Wednesday, November 26, 2008

Çocuk istismarı, cinsel taciz, tecavüz

Neresinden tutulup da anlatılacak bir konu bu inanın bilmiyorum. Yazarken ellerimin titrediği bir konu olduğu kesin. Aklımın, ruhumun, kalbimin, hiçbir duyu organımın algılayamadığı birşey olduğu kesin. Hatta belki de üzerine yazı yazmanın gerek bile olmadığı bir konu bu, daha bir çok konu gibi. Çünkü o kadar aşikar, bunun ne cahillikle, ne ahlaki ve dini baskıyla, ne hayvani içgüdülerle alakasının olmadığı, düpedüz iğrençlikten, insan haklarına ve bazı güzel gözlü eşekleri de düşünürsek hayvan haklarına aykırı birşey olduğu. Bu sebeple gerek yok aslında üzerine yazı yazmaya.

Ancak her gün, her yerde, defalarca, birilerine tecavüz ediliyor, bir kadın tacize uğruyor, bir erkek çocuk anlamadığı davranışlara zorlanıyor. Bu ben olabilirim, sen olabilirsin, senin kızın olabilir, kardeşin olabilir, eşin olabilir, annen hatta baban bile olabilir. Bu tip haberlerin sayısı o kadar çok artmaya başladı ki! Televizyon izlemeye tahammül edemez oldum. Her haberi gözyaşları ile izlemekten yoruldum. O insanlar adına ben utanıyorum, bunu yapanlar adına ben kendimden nefret ediyorum. Ancak bitmiyor. Kanunlar beş para etmez bir bunağı korumak için aksi yönde değiştiriliyor ve ben bunu cidden anlayamıyorum, birşeyler yapmak istiyorum ama ne yapacağımı bilemiyorum. Gamze Özçelik'in başına gelene "O da oraya gitmeseydi, o herifle gezmeseydi, bla bla bla.." diyen, diyebilen, o videoyu ağzının suları akarak izleyen insanlar gördüm ben! Adli Tıp Raporu yanlış olabiliyor, bakın Gamze Özçelik de evlendi, vs. , demek ki travma geçirmedi, o zaman biz cezamızdan kurtulalım diyor şimdi o şerefi olmayan beş para etmez adam! Midem bulanıyor!

Bir kadına tecavüz etmek nasıl bir şeydir? Bu eylemi bir insanoğlu nasıl zevkle sonlandırabilir? Nasıl bundan zevk alabilir? Rızası olmadan biriyle cinsel ilişkiye girmek ve bundan zevk duyabilmek nasıl bir zihnin nasıl bir ürünüdür? Nasıl bir sevgisizliktir !?

Bir kadınsın. Güzel ol, ya da çirkin ol, bir kadınsın. Beğenilmek, beğenmek, kendini dünyadaki varlıklardan daha güzel hissetmek, senin seçtiğin kişi tarafından, kabul ettiğin kişi tarafından özenilmek isteğin var. Yolda yürürsün, eteğin bir karış dizden kısa diye birileri sana laf atma hakkını kendinde görür. Sinir olursun, musallat olur diye, rezillik çıkar diye susarsın, yoluna devam edersin. Belli bir süre sonra bu artık seni rahatsız bile etmeyecek hale gelir, çünkü alışırsın, kulakların duymaz olur.

Bir kadınsın. Belki de küçük bir kadın. Amcanın oğlu bir fırsatını bulur, kimse görmeden sana dokunur. Yüzündeki ifade hergün senin saçını okşayan ifadesinden çok farklıdır. İrkilirsin, ne yapacağını bilemezsin, hayır diyemezsin. Susarsın. Sana kızarlar diye susarsın ve korkarsın. Geleceğinden korkarsın. Büyüyünce de hayır demeye korkan büyük bir kadın olursun. Kimse sana soru sormasın istersin, "farketmez" en favori cevabın olur. Senin için farketmedikçe insanlar için de sen farketmemeye başlarsın. Herhangi bir şekilde davranabilirler sana. Kimse bilmez, kimse duymaz, kimse anlamaz. Sesin çıkmaz, farketmesinden korkarsın.

Bir erkek çocuğusun, bazılarına göre oğlan. Daha kızlarla tanışmamışsın, iki tahta araba, bir sapanın var dünyanda. Bir adam gelir ter kokan, kıllı, göbekli. Anlamadığın şeylere zorlar seni. Hiç dokunmadığın yerlere dokunur, korkudan titrersin. İtiraz etsen suratına tokadı yer susarsın. Büyür bir adam olursun. Kızlarla tanışmaya tenezzül etmez, bulduğuna saldırırsın.

Ne demek "Evlendiğine göre travma yaşamamış!"? Bu nasıl o iğrenç eylemi affettirecek bir unsur olur?

Normal! Annene babana anlatsan namussuz sen olursun, katil abin olur! Polise söylesen "Hanım sen de böyle etekler giymeyecen" der. Dava açsan, adli tıp olumsuz rapor verir. Arkadaşına anlatsan "Ay canımmmm!" dedikten sonra senin aşifteliğinden konuşur arkandan.

Bunu yapar insanlar. Sanki kendilerinin başına asla gelme ihtimali yokmuş gibi, sana acımasızca saldırırlar. Bizim sesimiz çıkmadıkça erkek egemen toplumların egemenliğini sarsmamak için yeni yeni kanunlar çıkartırlar. Yapayalnız kalırsın. Ya kimse bilmez ve içinde bir yere saklarsın... Ya bilen affetmez. Affedilecek hiçbirşey yapmamış olmana rağmen.

Ama yine de bunun hakla hukukla, eğitimle, parayla pulla, şansla, ortamla alakası yok. Bunun insan olmamakla alakası var. Kendi çoluğunu çocuğunu aynı yere koyamamakla alakası var.

Hepimizin başına gelebilir bu. Hepimizin canı, evladının başına gelebilir.

Ancak şu da bir gerçektir ki, eminim bu yazıyı okuyanlar arasında bana hak verip midesi bulananlar olduğu gibi, bu eylemleri hafif ya da ağır şekilde birilerine yapmış, fakir ya da zengin birileri de vardır.

Kimbilir kac kisinin;

Cani yanmis,
hayalleri sonmus,
ilk opucugu kirlenip,
goz yasi olmustur...

Saturday, November 22, 2008

Bir cumartesi klasiği

Yine sabah kalkıp her yeri temizleyip silip süpürüp bi sürü işle uğraşıcam diye kandırıyodum kendimi! Sonra ne oldu. Bi o yana bi bu yana devirdim kendimi! Dışarıda fırtına, ama bi yandan eve vuran güneş. Lucky Bambo'yu da koydum camın önüne güneşlensin diye. Sarındım battaniyeme yarı uyku yarı televizyon. Kedi bi yanda ben bi yanda. Ve bunlar da doğal ortam resimlerim :)



Dışarıda ortalık karışmış deli gibi fırtına var, ama bütün gün ev güneşle aydınlandı.


Bu bol yatmalı güzel günümde digiturk bana eşlik etti.

İşte uykumun belgesi battaniyem ve yastığım..

Sevgili kayın anne hediyesi lucky bamboo da kendince güneşe döndü yüzünü.

Ben resmini çekerken uyandırmış oldum ama bu minik kuş da diğer koltukta miskinliğe vermişti kendini..

Bizim evin halleri böyle oldu bugün. Akşama sevgili Aykut ve Beliz gelicekler bize.. Yapacak çok iş var. Bu saat oldu önce evi temizlemem sonra da yiyecek bişeyler ayarlamam gerek :D

Thursday, November 20, 2008

Tuesday, November 18, 2008

Özlü söz


"Büyük takımlar kazandıkları büyük başariyi konuşurlar. Küçük takımlar ise büyük takımları yendikleri skoru konuşurlar."


- M.PLatini


Saturday, November 15, 2008

Mustafa




Başta planımız filmi direk yayınlandığı gün görmekti.. Ancak yapamadık. Sevgilim işten geç çıktığı için ne Bağdat Caddesi'ndeki yürüyüşe katılabildik, ne filmi izleyebildik.. Ben ancak tüm tanıdıklara Cumhuriyet Bayramı'nı kutlayacak mesajlar atabildim... Filmi bizden önce izleme şansı bulanlar, bir de baktım ki zehir zemberek yorumları ile bu çarpıcı çıkışlı filmi eleştiriyordu. Mail adresime sürekli o köşe yazarının yazdığı yazı farklı kişiler tarafından gönderiliyordu. Şaşırdım. İşin enteresan tarafı aradan birkaç gün geçmesine rağmen biz hala çeşitli sebeplerle görememiştik ve her geçen gün daha da kötü şeyler duyuyordum. Can Dündar böyle birşey yapabilir miydi? Sarızeybek'i yapmış, senelerce Atatürk'ün ne kadar büyük bir lider olduğunu anlatmış bu adam, sonunda çıkıp Atatürk'ü sarhoş, alkolik, kadından başka birşey düşünmeyen, diktatör, yalancı, korkak gibi gösterebilir miydi? İnanasım gelmedi.


Zannetmeyin ki bu yazının devamı "Ne yazık ki Can Dündar bunu yapmış" olacak..


Daha filmi izlemeden Cenk ile tartışmaya başlamıştık bile. Cenk herşeyi olduğu gibi Atatürk'ü de radikal taraflarından göstermek çabasında olanlara duyduğu sinirden, bense artık farklı açılardan da bu büyük liderin değerlendirilmesi gerektiğinden, bir parça daha ete kemiğe büründürülmesi, birşeyleri başarmamız için kendimize duymamız gereken güvene, Atatürk'ün de bizim gibi zaafları olduğunu görerek sahip olabileceğimize olan inancımdan dem vurdum.
Konu artık bloglara da taşınmıştı. Atatürk'e olan sevgi ve saygılarından, Atatürk'ün modernite anlayışına sağdık olduklarından, benden çok daha fazla tarih ve Atatürk bilgisine sahip olmalarından bir damla şüphe duymadığım Tanya ve Ersin Abi'nin yazdıkları, onlar vasıtası ile okuduğum biyonik kedi'nin görüşleri, benim filmi gördükten sonra hissetmeyi tasarladığım duygu ve düşüncelerin tamamen zıttı yazılar yazmışlardı. Film henüz izlememiş kişiler tarafından bile olumlu ya da olumsuz eleştiriliyordu. Tarih bilgisine sonsuz güvendiğim ve değer verdiğim saygı değer kayınpederimle de konuyu tartıştım.. O da izlememişti ve insanların parmak bastıkları noktalarda haklı olduklarını, bazı cümlelerin özellikle seçilmiş olabileceğini, hassas konularda kelimelerin ucu açık bırakıldığını söyledi.. Tarihsel süreçte olayların nasıl gerçekleştiğini anlattı.... Genç Bakış'ta Can Dündar'ın savunmasını izledim ki bana göre böyle bir filmin savunmaya ihtiyacı kalmamalıydı. Okumuş etmiş, modern ailelerin çocukları olan, dogmatik düşünmenin insana zarardan başka birşey sağlamayacağını öğrenmiş olması gereken üniversite öğrencileri son derece dogmatik açıklamalarla filmi eleştiriyorlardı. İçlerinden okulun Atatürkçü Düşünce Derneği'nin başkanı olan biri "Atatürk içimizde!" den başka söyleyecek laf bulamamış, bu cümleden sonra da alkış beklemişti. Yine de kendimi tutarak ne sevgili Tanya'nın, ne saygı değer Ersin Abi'nin, ne biyonik kedi'nin yazılarına yorum yazmadım.


Filmi bugün izledim ve bu hakkı artık kendimde buluyorum.


Öncelikle şunu söylemeliyim ki, ne 2. Cumhuriyetçiler ne de Rokoko Entellektüelleri olarak anılan bir grup insanın düşünce ve inançlarını paylaşmıyor, ortak bir payda kendimde göremiyorum. Atatürk'ün korkusuz bir asker, dahi bir devrimci, karizmatik ve gelmiş geçmiş en büyük lider olması ile ilgili sonsuz bir inancım ve hayranlığım var.


Ancak, filmde eleştirilmesi gereken noktalar olduğu gibi, övülmesi gereken taraflar da olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda eleştirilen noktaların da çokça abartılı olduğunu düşünüyorum..


Malum köşe yazarının iddiasına göre, Atatürk'ün savaş hünerleri 1 dakika, kadınlara düşkünlüğü 15 dakika yer bulmuş. Yalan! Film boyunca Atatürk'ün nasıl taktiklerle savaşları planladığı, askerlerine cesaret verebilmek için hepsinin önünden savaşa girip başlattığı, reformları ve cumhuriyetin 5 temel maddesini seneler önceden planladığını, memleket beş parasızken, müthiş bir dış politika güderek, Ruslardan yardım sağlayıp yaraya merhem olduğunu, cumhuriyetin 10. yılını kutlarken bile onu kutlayan kalabalığa bakıp kendisine sorulan soruya "Hiç heyecan duymuyorum, şu an bizi göklere çıkartan bu millet, bir gün yerden yere vurabilir." diyerek tam 70 sene sonrasının (malumunuz %50 si oy verdi memleketin) durumunu görebildiğini, hayaller kurduğunu ve bu hayalleri gerçekleştirmek için zorlamadığı kapı kalmadığını, savaşın ne kadar acımasız olduğunu (hiç görme şansımın olmadığı video görüntüleri ile), okullarda öğretilmesi için bir kitap yazdığını ancak bu kitabın hiç okutulmadığını, kadın düşkünlüğünden ziyade kadınları koyduğu yerin, şu anda bizlerin olduğu yerden çok daha yüksekte olduğunu, Bulgaristan Kralı karşısına ilk defa çıkışında Yeniçeri Kostümü giyecek kadar iddialı ve kendine güvenen bir insan olduğunu görme fırsatım oldu.


Atatürk karanlıktan korktuğu için mumsuz yatamazmış. Yalan! Diyor ki "Paramız yok.. Mum alacak paramız yok.." Yaverinden birşey bulmasını rica etmiş. " Ben karanlıkta yatamam" diyerek. Korkma ibaresi yok.. Hiçbirşey yok.. Suratımızda özlemle dolu bir gülümseme var. Başka hiçbirşey yok. Anneannemin yanağını okşayan, duygusu olan sevgili büyük önderin, ulaşılabilir, sıcaklığı hissedilebilir olmasının ve o fırsatı 60 sene sonra doğarak kaçırmış olmamın özlemi var.


Atatürk toz bulutunu görmüş, işgalci kuuvetler zannetmiş, korkmuş.. Yalan! Diyor ki "Atatürk, askerliği bırakıp devlet kurmak adına faaliyete geçmek adına Ankara'ya geldikten sonra, Ankara'ya yaklaşan işgalci kuvvetler var. Ortalık gergin, her an herşey olabilir" Bir liderin her türlü ihtimali düşünme ve her türlü ihtimale karşı tetikte bulunması normal değil de nedir? Burada savaşın gerçekliği, insanı paronayak yapacak düzeeyde ciddi bir mevzu oluşu var..


Atatürk dinsizmiş. Yalan! Trablusgarp'tan yazdığı mektuplarda hep yaratanın evlerdiği koşullar altında birşeyleri başarabilmesinden bahsediyor. Büyük bir deha ile, çokça karşı çıktığı dinin devlet işlerine karışması durumuna rağmen, halkı çekebilmek, meclise, cumhuriyete olan güvenini sağlamak için onların inancına saygı duyarak meclisi cuma günü dualarla açıyor.


Atatürk diktatörmüş. Kısmen yalan! Hakkı hukuku, adaleti, kuralı yüzyıllarca hacılarda hocalarda aramayı ezberlemiş bir milletin, modernleşmesi, çarşafı bırakıp kolsuz elbiseler giymesini ancak dikta ederek gerçekleştirebiliyor. Dikta etmeyi, demokratik bir cumhuriyet oluşturmak için araç olarak kullanacak kadar keskin bir zekaya sahip oluşu var burada Atatürk'ün..


Atatürk yalnızmış. Doğru! Suratına her sene yeni bir botoks yaptırıp o parti senin bu davet benim gezen manevi kızı, benim gözle görebildiğim hiç bir katkı sağlamamışken Atatürk'ün daha iyi anlaşılmasına, çıkıp da " Atatürk yalnız değildi, etrafında sürekli insanlar vardı, Türk halkı vardı" derse ben bu açıklamayı tatmin edici bulmam. Elbette ki Türk halkı vardı. Ancak ömrünü, hayalini kurduğu bağımsız Türk Devleti'ni oluşturmaya adamış, müthiç bir zeka ve dahilik ile kimsenin öngöremediği birçok şeyi öngörmüş bir insanın duygulaını, arzularını tam olarak anlatamaması, anlaşılamaması bir yalnızlık değil midir başlı başına? Burada yalnızlıkla kastedilenin ne olduğu çok önemli.


Vahdettin Atarük'e demiş ki bu ülkeyi sen kurtarabilirsin. Yalan! Diyor ki " Git bu devleti kurtar". Vahdettin hassas, tartışılan bir konu, böyle bir yaşamın kısa kısa irdelendiği bir belgesele sıkıştırılamayacak bir konu ancak art niyet aramak da art niyetli bir davranış gibi geliyor. Tıpkı ilkokulda yedi dayağın intikamını alma ibaresi gibi. Art niyet arayamıyorum ancak bu kadar profesyonel bir belgeselcinin acemi bir hatası olabilir diye düşünüyorum.


Atatürk alkolikmiş. Varsın olsun! Diyor ki Fransız basını "Baloya, gece hayatına, alkole, zevke düşkün olması, bu liderin büyük bir ulus kurmasına engel olmadı!" Bunu Fransız kabul etmişken bizim göremiyor olmamız, olumsuz olabilecek noktalara rağmen asıl idealini gerçekleştirirken hiçbir zaafının etkisinde kalmamayı başarmış bir lideri bu haliyle kabul edip örnek almamak neden?




Çocukluğumda tarih derslerinde Atatürk'ün üstün başarılarını öğrenirken, her zaman ama her zaman şunu düşündüm. " Ne yazık, Atatürk o kadar ulaşılmaz, o kadar mükemmel, o kadar doğru, o kadar o kadar ki, bir daha asla onun yerine biri gelmeyecek ve bu ülke yeniden kurtarılamayacak!" Bir çocuk için bu ne demek biliyor musunuz? Şimdiki gibi kendi de dahil, bütün yaşıtlarının, bunu bir ütopya olarak görmesi, bu ütopyanın zaten hiçbir şekilde gerçek olamayacağı için politikadan uzak, kendi halinde yetişmesi, büyük hedefleri olmaması demek.


Benim bugün izlediğim Atatürk gerçekti. Kahramanlığı, zekası, büyüklüğü kat kat büyüdü gözümde. Bizden yaşça büyüklerimizin tecrübesi elbet bizden fazla. Bizim göremediğimiz hassasiyette konuları değerlendirebiliyor ve eleştirebiliyorlar. Ancak bizden saklanan o kadar çok nokta var ki bu eleştirilere rağmen bu film bize birşeyler öğretti. Unuttuğumuz ve asıl hatırlamakla yükümlü olduğumuz birçok noktayı hatırlattı. Tıpkı Atatürk'ün veda yazısındaki gibi..


"Beni hatırlayınız.."


Beni unutmayınız değil.. Atatürk zaten birçok konuda unutulacağını ve unutturulacağını biliyordu.. O hatırlanmayı temenni etti..


Bana kalırsa bu filmin bir başka katkısı Atatürk'ün tartışılabileceğini, tartışılması ve daha çok öğrenilmesi gerektiğini bir parça anlatmış oldu bizlere.


Bu kadar çok sayıdaki acımasız eleştiriye bir çift sözüm olacak. Bazılarını cidden çarpıtılmış, magazin basını gibi üç beş cümle seçip oradan bıçağı vurduklarını düşünüyorum.


En önemlisi bu film için yobaz kesimin " Bakın sizin atanız alkolikti, kadın kız düşkünüydü, hede hödö idi.." demesini beklerken, bizlerin bu kelimeleri dillendirip telaffuz etmesi, onu böyle kabul edememesi, etmek istememesi, beni biraz endişelendiriyor. Çünkü Atatürk'ün bir anısı var;


İçki sofrasında görüntülenmenin sorun çıkartıp çıkartmayacağını soran bir yakınına şu cevabı veriyor Atatürk:


" Beni içki içerken, sarhoş da görsünler.. Benim tüm kötü huylarımı da bilsinler.. Bir gün gelip başkaları sizin atanız sarhoştu, şöyle kötüydü böyle kötüydü derlerse " Onu biliyoruz bilmediğimiz birşeyini söyle!" diyebilir, beni savunabilirler."


Film bazı konularda çok hassas olduğumuz bir döbemde bu şekilde işlenmemeliydi diyor bazı yorumlar. Can Dündar'ın dediği gibi Türkiye'nin hassas olmadığı bir dönem oldu mu? Peki hep bekleyerek mi geçecek ömrümüz, zamanı ne zaman gelecek?


Ha film mükemmel miydi? Hayır. Bazı sahneler, fazla kopuktu, bir anda dönem ve konu değişiyordu ve insanda birşeyleri kaçırmış hissi uyandırıyor, bu da bütünü etkiliyordu. Atatürk'ün yalnızlığından gereğinden fazla bahsedilmişti, yalnız olmadığından değil, sıkmaya başladığından, Hatay meselesine bir parça daha detay verilebilirdi, görevleri önceye göre pasifleşmiş bir Cumhurbaşkanı için önemli bir faaliyetti ve daha fazla vurgulanmalıydı. Müzikler genel olarak güzel olmasına rağmen, sondaki şarkının sözleri tam anlaşılmadığından yanlış anlaşılmasına elverişli bir hal almış ve güzel de değildi, Goran Bregoviç'ten daha iyi bir çalışma beklerdim.


Muhtemelen daha olgun yaşlarımda olsaydım daha fazla eleştirebilecek şey bulurdum. Ancak benim dönemime göre ideal bir film, özellikle de başka hiçbir çalışmanın yapılmadığı bir dönemde. İnsanlar çocuklarını getirmeli mi bilemem. Ben çocukluğumdan beri biliyorum Atatürk'ün içki ve sigara içtiğini. Bende travmatik bir etki yaratmadı hiçbir zaman. Ancak ailelerin takdiridir. İzletin de diyemem açıkçası, çünkü ilk etapta daha farklı hikayeler öğrenmeli, zaafların olabileceğini idrak edebilecekleri yaşlarda görmeliler belki de bu yönlerini.


Ben filmden keyif alarak, ne kadar şanslı bir toplumun parçası olduğumu, Atatürk'ün inanılmaz bir asker, lider, devrimci, reformcu olduğunu pekiştirerek, hayranlığımı kat kat katlayarak, ütopya değil örnek görerek çıktım filmden. Bilmenizi isterim ki ne Can Dündar'ı ne de başka birşeyi savunuyorum. Paylştıklarım sadece benim filmden aldığım duygulardır, ben almam gerekeni aldığıma inanıyorum, benim dışımdaki insanlar bunu almadıysa muhakkak ki yönetmenin eksiklikleri olduğundandır.


Naçizane görüşlerim bunlardır.





Sobe Vol.3

Canım Burcu'mdan gelen bir sobe var şu anda elimde..

"Neden blog yazıyorum?"

Olaylar şu şekilde gelişti.. Ben zaten sürekli yazı yazmak istiyorum, vs, bik bik ediyordum neredeyse 3 yaşımdan beri.. E yazıyodum da kendi halimde.. Sözlükte, forumlarda, vs.. Ancak kendime ait olmayan hiçbiryer bana özgürlük sunmuyordu.. Hepsinin kendine özel formatı ve kuralları vardı... Zamanla yazmayı azaltmaya başladım.. Bu noktada bir gün canım sevgilim bana telefon açıp "Sana bir hediyem var" dedi.. Ben elle tutulur gözle görülür birşey beklerken "Tek taş olur, araba anahtarı olur, yalı oluurr, tekne oluurrr.. :P) bana sadece bir internet sitesi adresi gönderdi.. Ne olduğunu anlamadım.. Daha blog olayının benim de yapabileceğim birşey olduğunu keşfetmemiştim.. Siteye girdim.. İlk yazısını okudum...

Hayatımda aldığım en anlamlı 3 hediyeden biriydi.. Diğer ikisi babamın 18 yaş, gencecik bir kadın olma hediyesi yüzüğü ve abimin işe başlama hediyesi kalemi.. Abim duymasın kalemi taşınırken sanırım kaybettim ve oturup ağladım ama bu site asla kaybolacak bişey değil Allah'tan..


Bu uzun girizgahı geçersek, neden yazıyorum? Kafamda sesli cümlelerle aktaramadığım o kadar çok düşünce var ki! Artık hayat o kadar hızlı gidiyor ve insan düşücelerini ifade etmek isterken olaylar o kadar çabuk değişiyor ki, sakince, uzun uzun düşünerek, kısmen özgür bir şekilde bilincimin ve kalbimin şifresini deşifre edebildiğim müthiş bir alan sağladı bana bloglar.. Bu deşifre edilmiş duygu ve düşüncelerin başkaları tarafından okunduğunu, üzerine düşünülüp yorum yapıldığını, sadece benim değil başkalarının algılarına da girebildiğini görmek beni ne hale getiriyor anlatmak zor.. İki kelime bişey yazıp arkasından sürekli olumlu ya da olumsuz bir yorum var mı diye susamış köpek gibi dilim dışarda kontrol ediyorum.. Bu beğenilme arzusu değil asla.. (Eh tabi beğenilince üzerine bir Türk Kahvesi içmek istiyor tabi insan ama..) Bu sadece birilerine bi şekilde ulaşma arzusu..

Beni yazmak kadar ben yapan, yazmak kadar beni bana tanıtan bişey yok.. Benim bir dünyam var herkesin gördüğünden başka, tıpkı başkalarının dünyasını benim bilmemem gibi.. Bu dünyayı tasvir ediyorum her saçma ya da ciddi yazımda.. Böylece somutlaştırıyorum bu dünyayı... Ve bir sürü kız çocuğunu okutmaktan sonra gelen en büyük hayalim olan kitap yazabilmek adına sürekli alıştırma yapıyorum burada..

Bana böyle soru sorulur mu Burcu? Sabaha kadar, sonra akşama kadar, sonra öbür sabaha kadar anlatırım ben neden yazdığımı...

Hepinize bizi okuduğunuz, dünyamızı paylaştığınız, değerli düşüncelerinizle bizleri geliştirdiğiniz için sonsuz teşekkür ediyorum..

Bu hediyeyi veren sevgilime gelince.. Varlığı zaten teşekkür sebebi...

Friday, November 14, 2008

Haftasonu



İşte böyle yatasım var bütün haftasonu... Kedimi de alıp.. Ona bir kaşık pasiflora, bana 1 şişe votka... Aynen böyle yatarız herhalde :)


Hepinize mutlu mesut bol neşeli bir haftasonu dilerim...


P.S : Ha bu arada dün Cenk'le birlikteliğimizin 3. yılıydı. Benden size ipucu.. Aşkın ömrü 3 yıl falan değil :)))

Monday, November 10, 2008

Bilindik sonuç



FB: 4 - GS: 1


Her ne kadar sezonun başından beri Fenerbahçe gerek süper ligde, gerekse şampiyonlar liginde vs futboluyla taraftarlarını tatmin edemez durumdaydı. Bu sebeple şu ana kadar hangi koşulda olursa olsun kendi sahamızda yenmeyi başardığımız Galatasaray'ı bu sefer yenebileceğimiz konusunda endişelerim vardı. Ancak çoğu zaman bizim için kötü başlayan oyunumuza rağmen, Galatasaray'ın erken gelen golüne rağmen yenmeyi başardık. Takımım adına çok mutluyum..


Ancak şunu söylemeden es geçemeyeceğim: Başka hiçbir kulvarda tam anlamıyla bize eksiksiz mutluluk yaşatamayıp, sadece Galatasaray'a karşı kazandığımız zaferlerle idare edebildiğimiz zannediliyorsa yanılıyorlar.. Artık Aurelio'nun anlamsız yere gönderilip orta sahanın boş bırakıldığı, Guizia gibi ne halta yaradığını anlayamadığım adamlara o kadar paralar verilmesini, her mağlubiyette teknik direktörün değişmesinin gündeme gelmesini falan görmek istemiyorum..


Türkiye'de olduğu gibi Fenerbahçe'de de bişeylerin değişmesi gerektiğine inanıyorum ve bu zafere çok da fazla sevinemiyorum...


Ama yine de tadından da yenmiyor be :)))))

Friday, November 7, 2008

Unutulmaz Sözler


“Hiçbir takım Galatasaray’dan daha iyi olamazdı. Benim için her şey çok mükemmeldi. Diğer takımlar bana ne verebilirdi ki? Belki daha çok para.”

- Gheorghe Hagi, 2002, gazete röportajından

“O anı unutamıyorum, birden bire bir tezahürata başladılar… Dağ Başını Duman Almış’a… O marşı o güne kadar çok dinlemiştim… Ama hiçbirimiz o andaki söyleneni, o zamana kadar belki de hiç duymamıştık. Yeni bir marştı sanki… Bizi, sahada kalan on kişiyi, nasıl kamçıladığını ve değiştirdiğini anlatamam, söze dökemem.”

- Bülent Korkmaz, 2000, gazete röportajından



"Hiçbir kuvvet beni bu stadta 25 bin kişi olduğuna inandıramaz."

- Paolo Maldini, AC Milan Kaptanı, 1999, Galatasaray 3 - 2 AC Milan maçından sonra

Thursday, November 6, 2008

Ayak izi

Çim kokusu geliyor burnuma biliyor musun?
Taze kesilmiş, miss gibi.

Ama kedimin pati izlerini bulamıyorum üzerinde
Çimde hemen kayboluyor..

Canlı ya belki ondandır dedim..
Çim de olsa, bir hareket, bir ruh, bir değişim, bir evrim...
Canlı ya ondan dedim..
Pati izi de olsa, çim iz tutmaz dedim..


Sen insan mısın?
Eğer insansan,
Söyle bana neden..
Sen ne diye iz tutarsın?

İtiraf et..
Yoksa sen cansız mısın?

Wednesday, November 5, 2008

Obama




Eh sonunda başkanımız belli oldu.. Yeni lider Barak Obama! Ne kadar mutluyum bilemezsiniz siyahi bir başkanımız olduğu için.. Hem belki bu başkan PKK'ya dur der.. Irak'taki savaşı durdurur.. Türkiye'deki petrol fiyatlarını düşürür... Kim bilebilir ki?
Yanlız biz Türklerin oy kullanma hakkı hala yok, ona biraz bozuğum..
Yetkililere sesleniyorum, bi dahaki seçimlere bu durum telafi edilsin..
Bu sefer Kızılderili biri aday olsun, ben oyumu ona vericem, kıyafetleri falan çok hoşuma gidiyo böle renkli tüylü müylü..


Şaka be şaka..

Tuesday, November 4, 2008

F.R.I.E.N.D.S


Bu aralar en sevdiğimiz aktivite sevgili Aykut'tan aldığımız Friends DVD'leri. Taaa ilk bölümünden başlayan bu DVD'lerde karakterlerin olgunlaşmasından tutun da, ilk yayınlandığı dönemin korkunç modasının sona ermesi (göbeği açık tshirtler, şort etekler falan gibi), tiplerin güzelleşmesi falan gibi şeylere şahit olmak çok zevkli. Herşeyi bırakın, günde sizi sadece 20 dakika bir konu hakkında güldüren birşey oluyor hayatınızda... Zaten bir süre sonra bağımlılık yapıyor ve o 20 dakika yetmiyor, bir bakmışsınız 4-5 bölüm geçivermiş bir akşamda..

Kesinlikle ve kesinlikle günün stresini aşmanız için birebir olan bu tatlı diziyi izlemenizi önerir, mısır patlaksız izleyene hakkımı helal etmeyeceğimi belirtmek isterim.

Saturday, November 1, 2008

Rüyalar alemi

Sevgilimin müthiş günaydınından sonra benden de uykular alemi adına bir yazı gelecek sevgili blog severler..

Konumuz: Rüyalar



Beni tanıyanlar ne kadar uykucu bir insan olduğumu bilirler.. Neden böyleyim, sabahları uyanmak benim için neden kabustur, neden geceleri birbirinden tuhaf rüyaları sıra sıra dizerim bilmem..

Sorunumun, çocukluğumda yere 2,80 yatan oyuncak köpeğimle alakası olabilir mi düşünmeden edemiyorum.. 6-7 yaşlarımda adını "miskin" koyduğum bu köpekcik belki de idolüm oldu ve bilinçaltım beni ısrarla uyumaya, miskinliğe itiyor olabilir mi acaba?

Şöyle bir durumum var; akşamları uyumak istemiyorum, mümkün mertebe gece karanlığında uyanık olup geç uyumak istiyorum.. Gece boyunca hepsini tüm detayıyla hatırladığım bir dizi rüya görüyorum ve bu rüyalar bilinçaltımın oynadığı çeşitli oyunlar sonucu acaip görüntüler değil, senaryosu olan, dekoru olan, karakterleri olan film niteliğinde rüyalar genellikle. Mesela, Cenk ile yurdumun hiç görmediğim bir köşesine gidiyoruz. Çeşitli tanıdıklar farklı konumlarla karşımıza çıkıyor, yolda yürüyen adam, patron, eski sevgili, sevgilinin eski sevgilisi, anne, baba, kardeş, çocuk falan gibi.. Zaman zaman gerçek hayattan parçalar giriyor, zaman zaman tamamen kendi yarattığım olaylar peydah oluyor.. Sabah uyandığımda o kadar fazla detay hatırlıyorum ki, şöyle bir cümle kurabiliyorum "Birinci rüyamda şu kişiler vardı ve şurada şunlar oldu, sonra başka bir rüya gördüm onda da şöyle şöyle oldu... Sonra bi süre rüya görmedim sonra tekrar şu şu şu olaylar oldu.." gibi.. Bunu yaşayan varsa bilir, insanı anormal yoran, moralini bozan, enerjisini alan, yorgun uyanmasına sebep olan ve günlük yaşamını etkileyen bir durum bu..

İşin daha da enteresan tarafı, gece rüya görürken uyanırsam, yeniden uyuduğumda kaldığım yerden devam etme yeteneğine sahibim ve sabahları bir rüyanın ortasında çalar saat yüzünden uyandırılmışsam, rüyaya devam edebilmek için uyumaya çalıştığımı ve gitmem gereken yere geç kaldığımı da hatırlıyorum..

Enteresanlıkta zirve yapan durum ise şu, bugün gördüğüm rüyaya yarın akşam, o da olmazsa birkaç akşam sonra devam edebilmem..

İnsan 10 yaşında gördüğü rüyayı hala hatırlar mı? Hatırlıyorum.. Rüya içerisinde konuştuğum şeylere, kelimelere kadar..

Bir keresinde, (yeni evlenmiştik) o kadar korkunç bir rüya gördüm ki, etkisi uzunca süre geçmedi ve uyumaya korktum.. Rüya içinde sürekli aynı rüyaya uyandığınızı düşünün, ve her uyanışınızda eşinizin sizi uyandırdığını, kötü bir rüya gördüğünüzü, su içerseniz geçeceğini söylediğini düşünün.. Sonra gerçekten uyanıp eşinize seslendiğinizde eşiniz gelsin ve size sarılıp kötü bir rüya gördüğünüzü söylesin, su içseniz ne de iyi olur desin...

İşte böyle sevgili blog severler.. Yine o tip kötü bir sabaha uyandım diyemem çünkü Cenk bana güzel mi güzel bir günaydın demiş buradan.. Ama gece yine bi sürü acaip rüya gördükten sonra buun bloga yazayım belki biri bilen, içindeki Freud'u dışarı çıkartabilen biri olur dedim..

Bu geceki rüyamdan gelen anektod şudur : Cenk'le arabada bi yere gidiyoruz ve arabayı başkası kullanıyor, biz arkadayız.. Cenk'in telefonu çalıyor. Uzun uzun biri ile konuşuyor.. Sonra kendimizi markette, kasada buluyorum.. Cenk bana telefonda konuştuğu kişinin eski sevgililerinden biri olduğunu (!) o kişinin de "Nikahta evlilik yüzüğü takarsın ama bi gün gelir sıkılır, o yüzüğü çıkartırsın.. Sonra markette alışveriş yaparken beni hatırlarsın" dediğini söylüyor..

Hayatımda bundan daha saçma ve komik bişey duymadım.. Uyurken bile o kadar komik geldi ki, uyanıp güldüm.. Ne kıskançmış benim bilinçaltım, ne manyakmışım ben yahu!




P.S: Hakikaten bu rüya işi ile ilgili bir bilen varsa yorum bekliyorum.. Bazı günlerim sırf bu yüzden çok kalitesiz geçiyor...

Güüüünaaayyydııınnnn! :D


Güzel karıma süpriz!

Günaydın karıcım!

Bu günümüz çok güzel olsun. Tıpkı dün gibi, sonra... ondan evvelki gün gibi... sonraaa... ondan evvelki gün gibi...sonraaaa... ondan evvelki gün gibi... bir de ondan evvelki gün gibi... sonra... ondan evvelki gün de gibi mesela...