Sunday, September 8, 2013

Olimpiyat Oyunları

Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan konusu 2020 Olimpiyatları oldu. Dün gece ise kimimiz heyecan ve hevesle, kimimiz endişeyle ev sahipliği yapacak şehrin açıklanmasını bekledik. Sonuçta ev sahibi şehir Tokyo olunca, biz de Eurovision'dan alışık olduğumuz "çok yaklaştık" avuntusu, kimine göre hayalkırıklığı ya da üzüntü, kimine göre ise iç rahatlamasıyla geceyi sonlandırdık. 

Türkiye'nin olimpiyatlarla ilişkisi Osmanlı döneminde başlamış aslına bakarsanız. 1906'da Atina'da yapılan ara oyunlarda Osmanlı Devleti'ni atletizm dalında temsil eden Yorgo Aliprantis isimli sporcu sonradan bu kategori olimpiyat kapsamından çıkartılmış olsa da 10 metre ipe tırmanmada 11.4 saniye ile dünya rekorunu kırıp kürsüye çıkmış. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte kurulan Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti Cumhuriyet sonrasında Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi olarak icraatlarına devam etmiş. 1920'de yapılan olimpiyatlara 1.Dünya Savaşı'na neden olan ülkeler arasında yer aldığımız için davet edilmemişiz. 1980 Moskova Olimpiyatları'na ise SSCB'nin Afganistan'ı işgal etmesini boykot etmek amacıyla katılım göstermemişiz. 1932 Los Angeles Olimpiyatları'na yolun uzaklığı, buna bağlı olarak da maddi imkansızlar nedeniyle katılamamışız. Bazıları doping ve ırkçılık nedeniyle kirlenmiş olsa da bugüne kadar başta ata sporumuz güreş olmak üzere çeşitli dallarda 100'e yakın madalya elde etmişiz.

Ev sahipliği maceramız ise 2000 yılında ilk kez aday oluşumuzla başladı. 2016 için adaylık başvurusu yapmadık. En iddialı adaylığımız ise 2020 yılı için gerçekleşti ve dün de final oylamasına kadar yükselerek kafa kafaya denemeyecek bir farkla ev sahipliğini Tokyo'ya teslim ettik.

Şahsi olarak ne düşüneceğimi, nasıl hissedeceğimi tam kararlaştıramadığım bu konuda olimpiyat oyunlarına ev sahibi olsaydık kazanacaklarımız ve kaybedeceklerimizi çoğunlukla bugünün koşullarını baz alarak öngörmeye çalıştım. 

2020 İstanbul Olimpiyatları neler kazandırırdı : 

* Adı bile heyecan yaratıyor. Ev sahibi listelerinde yer almak, yaşadığım şehirde böyle bir organizasyona şahit olmak, oyunları canlı olarak izlemek, potansiyel çocuklarımın elinden tutup götürebilmek hayallerin en güzeli.

* Her sosyal sınıftan gencin futbol dışında spor alanlarını keşfetmesi, bilgi sahibi olması, değerlendirme-eleştirme yetisini geliştirmesi, ilgilenmeye başlaması.

* Birbirinden farklı dallarla ilgilenen sporcuların 7 senemiz olduğunu düşünecek olursak erken yaşta keşfedilerek hızla hazırlanmaya başlaması, devlet tarafından maddi ve manevi imkanlarla desteklenmesi.

* Ev sahipliği yapacak şehir olduğumuzdan, daha çok branşta daha fazla sporcu ile temsil edilmek konusunda bir sorumluluk duygusu geliştirebilmek, buna bağlı olarak da gençleri teşvik etme çalışmalarının yürütülmesi, sporcuların kıymetlerinin alıştığımızdan fazla bilinmesi. 

* Bu kadar eziyete rağmen güzelliğini tam olarak kaybetmemiş şehrimize gelecek kaliteli turist sayısının artması, muazzam bir tanıtım imkanı sağlaması, turizm gelirinin artması, esnafın yüzünün gülmesi.

* Büyük bir organizasyon olması ve genç, dinamik kimselere ihtiyaç duyması nedeniyle pek çok genç insanın bu organizasyonda görev alması, uluslararası bir organizasyonun parçası olarak elde edeceği vizyon ve tecrübenin sağlayacağı bireysel katkı.

* Okulların öğrencilere spor sevgisini ve disiplinini aşılaması, öğrencilerini daha yakından gözlemleyerek gelişimlerine gösterdiği katkıyı arttırması. 

*Herşeyden önemlisi işin içinde elin adamına rezil olmama kaygısı olacağından kadını-erkeği, ırkı, dini farketmeksizin tüm sporcularının destek görmesi.


2020 İstanbul Olimpiyatları ne gibi olumsuzlukları beraberinde getirirdi : 

* Mevcut hükümetin ev sahibi olma başarısını politik bir araç olarak seçimlerde kullanacak olması. Ülkenin selameti, kalkınması ve yeni mecralarda yer alması ve kültürel kazanımlar elde etmesi bir görev olmalı. Bonus değil. Bunu "Bakın, bunlaaaar olimpiyatın o'sunu bilmezlerdi" seviyesinde kullanacak olmaları, bu zamana kadar yapılmış tüm çalışmaları son 5 senedir yapılıyor gibi üstlenecek olmaları tüylerimi ürpertmeye yetiyor. 

* Ulaşım problemi! Olimpiyat oyunları zamanı geldiğinde pek çok ana yolun halk ulaşımına kapatılarak bu sorunun göstermelik çözülecek olması. Yeni ulaşım kaynaklarının tahsis edilmesi yerine halkın günlük ihtiyacını karşılaması beklenen mevcut kaynağın olimpiyat oyunlarına tahsis edilmesi ve günlük hayatın kaosa dönüştürülmesi.

* Gelen turistlerin güvenliğinin sağlanması. Tarihçemizde yer alan tecavüzler, kaçırılmalar, fiziksel ve sözlü tacizler, kapkaçlar, bilet 1 TL - ticket 5 TL'ler. 

* Gelen turistler için düzgün planlanmış turistik gezilerin doğru organize edilememesi. 

* Açılış ve kapanış seramonilerinde yer alan sanatçıların, kültürel sunumların içerikleri. Sertab Erener'i açılış töreninde gerdan kırarken hayal edebiliyorum ancak Fazıl Say'dan bir dinletiyi ne yazık ki gözümde canlandıramıyorum.

* Yapılacak olan inşaatlar. Konu ile ilgili spor komplekslerine çok ihtiyacımız olduğu aşikar. Ancak Toki'nin milli inşaatçımız olduğu bu günlerde TEM kenarına yapılacak her türlü mimari estetikten uzak kazuretimsi binaları, yağmur yağdıkça içine göçen yolları, kesilecek ağaçları, her bir alanda yapılacak şaibeli ihaleleri, bu işe ayrılacak arazileri düşündükçe içim şişiyor. 

* Lüzumlu lüzumsuz dağıtılacak davetiyeleri, bilet fiyatlarının Türk halkının bütçesi için çok yüksek olacak olması, her okuldan bir miktar öğrenci için ücretsiz izleme imkanınınz sunulmayacak olması, Diyarbakır'da yaşayan bir kişi için, ulaşabilirliği düşünüldüğünde olimpiyat oyunlarının Londra'da yapılandan farklı birşey ifade etmeyecek olması. Olimpiyata renk katacak üniversite öğrencilerinin her fikir beyanında gazla, tomayla, copla uğraşmakta olması.

* Bir ihale ile yayın haklarının Lig TV, D-Smart gibi ücretli bir yayın aracısına verilmeyeceğinin garanti olmaması.

* Bu zamana kadar savaşta yer aldığı için olimpiyata katılamamış, aynı şekilde SSCB'yi boykot etmiş bir ülkenin yöneticilerinin şu anda Suriye için savaş konusunda bu kadar istekli olması. 

* Katılacak sporcuların, doping, ırkçılık gibi kirletici faaliyetlerinin yanısıra kontrol edilemeyecek bir siyasi lobi çerçevesinde desteklenme ihtimali ve bunun  getireceği ayrıştırmalar, haksızlıklar.

* Daha sayarım saymasına da, geri kalanı özetleyecek şekilde, konuyu bütünlüklü bir ülke başarısından çok bireylerin başarısı ve bunu çekemeyenler gibi ayrıştıran, aşağıdaki zihniyetin bu işi ele alıp yürütecek olması. Verilen emeğin de 16 saatlik uçak yolculuğundan ibaret olduğunun özetlenmesi.



Bu ülke aylardır enteresan süreçlerden geçiyor. Çocukluğumuzdan beri heyecan içinde takip ettiğimiz bu organizasyonu kendi ülkemizde görmek eskiden olsa bizi uykusuz bırakacak kadar sevindirirdi. Ancak uykumuzu kaçıracak bir hale geldi. Utana utana istemediğim anlar oldu açıkçası. Umarım farklı bakış açılarıyla, yepyeni, modern, yaratıcı, umut verici, bütünleştirici bir yaklaşımla gelecek senelerde yine aday olur, bu sefer aklımıza karanlık olimpiyat sembollerini getirmeden, heyecanla bekleyebiliriz sonucu. 

Bu sene olmadı Türkiye. Nedenini biliyorsun. 



Olimpiyat tarihçemizle ilgili kullandığum kaynak : http://tr.wikipedia.org/wiki/Olimpiyat_Oyunlar%C4%B1%27nda_T%C3%BCrkiye

Sunday, September 1, 2013

Çapulcu Pazarı'ndan bir anı

Bugün Çapulcu Pazarımızda yaşadığım küçük bir diyaloğu paylaşmak istedim.

Malumunuz haftalardır düzenli olarak Yoğurtçu Parkı'ndaki pazarımızda kitap paylaşıyor, paylaşmak amacıyla getirilen tüm kitapların sağlıklı biçimde dağıtılmasına gayret ediyoruz. Amacımız ilgilenen herkese birşeyler sunabilmek, herkesin kitaplara olan erişimini kolaylaştırmak, okuyan insan sayısını arttırmaya yönelik küçük bir katkıda bulunmak.

Pazar belli bir saatte paylaşıma açılıyor ve o saate kadar da gönüllüler olarak gelen eşyaları tasnif etmek, ilgili standlara dağıtmak ve dizmek için uğraşıyoruz. Biz dizdikçe standımızın önünde insanlar birikiyor ve gelen kitapları incelemeye başlıyor.

16-17 yaşlarında bir genç standımızın önünde bir kitabı merakla incelemeye başladı. Halinden belliydi gidip istediği kitabı para verip alacak maddi imkanının olmadığı. Halinden belliydi derken, hırpani, kirli bir görünümü olduğundan demiyorum tertemiz bir çocuktu, duruşundaki çekingenlikten, gözlerindeki tedirginlikten, gülüşündeki sadelikten... Bir süre sonra standla ve insanlarla ilgilendiğimi görünce kitabı bana gösterip "Güzel bir kitaba benziyor" diye gülümsedi. "Evet güzel kitaptır, pazar açıldığında gelip alabilirsin istediğin gibi" dedim. Kararsızca durdu, yok, başkası okur, dedi.

Aradan biraz zaman geçti, biz pazarımızı paylaşıma açtık. Baktığı kitabı henüz kimse almamıştı. Çocuğu gönüllü arkadaşlarımıza kutu taşımada yardım ederken görünce kitabı alıp peşine düştüm. Çekindi diye düşünmüştüm. Bir kitap da o okusun istemiştim. Üstelik kitabı inceleyip beğenmişti. Çocuğu bulup kitabı vermek istedim. "Yok abla ben almıyım, başkası okusun" dedi yine çekinerek. Israr ettim, "Al oku, bitirince getirirsin başkası okur." dedim, eline tutuşturup gittim.

2 saat sonra standın önüne geldi çocuk, elindeki kitabı bırakırken "Abla ben bırakayım bunu, 37. sayfaya kadar geldim" dedi gülümseyerek. "Dursun sende, tamamını oku" dedim, demez olaydım. "Ben dışarıda kalıyorum ya, koyacak bir yer bulamam" dedi.

Dan! Dan! Dan dan dan dan! Kafama gülleyle vuruyorlar sanki! Yerin dibine mi girsem, ısrar eden dilimi mi kessem, saflığıma mı ağlasam, inatla akıl edememiş olmama mı yansam!

Bir de benim üzüleceğimi mi anladı, kendini ezdirmek mi istemedi, bilmiyorum, "evsizim" demedi, "dışarıda kalıyorum" dedi. Sanki bir tercihmiş gibi.

Dışarıda kalan, evsiz insanların bir kısmı bunu tercih ediyor evet. Okudum ben de sağda solda. Ama bahsettiğimiz en fazla 17 yaşında bir genç. Ne kadar tercih etmiş olabilir, tercih ettiyse de nasıl bir imkansızlık ona bu tercihi yaptırmış olabilir ki?

Büyüklerimiz diyor ya "3 çocuk yapın", yapılmış olanına sahip çıkmazken bunun ardında nasıl bir kötü niyet besliyorlar çok belli. Açıkta kalsın, aç kalsın, yardıma muhtaç kalsın, askerimiz olsun, oy verenimiz olsun, minnet edenimiz olsun...

Çocukluğumdan gelme kötü bir alışkanlığım vardır. İnsanlar için üzülürüm. Yolda gördüğüm ihtiyara, dalga geçilen çocuğa, engelli abilere, kocasına "mecbur" kalan kadınlara... Babam hep "insanlara acımanın ne sana ne de onlara faydası var. Oku, meslek sahibi ol, yardım et, ancak böyle faydan dokunur" derdi. Hepsini yapmaya çalıştım, şimdi de insanlara yardım edebilmek için gönüllüyüm.

Bugün gördüm ki zor durumdaki insanlara üzülmeyi sürdürüyorum. Bir hassasiyet olarak.

Ancak sadece içten bir gülümsemenin, sevgiyle kucaklaşmanın, paylaşmanın, iyi niyet beslemenin, önyargıları bırakmanın, kindar olmamanın, paradan mutluluk ummamanın tadını alamayan insanlara acıyorum sadece.

Fakirinden de, engellisinden de, acı çekenden de  eksikler. Annemin gidişinde beni ayakta tutan tek şey bu dünyada yaşanacak tüm güzel duyguları içinde barındırmış olmasıydı.

Bu eksik insanlar gittiklerinde hayatla ilgili hiçbirşeyleri olmayacak...