Saturday, May 18, 2013

Özledim

Uzun zamandır kendimle mücadele ediyordum aslında. Kendime kızıyordum da diyebilirim. Seni özleyişimden çok kaybedişime üzüldüğümü, bunun bir bencillik olduğunu, kendi kendime Türk usulü mağdurculuk yaptığımı düşünüyor, bu yüzden düşünmemeye, göstermemeye, konuşmamaya çalışıyordum. Tüm bu duygu karmaşasında bir çeşit kendimden soğuma yaşadığımı söyleyebilirim. Seni düşünmediğim bir günü bırak, saat olmadı bir buçuk senede. Her akşam eğer eve tek başıma dönüyorsam, bizim yokuşu tırmanırken aynı şarkıyı açıp günlük anne seansımı gerçekleştiriyordum. Bu kadar çok düşünmeme rağmen sanki içimdeki his özlemden, acıdan ziyade kendine acımaydı. Kimseler görmesin istiyordum bu hallerimi. O yüzden hiçbirşey hissetmiyor gibi davranmak en güzeliydi. Başkaları bile seninle konuştukları rüyalarını anlatabilirken bana, ben seni aylardır rüyamda görmüyordum. En çok da buna içerliyordum sanırım. Anneler gününde yanına gelmemeyi bile düşündüm. Zaman geçsin diye gün ortasında yattım uyudum. Sonra yine kendime kızıp gün bitmeden yanına koşturdum. Ne aldığımız yeni evden bahsettim ne de başka birşeyden. Yalnızca beni sevdiğini bana hatırlatman için, seni ne kadar özlediğimi anlamam için, bana kızgın olmadığını hissettirmen için rüyalarıma gel diye dua ettim.

Neyse ki sen kimseyi üzmek istemezsin. Dün gece seni rüyamda gördüm. Öylesine görmek de değil üstelik! Baya baya vakit geçirdik birlikte. Tatil yeri gibi biryerlerdeydik. İş yerinden, ordan burdan birsürü insanla karşılaştım. Saçlarımdan bahsediyordum sana. Ne kadar bakımsız kaldıklarından, şu anki halinden memnun olmayışımdan, kuaföre gitmek istemediğim için sürekli kendim boyadığımdan ama giderek daha sıkıcı bir hal aldıklarından. Sakin sakin beni dinleyip kuaföre gitmeyi önerdin bana. Tatil yerinde nereden bulacaktık ki adam gibi kuaför? Bakarız, dedin ve aramaya başladık. Birine girdik, öbürüne girdik, içime sinmedi. Sabırla birsürü kuaför gezdin benimle. Saçlarımı sarı yapmamı istememiştin hiç hayattayken. Çekinerek "Cenk sarı saç istiyor ama bilemedim" dedim sana. "Cenk istiyorsa, sen de istiyorsan yaptır kızım, önemli olan onun beğenmesi" dedin, sonra da düşünüp çocukluğumda senin saçına röfle yapan Güven Amca'ya götürmeye karar verdin beni. Güven Amca hayatta mıdır ki hala? Kuaförden içeri girdiğimizde uyanıverdim. 

Bilmiyorum saçlarım nasıl olacaktı ama rüya boyunca hiç şaşkınlığını hissetmemiştim yanımda oluşunun. Sanki 3-4 yıl öncesi gibi, anne-kız geziyorduk işte. Uyandığımda da şaşırmadım başta. Sanki seni arayıp rüyamı anlatabilecekmişim gibi normaldi herşey. Sonra gülümsedim durumu kavrayınca. Gülümsedim çünkü bu kadar doğal ve normal oluşu bir hediyeydi benim için. Muazzam bir lüks, anlatılamaz bir konfor. 

Bu akşam eve tek başıma dönerken ve yine aynı şarkıyı dinlerken rüyamı düşündüm. Beni her zaman nasıl bir sakinlikle sevdiğini hatırlattın. Saçlarımı sarıya boyatmama laf etmeyecek kadar kızgın olmayışını ve en önemlisi de seni ve seninle zaman geçirmeyi nasıl özlediğimi...

Seninle kuaföre gittiğimizde nasıl tatlı tatlı yanımda durduğunu özledim. Saçlarım kötü olduğunda pat diye söyleyişini, üzüldüğümü görünce de avutup düzeltme talimatları verişini. Alışveriş yapmayı özledim. Mağazaya girip beğendiğimiz şeyin oradaki en pahalı şey olduğunu öğrenmemizi. Alamayacağımızı bile bile bana denetmeni, yakışırsa da "yakıştığını bilmek sahip olmaktan bile güzeldir" deyişini. Birşeyi alamasan bile almayı ne kadar istediğini gösterebilmeni. Sıklıkla didişmemizi. Abuk subuk televizyon programları izliyorsun diye sana kızışlarımı ve senin bunu sallamayışlarını. (Evden çalıştığım günler bazen Müge Anlı'yı izliyorum senin için ve haklıymışsın kabul ediyorum!) :) Beni dikkatle dinlemeni ve bazen kasten dinlemeyişlerini, bunu da eğlenerek gözüme sokmanı! Kilo aldığımda motivasyon olsun diye beni en sevimsiz büyükbaşlara benzetmeni. Her ayın malum günlerinde karnımın ağrıyışında sıcak su torbasını aklıma getirişini, yanındaysam yapacak halim olsa bile bana hiç bir iş yaptırmayışını. Telefonda sanki soğanların ne zaman öldüğünü anlıyormuşumcasına verdiğin yemek tariflerini. İş yerinde problem olduğunda "cehennem olsunlar" deyişini ama çalışkanlığımdan ödün vermemem için yorumlarınla durumu garantiye almanı. Sesini de çok özlemişim, her ne kadar seni düşündüğümde kulaklarımda hemen çınlasa da, gerçekten duymayı özlemişim. Hava karanlıkken araba kullanmamdan korkuşunu ve eve gidince aramayı unuttuğumda telefon açıp "alo" yerine "aferin" deyişini. Beyhan annemi o gün aramadıysam bir güzel fırçalayışını. 

Ev için sıklıkla Beyhan annemle vakit geçiriyoruz. Seninle olduğu gibi didişmesek de, tatlı tatlı idare ediyoruz birbirimizi. Hevesleniyoruz, heyecanlanıyoruz, telaşlanıyoruz, ne kadar güzel olacağını düşünüp mutlu oluyoruz. Pek seslendirmiyoruz ama biliyorum ki ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruz. 

Keşke sen de bizimle olsaydın, koşturmalar arasında mola verdiğimizde bir orta kahve de sana söyleyebilseydik...

Seni neden, ne kadar ve nasıl özlediğimi bana hatırlattığın için çok teşekkür ederim. Çok mutluyum bugün. Seni çok seviyorum.

Monday, May 13, 2013

Bu da gelir...

İnsanın bir toprağa aidiyetinin en güzel işareti nerede olursa olsun o toprağın türküsünü dinlediğinde kanının kaynaması, belki tüylerinin diken diken olması, hüzünlenmesi, belki de içinin inceden bir neşe ile sarılmasıdır bence. Nerede olursa olsun, hangi müzik türünü daha çok severse sevsin, memleketinin sazının tınısını duyduğunda evinde hissetmesidir. 

Türküler bağlar bizi birbirimize. Konuştuğumuz en ortak dildir belki.  Bağdaş kurup dirsek dirseğe oturtan, düşünmeksizin aynı salınımla ritim tutturan, farkında olmadan gözlerimizi kapattıran, hepimizi başka dünyalara savururken burnumuza vatanın bildiğimiz,bilmediğimiz topraklarının kokusunu getiren...

Reyhanlı'da bomba patlatanlar Türk vatandaşı diyorlar. Para karşılığında yapmışlar diyorlar. Resmi olarak 45-50, resmi olmayarak neredeyse 200 Türk'ü öldürdüler diyorlar. Kardeş kardeşin kanını akıtmış diyorlar. 

Biz ne zaman Esad'ı, Amerika'yı, El-Nusra'yı konuşur olduk? Bombayı patlatanların Türk vatandaşı olduklarını tespit ettik, dağa ovaya bunu utanmadan duyurduk da bizi bu hale ne getirdi bir türlü bilemedik. Bildik de söyleyemedik.

Biz ne zaman türkülerimizi unuttuk da bizi tüm bağlarımızdan kopartanların şakşakçısı olduk? Para ile haber yaptık, para ile sustuk? Büyük derbi öncesi "hükümet istifa" diye bağırırken, ilk faulde herşeyi unutup bildik küfürleri savurmaya devam edecek noktaya ne zaman geldik? Başka işlere konsantre olabilmeyi nasıl başardık? Hadi politikacılar politikacı. Hepimiz biliriz "politikacı"nın tam olarak ne demek olduğunu. Biraz gözlem kabiliyetimiz varsa son 10 senede Gollum'la "bakan" arasında pek fark olmadığını anlamışızdır. 

Peki biz niye kaybettik kendi sesimizi, hissimizi, hassasiyetimizi? "Reyhanlı'daki tatsızlık", ölenlere "maliyet" diyebilenlerin yüzüne tükürmeden, boğmadan nasıl durabildik 1 sn daha fazla yerimizde?

Hergün arkamdaki arabadan 2 km/h daha yavaş gidiyorum diye ağzından tükürükler saçan bir adam tarafından öldürüleceğim korkusu yaşıyorum. Hergün haberleri açacağım ve bir felaket duyacağım biliyorum. Hergün bir yakınımın kanser olduğunu duyacağım diye endişeleniyorum. 

Şimdi bir de savaş, bomba, patlama, enkaz, yaralı...

Ne diyim ki? Dediklerimin hiçbiri hissettiklerimin onda birini ifade edemezken, silemedim de yazdıklarımı, daha iyisini yazmaya gücümün yetmeyeceğini bildiğimden. 

Bilemiyorum. Başımıza gelecek olan geldi, geçecek mi, geçecekse nasıl geçecek, geçerken neleri alıp götürecek, bizi ne kadar daha eksiltecek... Eksilecek kadar yerimiz kaldı mı ki insanlığımızda? 

Bilemiyorum.