Güya biz de evimizi süsleyip çam ağacı olayına girecektik ancak üşengeçliğimizden, miskinliğimizden ve zannedersem çok da hevesli olmayışımızdan yapamadık. Evimiz kuru kuru girecek yeni yıla. Aslında daha birçok şey var almadığımız, banyo sepeti, çamaşır sepeti, sandalye, çerçeve, sehpa, masa lambası, vs vs.. Olsun eksik falan giricez işte 2009'a, kalanlar da tamamlanır işte..
Wednesday, December 31, 2008
Mutlu yıllar blog!
Güya biz de evimizi süsleyip çam ağacı olayına girecektik ancak üşengeçliğimizden, miskinliğimizden ve zannedersem çok da hevesli olmayışımızdan yapamadık. Evimiz kuru kuru girecek yeni yıla. Aslında daha birçok şey var almadığımız, banyo sepeti, çamaşır sepeti, sandalye, çerçeve, sehpa, masa lambası, vs vs.. Olsun eksik falan giricez işte 2009'a, kalanlar da tamamlanır işte..
Monday, December 29, 2008
Celtic FC ve PES2009
Ekşi'den Erdem'in yazısı, sormadım ama herhalde izin verir buraya koymama. :)
Haberler
Ama tabi tüm bunlar benim fazla iyi niyetli hayallerim olabiliyor ancak. Nerde bizde öyle medya, öyle basın mensubu, öyle denetim kurulu, öyle köşe yazarı... Vardır illa ki bi yerlerde ama gözümüze gözümüze çarpıyor olmaları gerekirdi, 3 saniye içinde hepsinin adını hatırlamamız gerekirdi. Öyle değil..
Başka bir sebep ise, memleketimde hiç güzel olay olmuyor gibi (hakikaten olmadığına inanmak istemiyorum) nereye baksam kan, vahşet, sapıklık, cahillik, seviyesizlik görüyorum. Artık dayanamaz hale gelince de bıraktım bakmayı. İçim almıyor Filistin'de kameraya bakıp kelime-i şahadet getirip ölen insanlar görmeyi, magazin güllerinin saçma haberlerine uzun uzun yer verilmesini, değerli devlet büyüklerimizin dakika bazlı saçmalayıp gaf yarışı yapmalarını.. Ve daha nicelerini...
Durum böyleyken ben haberleri genel olarak bloglardan ya da ailem/arkadaşlarımdan duyuyorum. Zaman zaman bihaber kaldığım bile olabiliyor bazı şeylerden. Ama gel gör ki bu sabah hava soğuktu, çayımı aldım, geç kaldığımdan markete uğrayıp poğaça alamamıştım, arkadaşlardan poğaça buldum, eh bu durumda gazete keyfi yapmamak olmazdı. Ama sonuç ne oldu? Değişen birşey yok. Yine tövbeliyim... İşte örnekler ;
* Yine el kadar kız çocuğuna tecavüz ediliyo, defalarca, sonra sokağa atılıyo. Babası hapiste, annesi akrabalarına bırakıp terketmiş. Çocuğun hayatında bundan sonrası nasıl şekillenecek belli değil. Dayanılacak gibi değil.
* Filistin'de yüzlerce kişi bir anda katlediliyor. Buna değecek şeyin ne olduğunu hiçbir zaman anlamadım ve anlayamayacağım. İzleyince mantığım bile acı çekiyor.
* Sağlık konusunda kendi ülkesine hiçbir fayda sağlayamayan, özel sigorta şirketlerinin havadan kazandığı paralara rağmen muayenede bile problem çıkartarak hastaları mağdur ettiği, özel olmayan sigortasında zaten hiçbirşeye çözüm olmayıp insanlara kan ağlattığı ülkemde, özel hastaneler yabancı uyruklu müşterilerine turistik hizmetler vermeye başlıyor ve krize çalım atıyor (!).
Pazartesi günü, yeterince sinir bozucu bi gün zaten.. Sabah sabah öyle şeyler okudum ki bunlar sadece 4 tanesi ve bu durumda insanda sendrom falan bile kalmıyor haliyle..
Yılbaşı öncesi ne güzel haberlerle başlıyoruz haftaya, 2009 daha iyi olacak diye umut etmenin yanından bile geçemeden...
Thursday, December 25, 2008
Parti parti blogır parti!
Mesela burada da Seden yok, niye? Çünkü fotoğrafı o çekti! Ama bir üst resimde kendisini Tuğba'ya sarılırken görüyoruz zaten.
Ah bu güzel gecenin hatıralarını unutmak olur mu? Bundan sonra göreceğiniz resimler araklama değil bizzat ellerimle doğal ortamımda çekilmiş resimlerdir.
İşte Şebo'nun yılbaşı kartı ve minik lösev çan magneti.
Tanya'nın minik sürprizli hediyesi. Görmekte olduğunuz ambalajıdır.
Ve Tanya'nın Cenk'e süpersonik hediyesi. Bu satırlar yazılmadan önce kedi ve Cenk arasında bol mücadeleli bir müsabaka gerçekleşti, belirtmek isterim.
Toplu hediye fotoğrafı.
Biz bu kadar hediye toplamışken, gayet elimizi kolumuzu sallayarak gitmiş olduk tabii. Sonrasında akıl edemediğimize üzüldük elbette. Ama sonra tekrar görüşmelere fırsat bırakacak bir borç olur belki diye avuttuk kendimizi, tıpkı Ersin Abi'nin t-shirt'ü gibi :) Bu arada şunu da farketmiş olduk ki, Ersin Abi'ye herkes hocam derken bi biz varmışız abi diyen :)
Daha anlatacak çok şey var ama gece biraz geç yatıldı haliyle. Uyumak için daha yarın öğlen yiyeceğim simitleri sayacağım.
Sevgilerimle...
Tuesday, December 23, 2008
Kısır
En iyi 5 heavy metal albümü
Sonsuz yazı
Bu resimden ne anlayacam diyenler için kısa bir özet çakayim. Eve-Online insanların yaratılmış bir evrende, çeşitli sistemlerde, uzay gemilerine sahip olabileceği ve birbirleri ile çeşitli amaçlar uğruna çok büyük savaşlar yapabilecekleri, tamamen taktik ve ekonomi üzerine dayalı bir savaş oyunudur. 100 vs 100, 250 vs 250 falan savaşları vardır ve Fleet Commander'lar yönetiminde yapılırlar. Bu battlefieldlerde savaşlar saatler de sürebilir, sadece birkaç dakika da sürebilir. Oyna oyna bitmez. 4 seneye yakın zamandır oynuyorum. Arada bir bıraktım 5-6 aylığına ama bak dönüşüm muhteşem oldu.
Ayrıntılar için:
EVE-Online
Yazıyı yazıyordum ki fabrikada bir sürü aksak giden şey oldu. Ya bazen bir müşterinin ürününün başına öyle şeyler geliyor ki arka arkaya, bu Murhpy denen arkadaşın dediklerine inanmaya başlıyorum. Tanıyorsunuz değil mi kendisini? Bakın bunları demiş Murphy:
"If there's more than one possible outcome of a job or task, and one of those outcomes will result in disaster or an undesirable consequence, then somebody will do it that way."
"Whatever can go wrong, will go wrong, and at the worst possible time, in the worst possible way."
"If anything can go wrong, it will."
Saygılarımla.
Friday, December 19, 2008
Happy Birthday Hubble Bubble!
Sunday, December 14, 2008
Bir ben var, benden içeri..
Saturday, December 6, 2008
Başyapıt
Thursday, December 4, 2008
Wednesday, December 3, 2008
Hırsız
Bugün öğleden sonra canım annem ve canım babamın evine hırsız girmiş. E tabii ki her zaman olduğu gibi olayı en son ben öğreniyorum. Sebep de üzülürmüşüm. Sanki şimdi duyunca üzülmedim!
Abim beni arayıp durumu söylediğinde ilk başta hırsızın gece girdiğini ve annemle babama zarar verdiğini düşündüm. Ne de olsa hırsız gece girerdi ve akşamın 19:00'ında haber bana geldiğine ve bizimkiler hala polise ifade verdiğine göre fiziki ve maddi zarar büyük olsa gerekti. Ama bilemedim tabi, artık bir çok insan taklidi yapan mahlukun son yıllarda cahil cesaretine sahip olduğunu ve bu pastadan hırsızların da pay aldığını düşünemedim.
Meğer adam gündüz gözü, güneşli bir İstanbul öğleden sonrasında (Ne de güzel olur şehrimin kış güneşi) Göztepe'nin minibüs caddesi üzerindeki evimize (ki biz bu lokasyona şehrin göbeği diyoruz) girivermiş. Tıkladığınızda gelen çın çın metal sesinden çelik kapı olduğunu sandığımız kapının kilidini büyük bir hünerle kırmış, bir güzel, evimizin gezmedik köşesini bırakmamış ve bir takım etkiler bırakarak çıkmış. Bilanço komik, zannedersem bu arkadaş namusuyla çilingirlik yaparken bir gün bu Banker Sülo gibi namusundan nefret edip hırsızlığa merak sarmış, sms becerememiş. Kapı açmadaki hünerini hırsızlık yapmakta gösterememiş.
Annemin incecik altın kolyesini almış ama aynanın önünde kabak gibi duran mücevher kutusundan pırlanta yüzüğünü almamış. Dedemden kalma cep saati ve sedef tesbihi almış (ki her kayıptan daha büyük kayıptır bunlar bana göre) ama ucu elmaslarla kapatılmış uzun, erzurum taşından sigara filtresini almamış. Televizyonu götürebilmek için dolapların üzerinden örtü almış ama televizyonu götürmeyi beceremeyip apartmanın birinci katında bırakıvermiş.
İşin daha da komiği, televizyonu alsa elini kolunu sallaya sallaya çıkacak. Kimse de birşey sormayacak. Ama bu salak, televizyonu birinci kata bırakıp ortalığı kolaçan edicem diye apartman kapısının önünde dolanırken, 2. kattaki dişçinin sekreteri de orada köpek gezdiriyor. Adamın tuhaf hallerinden şüphelenip "Kimi aradınız ?" diye soruyor. Bu garibim de tek gördüğü isim olan dişçinin ismini söyleyip orada daha önce çalışmış birini soracağını söylüyor. E tabi sekreter de boş durmayıp orada çalıştığını, yardımcı olabileceğini söylüyor. İşler bu noktadan sonra karışıyor. Kapıcımız nihayet (ve bir zahmet) olaya dahil oluyor ve adamcağızın şakaklarından boncuk boncuk terler çıkıyor. En sonunda da bir bahane bulup sıvışıyor ve canım babamın en büyük akşam eğlencesi televizyona bir veda busesi bile veremeden apartmanın birinci katında kendisini terkedip olay mahalliinden kaçıyor. (Bu arada uzaktan kumandayı da cebine sokmuş, hatıra olarak saklar artık :)
Sonuç ne? Hiç bir zaman para etmeyecek ama hatıra değeri bize göre büyük bir takım eşya, televizyonu olmayan bir kumanda, incecik bir altın kolye.. Bir de abimin pantolonuna dadanmış ama zannederim bedeni olmadı ki evin kapısının önünde de onu bırakıvermiş.
Neyse değerli sevgili birtanecik okurlar. Demem odur ki artık para kazanmak, televizyon sahibi olmak çok kolay. Ne taksite gerek var, ne vadeye, ne ödemeye. Giriyorsunuz bir eve, alıyosunuz eşyaları ve çıkıyosunuz. Bizimki kadar salak da değilseniz, karlı bir iş olabilir.
Bizimki de keşke çilingirlik konusunda bir kariyer planlaması yapsaydı da, en azından bu kadar strese girmesine, korkmasına, tanımadığı köpekli bir kadına hesap vermek zorunda kalmasına, bu kadar zaman harcamasına gerek kalmasaydı. O kilidi değiştirmek için bizimkiler ne de olsa yarın bir 100 YTL verecek çilingire :D
Bizimkilerin morali epeyce bozulmuş, annem Allah'tan evde yoktu, ona zarar veremedi. Çok şükür bu kadar dalga geçilecek malzeme bıraktıracak bir durumda atlattık bu konuyu. Ama yine de hazmedemiyorum, göremediğim, ellerini öpemediğim iki dedemden kalma iki parça hatırayı aldı ve gitti elin adamı... Kıyamıyorum evlatlara bırakılacak o hatıralara...
Wednesday, November 26, 2008
Çocuk istismarı, cinsel taciz, tecavüz
Ancak her gün, her yerde, defalarca, birilerine tecavüz ediliyor, bir kadın tacize uğruyor, bir erkek çocuk anlamadığı davranışlara zorlanıyor. Bu ben olabilirim, sen olabilirsin, senin kızın olabilir, kardeşin olabilir, eşin olabilir, annen hatta baban bile olabilir. Bu tip haberlerin sayısı o kadar çok artmaya başladı ki! Televizyon izlemeye tahammül edemez oldum. Her haberi gözyaşları ile izlemekten yoruldum. O insanlar adına ben utanıyorum, bunu yapanlar adına ben kendimden nefret ediyorum. Ancak bitmiyor. Kanunlar beş para etmez bir bunağı korumak için aksi yönde değiştiriliyor ve ben bunu cidden anlayamıyorum, birşeyler yapmak istiyorum ama ne yapacağımı bilemiyorum. Gamze Özçelik'in başına gelene "O da oraya gitmeseydi, o herifle gezmeseydi, bla bla bla.." diyen, diyebilen, o videoyu ağzının suları akarak izleyen insanlar gördüm ben! Adli Tıp Raporu yanlış olabiliyor, bakın Gamze Özçelik de evlendi, vs. , demek ki travma geçirmedi, o zaman biz cezamızdan kurtulalım diyor şimdi o şerefi olmayan beş para etmez adam! Midem bulanıyor!
Bir kadına tecavüz etmek nasıl bir şeydir? Bu eylemi bir insanoğlu nasıl zevkle sonlandırabilir? Nasıl bundan zevk alabilir? Rızası olmadan biriyle cinsel ilişkiye girmek ve bundan zevk duyabilmek nasıl bir zihnin nasıl bir ürünüdür? Nasıl bir sevgisizliktir !?
Bir kadınsın. Güzel ol, ya da çirkin ol, bir kadınsın. Beğenilmek, beğenmek, kendini dünyadaki varlıklardan daha güzel hissetmek, senin seçtiğin kişi tarafından, kabul ettiğin kişi tarafından özenilmek isteğin var. Yolda yürürsün, eteğin bir karış dizden kısa diye birileri sana laf atma hakkını kendinde görür. Sinir olursun, musallat olur diye, rezillik çıkar diye susarsın, yoluna devam edersin. Belli bir süre sonra bu artık seni rahatsız bile etmeyecek hale gelir, çünkü alışırsın, kulakların duymaz olur.
Bir kadınsın. Belki de küçük bir kadın. Amcanın oğlu bir fırsatını bulur, kimse görmeden sana dokunur. Yüzündeki ifade hergün senin saçını okşayan ifadesinden çok farklıdır. İrkilirsin, ne yapacağını bilemezsin, hayır diyemezsin. Susarsın. Sana kızarlar diye susarsın ve korkarsın. Geleceğinden korkarsın. Büyüyünce de hayır demeye korkan büyük bir kadın olursun. Kimse sana soru sormasın istersin, "farketmez" en favori cevabın olur. Senin için farketmedikçe insanlar için de sen farketmemeye başlarsın. Herhangi bir şekilde davranabilirler sana. Kimse bilmez, kimse duymaz, kimse anlamaz. Sesin çıkmaz, farketmesinden korkarsın.
Bir erkek çocuğusun, bazılarına göre oğlan. Daha kızlarla tanışmamışsın, iki tahta araba, bir sapanın var dünyanda. Bir adam gelir ter kokan, kıllı, göbekli. Anlamadığın şeylere zorlar seni. Hiç dokunmadığın yerlere dokunur, korkudan titrersin. İtiraz etsen suratına tokadı yer susarsın. Büyür bir adam olursun. Kızlarla tanışmaya tenezzül etmez, bulduğuna saldırırsın.
Ne demek "Evlendiğine göre travma yaşamamış!"? Bu nasıl o iğrenç eylemi affettirecek bir unsur olur?
Normal! Annene babana anlatsan namussuz sen olursun, katil abin olur! Polise söylesen "Hanım sen de böyle etekler giymeyecen" der. Dava açsan, adli tıp olumsuz rapor verir. Arkadaşına anlatsan "Ay canımmmm!" dedikten sonra senin aşifteliğinden konuşur arkandan.
Bunu yapar insanlar. Sanki kendilerinin başına asla gelme ihtimali yokmuş gibi, sana acımasızca saldırırlar. Bizim sesimiz çıkmadıkça erkek egemen toplumların egemenliğini sarsmamak için yeni yeni kanunlar çıkartırlar. Yapayalnız kalırsın. Ya kimse bilmez ve içinde bir yere saklarsın... Ya bilen affetmez. Affedilecek hiçbirşey yapmamış olmana rağmen.
Ama yine de bunun hakla hukukla, eğitimle, parayla pulla, şansla, ortamla alakası yok. Bunun insan olmamakla alakası var. Kendi çoluğunu çocuğunu aynı yere koyamamakla alakası var.
Hepimizin başına gelebilir bu. Hepimizin canı, evladının başına gelebilir.
Ancak şu da bir gerçektir ki, eminim bu yazıyı okuyanlar arasında bana hak verip midesi bulananlar olduğu gibi, bu eylemleri hafif ya da ağır şekilde birilerine yapmış, fakir ya da zengin birileri de vardır.
Kimbilir kac kisinin;
Cani yanmis,
hayalleri sonmus,
ilk opucugu kirlenip,
goz yasi olmustur...
Saturday, November 22, 2008
Bir cumartesi klasiği
Dışarıda ortalık karışmış deli gibi fırtına var, ama bütün gün ev güneşle aydınlandı.
Bu bol yatmalı güzel günümde digiturk bana eşlik etti.
İşte uykumun belgesi battaniyem ve yastığım..
Sevgili kayın anne hediyesi lucky bamboo da kendince güneşe döndü yüzünü.
Ben resmini çekerken uyandırmış oldum ama bu minik kuş da diğer koltukta miskinliğe vermişti kendini..
Bizim evin halleri böyle oldu bugün. Akşama sevgili Aykut ve Beliz gelicekler bize.. Yapacak çok iş var. Bu saat oldu önce evi temizlemem sonra da yiyecek bişeyler ayarlamam gerek :D
Thursday, November 20, 2008
Tuesday, November 18, 2008
Özlü söz
Saturday, November 15, 2008
Mustafa
Sobe Vol.3
"Neden blog yazıyorum?"
Olaylar şu şekilde gelişti.. Ben zaten sürekli yazı yazmak istiyorum, vs, bik bik ediyordum neredeyse 3 yaşımdan beri.. E yazıyodum da kendi halimde.. Sözlükte, forumlarda, vs.. Ancak kendime ait olmayan hiçbiryer bana özgürlük sunmuyordu.. Hepsinin kendine özel formatı ve kuralları vardı... Zamanla yazmayı azaltmaya başladım.. Bu noktada bir gün canım sevgilim bana telefon açıp "Sana bir hediyem var" dedi.. Ben elle tutulur gözle görülür birşey beklerken "Tek taş olur, araba anahtarı olur, yalı oluurr, tekne oluurrr.. :P) bana sadece bir internet sitesi adresi gönderdi.. Ne olduğunu anlamadım.. Daha blog olayının benim de yapabileceğim birşey olduğunu keşfetmemiştim.. Siteye girdim.. İlk yazısını okudum...
Hayatımda aldığım en anlamlı 3 hediyeden biriydi.. Diğer ikisi babamın 18 yaş, gencecik bir kadın olma hediyesi yüzüğü ve abimin işe başlama hediyesi kalemi.. Abim duymasın kalemi taşınırken sanırım kaybettim ve oturup ağladım ama bu site asla kaybolacak bişey değil Allah'tan..
Bu uzun girizgahı geçersek, neden yazıyorum? Kafamda sesli cümlelerle aktaramadığım o kadar çok düşünce var ki! Artık hayat o kadar hızlı gidiyor ve insan düşücelerini ifade etmek isterken olaylar o kadar çabuk değişiyor ki, sakince, uzun uzun düşünerek, kısmen özgür bir şekilde bilincimin ve kalbimin şifresini deşifre edebildiğim müthiş bir alan sağladı bana bloglar.. Bu deşifre edilmiş duygu ve düşüncelerin başkaları tarafından okunduğunu, üzerine düşünülüp yorum yapıldığını, sadece benim değil başkalarının algılarına da girebildiğini görmek beni ne hale getiriyor anlatmak zor.. İki kelime bişey yazıp arkasından sürekli olumlu ya da olumsuz bir yorum var mı diye susamış köpek gibi dilim dışarda kontrol ediyorum.. Bu beğenilme arzusu değil asla.. (Eh tabi beğenilince üzerine bir Türk Kahvesi içmek istiyor tabi insan ama..) Bu sadece birilerine bi şekilde ulaşma arzusu..
Beni yazmak kadar ben yapan, yazmak kadar beni bana tanıtan bişey yok.. Benim bir dünyam var herkesin gördüğünden başka, tıpkı başkalarının dünyasını benim bilmemem gibi.. Bu dünyayı tasvir ediyorum her saçma ya da ciddi yazımda.. Böylece somutlaştırıyorum bu dünyayı... Ve bir sürü kız çocuğunu okutmaktan sonra gelen en büyük hayalim olan kitap yazabilmek adına sürekli alıştırma yapıyorum burada..
Bana böyle soru sorulur mu Burcu? Sabaha kadar, sonra akşama kadar, sonra öbür sabaha kadar anlatırım ben neden yazdığımı...
Hepinize bizi okuduğunuz, dünyamızı paylaştığınız, değerli düşüncelerinizle bizleri geliştirdiğiniz için sonsuz teşekkür ediyorum..
Bu hediyeyi veren sevgilime gelince.. Varlığı zaten teşekkür sebebi...
Friday, November 14, 2008
Haftasonu
Wednesday, November 12, 2008
Monday, November 10, 2008
Bilindik sonuç
Friday, November 7, 2008
Unutulmaz Sözler
“O anı unutamıyorum, birden bire bir tezahürata başladılar… Dağ Başını Duman Almış’a… O marşı o güne kadar çok dinlemiştim… Ama hiçbirimiz o andaki söyleneni, o zamana kadar belki de hiç duymamıştık. Yeni bir marştı sanki… Bizi, sahada kalan on kişiyi, nasıl kamçıladığını ve değiştirdiğini anlatamam, söze dökemem.”
Thursday, November 6, 2008
Ayak izi
Taze kesilmiş, miss gibi.
Ama kedimin pati izlerini bulamıyorum üzerinde
Çimde hemen kayboluyor..
Canlı ya belki ondandır dedim..
Çim de olsa, bir hareket, bir ruh, bir değişim, bir evrim...
Canlı ya ondan dedim..
Pati izi de olsa, çim iz tutmaz dedim..
Sen insan mısın?
Eğer insansan,
Söyle bana neden..
Sen ne diye iz tutarsın?
İtiraf et..
Yoksa sen cansız mısın?
Wednesday, November 5, 2008
Obama
Yanlız biz Türklerin oy kullanma hakkı hala yok, ona biraz bozuğum..
Yetkililere sesleniyorum, bi dahaki seçimlere bu durum telafi edilsin..
Bu sefer Kızılderili biri aday olsun, ben oyumu ona vericem, kıyafetleri falan çok hoşuma gidiyo böle renkli tüylü müylü..
Şaka be şaka..
Tuesday, November 4, 2008
F.R.I.E.N.D.S
Bu aralar en sevdiğimiz aktivite sevgili Aykut'tan aldığımız Friends DVD'leri. Taaa ilk bölümünden başlayan bu DVD'lerde karakterlerin olgunlaşmasından tutun da, ilk yayınlandığı dönemin korkunç modasının sona ermesi (göbeği açık tshirtler, şort etekler falan gibi), tiplerin güzelleşmesi falan gibi şeylere şahit olmak çok zevkli. Herşeyi bırakın, günde sizi sadece 20 dakika bir konu hakkında güldüren birşey oluyor hayatınızda... Zaten bir süre sonra bağımlılık yapıyor ve o 20 dakika yetmiyor, bir bakmışsınız 4-5 bölüm geçivermiş bir akşamda..
Kesinlikle ve kesinlikle günün stresini aşmanız için birebir olan bu tatlı diziyi izlemenizi önerir, mısır patlaksız izleyene hakkımı helal etmeyeceğimi belirtmek isterim.
Saturday, November 1, 2008
Rüyalar alemi
Konumuz: Rüyalar