketi seçme özgürlüğünün sağlanması gerektiği ve Telekomünikasyon kurumunca da ayrı ayrı hizmet verilmesi paketlerinin reddedilmeyeceği gelen yazı cevaplarından anlaşıldığından, sonuç ve içerik olarak doğru olan TSHH kararının iptali talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.”

...Konya Tüketici Mahkemesi, konuyu derinlemesine ele almış ve bilirkişi raporlarına istinaden, 14 Mayıs 2009 tarih ve 2009/76 nolu kararında, ADSL’de sabit hat ve telefon aboneliği gerekmediğine karar verip, Telekomun açtığı itiraz davasını reddederek, hakem heyetinin tüketici lehine vermiş olduğu kararı onamıştır. Ayrıca Rekabet Kurulu da Şubat ayında almış olduğu bir kararla Türk Telekomun sabit hatsız ADSL hizmetini üç ay içinde başlatması kararı vermiştir...

Allahım, Allah o davayı açan güzel kadeşimden razı olsun. Türk Telekom da yakında bunun acısını çıkartmak için telefon ve ADSL fiyatlarına zam yapabilir, haberiniz olsun. Ama güzel para kaybedecekler bu davadan, orası kesin.

Hadi kalın sağlıcakla

Monday, July 13, 2009

Bir gün bir haftalık tatile bedel bazen... Bazen de daha fazlasına..

Anlatacak çok şey, koyulacak çok resim olan bir gündü dün.. Huzur dolu bir evin bahçesinde, keyif dolu insanların arasında.. Sadece gülümsenecek düşünürken.. Yine bitmesi istenmeyen.. "Ne çok eğlendik" dedirten...
Biz gittiğimizde bu şekilde uyuklamaktaydı minik kuş...

Babasına aşık...



Rengi her yere saçılmış...


Rengi veren güzel annesiyle...




Mutluluk veren minik papileriyle...




Mis kokulu bir minik kuş...





Tıpkı bunun gibi, kanatları eksik, renkleri fazla...




Yeni bir arkadaşlık başlangıcı ile..




Mideye inecek olan yemekler ve işini severek yapan bir mangal ustası ile...




Taze taze sebzeleriyle...




Masaya herkesten önce oturan sabırsızlarıyla...





Etrafı aydınlatan minik minik toplarıyla...
(Top demişken, sevmiyoruz tamam :D)




Dünyanın en rahat şezlongunda sevdiklerimiz..




Ve birbirinden güzel yol şarkılarımız ile...
Güzelden de güzel bir Pazar geçirdik yine biz.. Bol sohbet, bol gülme.. Ne şanslıyız dedik.. Deliler ordusu buldu birbirini...
Çok fazla fotoğraf var.. Hangisini koyacağımı şaşırdım... Defdef'i çay içerken çektiklerimi kendime sakladım...
Güzel saçlı anne, esmer hatun Tanya, Ersin Abimiz, Barbekü üstadı Mr.K, Defdef, Cenk.... Kısa da olsa büyük anne ve baba...
Hepimiz oradaydık dün... İleride bir gün zengin olursam, sırf bu buluşmalar için gizli kameraman tutacağım... Resimlerle olmuyor...
İyi ki varlar, iyi ki varız, iyi ki...
P.S : "Ben küçüğüm ya ondan :)"

Monday, July 6, 2009

Sobe Vol.6

Uzun zamandır mimdir, sobedir, bir hareket yoktu... Şimdi sevgili ZSA beni sobelemiş.

Görev insanı olduğumdan kellay bi çırpıda yapiim dedim.. Dedim demesine ama konu da zor be.. Bir takım kişisel itiraflarda bulunmak gerekiyor konu icabı ama bir anda sorunca da hemen cevap verilmiyormuş, bunu anladım...

** Anormal bir sulugözlülük mevcut bende. Önceki cümlede geçen "anormal" kelime anlamıyla kullanılmış olup, nicelik değil nitelik belirtmektedir. Şöyle ki; biriyle tartışıp, birine kırılıp kolay kolay ağlamam ben. Mesela aşırı miktarda sinirlenirsem ve sinirimi atacak birşey yapamıyorsam ortam koşul gözetmeksizin ağlarım. Örnek; öğretmenim benim damarıma basacak birşeyi sınıf içinde söylediyse ve ben ona ağzıma geleni saydıramadıysam, ya da babamla konuşurken ısrarla anlatmak istediğim şeyi anlamıyorsa/anlatamıyorsam falan.. İhtiyar birilerini gördüğümde dayanamıyorum direk ağlıyorum... Acıma duygusu değil, ne bilmiyorum. Zaten düşünmeme fırsat kalmıyor, hemen sulanıyor gözlerim. Bazı filmlerin en komik sahnelerinde ağlayabilirim.. 50 First Dates buna en güzel örneklerden biridir. Böyle bir ağlama yok.. Neşeli Günler de öyle..

** Sakarlık konusunda bir hayli başarılı olduğum söylenebilir.. Ergenlik döneminde genelde tüm ergenler sakar olur ya hani, ya ben ergenlikten çıkamadım, ya da bende kronikleşti... Ya kapıdan geçerken bir kapıyı ortalayamaz mı insan? Sürekli omzumu çarpıp, kapıya "pardon" derken buluyorum kendimi! Ya da yemek yerken çatalı çat diye dişlerime çarpıyorum. Serçe parmaklarım (ayak) sürekli koltuk kenarına çarpmaktan hissisleşti. Bardağa su koyarken yerler daha fazla nasipleniyor..

** Eskiden gerçekten çok güzel şarkı söylerdim. Şimdi ise Banu Alkan'dan halliceyim. Nasıl böyle oldu, bu noktaya geldim ben de anlamadım..

** Her nekadar dışadönük, girişken biri gibi görünsem de utangaç ve çekingenimdir. Kalabalık ve tanımadığım insanların yanında genelde rahat edemem.. Allahtan rahat ediyormuş gibi davranma konusunda yetenek sahibiyim de susup kalmıyorum genellikle.. Ama sandalyenin altında sünger varsa, parça parça olma ihtimali yüksektir :)

** Yakın bir zamana kadar çok akıllı olduğumu zannederdim. Bloglar da dahil olmak üzere birçok farklı platformdan sonra "çok" akıllı olmadığımı, sadece akıllı olduğumu anladım. İyi oldu.. :)

** Çocukken büyük abime aşıktım. Bildiğiniz "aşk"tan bahsediyorum. Defalarca evlenme teklif ettim, defalarca tehdit ettim kendimce "seni kimseye yar etmem, benim olacaksın" diye.. Tepesine çıkıp öpücüklere boğardım.. Yazık çocuğa..

** Yakınlarımı kaybetme konusunda çok çok uzun zamandır ciddi bir korku yaşıyorum. Psikolojik olarak ele alınması gereken bir konu bile olabilir çünkü gece yatmadan önce aklıma gelip de sabaha kadar nefes dinlediğimi biliyorum çok kereler. Hatta sırf bu düşünceden anlamsız şekilde ağladığımı da..

** İnsanların birden fazla kez aşık olabileceğine inanıyorum.. Arkadaşlarımla sıklıkla tartıştığım bir konu bu, onlar olmaz diyor, ben olur diyorum. Denk gelmeyle alakalı bir durum bu..

** Kafamda 8 adet dikiş var, 5'i bi yerde, 3'ü bi yerde... İki vukuatımın da hamamda gerçekleşmesi nasıl bir durumdur bilemiyorum.. Üstelik 5 yaşından küçüktüm ikisinde de.

** Küçükken Burak Kut'un "Bebeğim" şarkısında da ağlardım ben be! Yaş 8 falan..

** Ha bir de "Hadi yine iyisin" Tayfun konserine gidip masaların üzerinde dans etmişliğim vardır.

** Ortaokulda botumun tabanı ikiye ayrılmıştı burundan topuğa kadar. Yürürken lap lap ses çıkartırdı, herkes dalga geçerdi 100 metreden anlaşılıyor senin geldiğin diye. Babamlara külfet olmasın nasılsa yürüyebiliyorum diye onlara söylememiştim. Sonra kim keşfetti hatırlamıyorum ama iyi bir azar işitmiştim.. Ahhh ahh şimdiki aklım olsa :D

** Hep çocuk sahibi olmak istemişimdir. Hatta evleneyim hemen çocuk yapıcam derdim hep. Kız çocuk isterdim.. Hayatın gerçekleriyle şak diye karşılaşınca insan bi dur diyor.. Şimdi baya uzun vadede ve mümkünse erkek istiyorum :D


Tam itiraf gibi de olmadı şimdi bunlar, itiraf & anı karışık oldu.. Olsun ne yapalım..

Eğer ki yapmak isterlerse ;

Defdef'in annesi ve SED'e yönlendiriyorum bu yazması eğlenceli konuyu...

Thursday, July 2, 2009

Umut Ocakabaşı, 3 Resim

Resim 1: Bu resimden önce bir resim çektim, fakat Tubik'i çekmemişim. Sonra da bunu çektim. Resimde gördüğünüz kişiler Flying Dutchman, yani uçan Hollanda'lı ve ekibi esasında. Sol başta okuyuculardan Ahmet var. Alnına birşey (Flying Dutchman ID Card for Premium bloggers) yapıştırmış olan sağdan 3. şahıs Varol Döken. Tam onun yanında da Tunchay var. Barad-dur ve Gorky de masanın en sonunda yerlerini almış durumdalar. Arka masa da tanıdıktı epeyce, fakat ben onlarla tam tanışamadım. :)

Resim 2: FD ve Cthulhu. Resmi gördüm direkman özledim. Tekrar gelsin, tekrar görüşelim. Eşi de gelsin, bu sefer arabayla götürecem Tophane'ye, yürümicez. :)

Resim 3: Ömrümde yaptığım en sağlıklı, en kaliteli futbol muhabbetini yaptım o gece. O ekipten de bunu beklerdim. Varol muhtemelen bu resimde sülalesindeki Fenerlileri anlatıyor. Gözlerinden öpüyorum.
Bu vakte kadar birçok blog buluşması yaptık biz. Hep bir grubumuz var, buluşuyoruz, biliyorsunuz. Bu ikinci bir grup oldu bize. Çok güzel bir akşamdı, gelen herkeze teşekkürler.

Wednesday, July 1, 2009

La Minör Blues

Tubik ben çalarken birkaç resmimi çekti. Ben de buraya koyayim dedim. Yeni amfi aldım güzel kardeşlerim. Resimde göreceksiniz. Roland Cube 20 X. Birçok model var üzerinde, ancak bu resimlerde ben Tube Drive modelini kullanıyorum. Ayarlar kısaca şöyle:

Bass : 15
Middle : 14
Treble : 16
EFX : x
Delay : 11
Drive : Tube Drive
Gain : 14
Volume : 9 (komşular için :) )

İşte resimler:



İşte karşınızda Roland Cube 20 X. Nasıl ama?


Tubik'in marifeti ile resim pek bi havalı çıkmış.

Eski dost arkada dinleniyor. Senelerin yorgunluğu tabi. :)


Havaya giren gitarist.

Bu amplifikatörü almak isteyenlere bir iki uyarım olacak bu arada. Amfinin overdrive modeli çok başarısız, ancak ona genelde pek ihtiyacınız olmuyor, Tube Drive modeli oldukça yeterli. Ayrıca belirtmek isterim ki, gitarınızın iyi alıcıları yoksa, metal tonlarını çok iyi alamıyorsunuz. Ben şanslıyım, çünkü bu tip müzik için çok kaliteli ses veren bir BC Rich'im var. Sağda solda okuduğum kadarı ile amfi pedallar ile de çok uyumlu, özellikle Ibanez Tube Screamer ile tavsiye ediliyor. Ama kendisini 2. el 250 dolardan aşşağıya bulamazsınız, saygılarımla. :D