Thursday, January 28, 2010

Karıma

Kulağımda hala bana bilgisayarda söylediğin şarkı var güzel karıcım. Herhalde hayatımın sonuna kadar da "moonlit" diye çınlayacak. :)

4 küsür sene olmuş beraber geçirdiğimiz. Evlendiğimiz günü milat saymıyoruz zaten biz. Yüzüklerden belli. Umarım 44. seneye de böyle mutlu gireriz.

Hayatıma kattığın herşey için teşekkür ederim. Beni kabul ettiğin için sana çok teşekkür ederim. Her gün güzel yüzünle uyanmamı sağladığın için çok teşekkür ederim. Yaşanacak birçok güzel şeyi seninle hayal etme şansını verdiğin için teşekkür ederim.

Seni seviyorum biricik karıcım.

Kocan Cenk.

2 sene ne çabuk geçti?



Evliliğimizin ikinci yılını kutlarken bir aile resmi çekelim dedik :)





Sonra bir de baktım ki çok uzun zamandır görmediğim, ama her zaman gülümseyerek hatırladığım ve çok değerli zamanlar paylaştığım bir arkadaşım bir resmimizi alıp çok güzel bir hediye yapmış bize... Görünce çok duygulandım.


2 yıl ne çabuk geçti diye düşünüyorum ister istemez. Bir de hep sevgili kalsak diye geçiriyorum içimden...

Bugün kutlama yemeği yedik Cenk'le. Günün anlam ve önemini anlatan bir konuşma yapmasını istedim. O da yaptı... Farkettik ki bu 2 yılda bir sürü küçük zorlukla başa çıkmaya çalışmışız. Artık bu senenin daha bir keyif senesi olmasını istiyoruz...

Her zaman sevgi ve huzurla geçsin ömrümüz...

Monday, January 25, 2010

Karlar düşer...

Herkesler kar resimleri koyarken biz eksik mi kalıcaktık?

Kar İstanbul'a ilk bizim evden düşüyor gibi bir his var içimde. Zira bu sene gördüğümüz üçüncü kardı bu. Ama etkisi hepsinden uzun sürdü haliyle. "86'da bi kar yapmıştı, arabayı kaybetmiştik." geyiklerine özenmiş 2010 kışı belli ki... Biz de iki akşam önce, karlar iyice üstüne basıp da gırç gırç ses çıkartır hale geldiğinde, attık kendimizi sitemizin yollarına..




Bizim eve misafir olmuş kişiler, evin kapısına ulaşmak için geçtikleri o soğuk koridora sitem ederken bir daha düşünsünler derim ben... Yakında kardan adam yapacak seviyeye gelecek apartmanın içi... Bakıyorum günde 3-4 kez görevliler gelip karları siliyor koridorda.. Nasıl iş anlamadım :)



Madem karda yürümeye çıktık, alttaki bakkala uğramamak olmaz dedik. "Gel kar topu oynuyoruz" dedi Cenk ama bakkal yanaşmadı. Onun yerine içimiz ısınsın diye sıcacık sahlep ikram edip yolladı..





O karda makinayı ne diye yanımda götürdüm ben de bilmiyorum. Eve geldiğimizde lensi buğu ve damlacık içindeydi. Neyse ki düzeldi. Bir de poz veriyorum ki sormayın..





Gördüğünüz gibi daha otantik pozlarım da yok değil :)





Bu da artık kar yağışının çekingenliğini iyice attığı, "yaşasın özgürlük" nidalarıyla etrafa güldür güldür saçıldığı bu sabahtan görüntüler... Balkon kapısı açılmayacak hale geldi şu an itibariyle.. Neredeyse yarım metre kar var.





Park yerini temizlemeye uğraşan güvenlik. Bütün gün bununla uğraştılar biz rahatça park edelim, kaza bela çıkmasın diye. Sağolsunlar...





Ve kedimizin karla ilk tanışması. Daha önce camın arkasından, kar tanelerini yakalamaya çalışmak için zıplamakla yetinmişti. Ama şimdi, kendi ellerimle koydum yavrumu karların içine.




Ne yapacağını bilemedi başta.. Kafasını sokmaya çalıştı, kum gibi eşelemeye çalıştı yine olmadı.




En sonunda "Eeeeh, bu mu lan bu kadar abarttığınız? Soğuk bi toz işte be!" dercesine her tarafı kar olmuş halde içeri girdi...


Bizim kar maceramız da böyle geçti işte blog. Cem Yılmaz'ın (gerçekten kendisi mi bilmiyorum ama) twitter'da dediği gibi Erzurum'da insanlar -30'da yaşıyor, biz burada -2'yi görünce kırmızı alarm veriyoruz. Ama görmemişin oğlu olmuş, çekmiş pipisini koparmış hesabı bizimki de işte.. Uzun zamandır görmedik ya, heyecan bastı işte..

Sevgiler, saygılar, kimsenin keyif dışı üşümediği nice beyaz kışlar...


Sunday, January 24, 2010

Vurulduk ey halkım





Acıları, hataları hatırlanmayacak şekilde diplere itmek gibi kötü bir alışkanlığımız olsa da toplum olarak, unutmadığımız, acısını, haksızlığının verdiği öfkeyi derinlere itmediğimiz, hep taşıdığımız ender insanlardan biri...

17 sene önce bugün, yine soğuk bir günde, etrafına kordon çekilmiş bir arabanın kenarlarından saçılmış aydın parçalarını toplamaya çalışan polislerin görüntüsünü gördük her birimiz ekranlarda...

Adınlığımız karanlık oldu, Madımak'ta çıkartılan, aydınlığı söndüren yangın gibi...

Sevgiyle, saygıyla, yasla, acıyla, rahmetle anıyoruz...

Tuesday, January 19, 2010

Uyku, biraz uyku

Böyle bir şarkısı vardı MFÖ'nün hatırlarsınız.


Çalışırken özellikle pazartesi sabahları (özelliklesi yok aslında hemen her gün) küçük Emrah gibi söylediğim.


Bu sayıklamaları özledim blog. O kadar uyudum o kadar uyudum ki bu işsizlik döneminde, benim gibi bünyeyi bıktırdı desem yeridir. Sabah bir sebepten erken uyanmam gerekliyse artık "5 dakka daha" demeden kalkar hale geldim. Beni iyi tanıyanlar bunun bir devrim olduğunu düşüneceklerdir. Haklılar da. Zira "Bence bu hayatta uyumaktan daha güzel bişey yok" diyebilecek kadar çok sever(d)im uyumayı. Ama tehlikeli bir uyuşturucu gibi olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi. Erken kalkmam için bir sebep yoksa, 13 saatlik rekor uyumalar bile yapabildiğimi gördüm ve korku içindeyim :) Hayatın geçip gittiğini görmek, uzun uykulardan sonra insanın kendine gelmesi de uzun sürdüğü için, bir bakıyorsun akşam olmuş ve sen hayatında bomboş geçirdiğin bir gün yaşamışsın. Ne korkunç!


Sebebini düşündüğümde, doğduğumdan beri bu kadar oturarak geçirdiğim bir dönem olmadığını, okul döneminde en uzun tatilimin 1 ay sürdüğünü, geri kalan sürede bile bir işle meşgul olduğumu, bir amacımın olduğunu gördüm. Evde işsiz oturmak ne demek bilmediğimden, bu zamanı nası kullanacağımı da bilmiyordum ve bu beni garip bir boşluğa düşürdü. (Bu söylediklerime kendim bile inanamıyorum) İşsiz günler geçirip yapmak istediğim tüm şeyleri yapacak zaman dilediğimde bunu hiç hesaba katmamıştım :) Her sabah kalktığımda "e ben ne yapıcam şimdi?" diye şaşkın şaşkın baktım durdum.


Herneyse, sonuçta bana hayata bakış açımla ilgili bilmediğim birşey gösterdi bu süreç. Zaman çok önemli bir değer. Uyuyarak, boş oturarak geçirilemeyecek kadar değerli. Çalışmak aslında zorunlu şekilde insanın hayatına bir değer katıyor, bir şekle şemale sokuyor, bazı şeylerin değerini daha net gösteriyor ve daha büyük istekler aşılıyor. Zamanın geçtiğini bir disiplin olarak insanın beynine sokuyor.


O sebeple işe başlayacağım günü iple çekmekteyim.


Demin baktım da, bizim kedinin bile hergün bir amacı var.


Bugün de pencere önünde, yere düşen kar tanelerini yakalamak için zıplayıp duruyor...

Thursday, January 14, 2010

Hayırlı olur mu acaba?



Yılbaşı öncesi dileklerimi sıralarken "Benim genelde Hıdırellezlerde kağıda çizdiğim dileklerim gerçek oldu." demiştim.



Bugün de bir örnek vereceğim. Geçen seneki Hıdırellez'de kağıda çizdiklerimi paylaşmıştım sizinle. Bir tanesini gizli tutarak. Bu sayfadaki resmin en altında birşey gizli. Yelkenlinin hemen altında. Başka biryerde çalıştığımdan gizlemiştim yayınlarken. Paint'le beyaza boyamıştım orayı. Yukarıda gördüğünüz resmin aynısını çizmiştim tam o kısma.



1 Şubat'ta işe başlıyorum :))))







P.S : "E hani sen farklı şeyler yapmak istiyodun, kitap falan?" derseniz de geçen seneki resmin sağ alt köşesinde bir dükkan var.. Bir kitap dükkanı.. Bir gün o da olacak...

Saturday, January 9, 2010

Endgame

Bilen bilir. En sevdiğim gruptur Megadeth. Grubun esas adamı Dave'e olan hayranlığımı bir yana bırakırsak Megadeth her zaman benim için bütün diğer gruplardan bir adım önde olmuştur. O karmaşık iç içe geçmiş gitar melodileri çocukluğumdan beri beni kendine bağlamış ve bu yaşıma kadar getirmiştir. Fakat bileceğiniz üzere bu grubun kadrosu da zırt pırt değişiyor Marty Friedman ve Nick Menza'dan beri (onlardan evvel de öyleydi aslında). Hatta o 2002 - 2004 döneminde grubun kurucularından Ellefson bile bıraktı grubu, arkasında bir sürü kavga gürültü bırakarak. Hala Mustaine ile devam eden davaları bile var diye biliyorum.

Ancak anlaşılan şu ki, geçirdiği sakatlık falan pek de sarsmamış Mustaine'i. Yanına da Chris Broderick'i almış (Nevermore'dan). Bu senenin en iyi albümünü çıkardılar benim gözümde. 80'lerde olsak bu albüm kafaya oynardı, Platin falan alırdı muhtemelen, şimdi ise ancak bizim gibi yaşı hafif ilerlemiş, evli, kedili adamları sevindirmeye yarıyor. Bahsettiğim albüm Endgame.


Çok ufak bir istatistik vereyim müzik dünyasından aldığı yorumlara bu albümün.

Metalhammer 9 / 10
Blabbermouth 8.5 / 10
Sputnikmusic 4.5 / 5
About.com 4.5 / 5

Evet ya, bildiğimiz Megadeth. Çatır çatır bir albüm yaptılar ve ben bu blogu, bunun farkında olmayan güzide metal insanları için yazıyorum.

Açın gözünüzü kardeşim yahu. Bakıyorum bir kısmınız kendini jazz'a falan vermiş. Öbürleriniz de karınız ne dinliyorsa onu dinliyor. Hatta konserlerde "Zıleyıııır, zıleyııır" diye yırtınan bazı eski arkadaşlarımın gitarlarını sattığı, gitarın parasıyla da kendine trici bir cep telefonu aldıklarını duyuyorum. Yapmayın etmeyin. Bu albümü alın, direk 44 Minutes (seversiniz siz "van minüts"cular), Endgame ve How the story ends şarkılarını dinleyin. Sonra da gelin bana burdan yorum yazın. "Harbi Megadeth lan bu" demezseniz ben bu işi bilmiyorum.

Gözlerinizden öpüyorum.

Göreceksin kendini

çocukluk rüyanda
elele okul yolunda
aniden başlayan
ilk gönül macerasında
aşkına inanmayıp
akan gözyaşımda

görecek göreceksin kendini
o kırılan aynada
beni ve ölümsüz sevgimi

mutluluk arayan
her genç kızın hülyasında
sevgiyi inkar eden
bu bencil ve nankör dünyada
köşesine büzülmüş
hayattan korkanlarda


görecek göreceksin kendini
o kırılan aynada
beni ve ölümsüz sevgimi

görecek göreceksin kendini
o aldatan aynada
elveda derken ben sana

görecek göreceksin kendini
o aldatan aynada
elveda derken o kırık aynada


Nilüferin'di... hatırladınız mı?