Friday, February 27, 2009

Selin'e

Aynı gün, neredeyse aynı sürelik iş tecrübesiyle, neredeyse aynı kiloda, neredeyse aynı boyda, "badi" olarak çalışmaya başladık biz.. Çok güldük, çok ağladık.. Saçma sapan espirilere bu kadar uzun gülünür mü diyip daha da çok güldük... Hep daha önce tanışmadığımıza yandık.. 1,5 sene devirdik birlikte. Sorunlar çözdük, sorunlar yarattık.. Bi baktık birbirimize, birbirimizi anladık..

Şimdi badilerden biri İzmir'e ailesinin yanına taşınıyor. Badi diye bir kavram varsa hakkını verenlerden biri, diğerini bırakıp gidiyor.. Kendine yeni bir hayat kurmak üzere, şehir değiştiriyor...


Bazen hiç umulmadık anlarda, hiç umulmadık şekilde birileri girer hayatınıza ve hiç umulmadık şekilde çok yer verirsiniz kalbinizde.. Selin de öyle işte.. Semsert gözüken, ama küçücük bişeyde kabuğu içten kırılan, sapasağlam yere basan ama etrafındakileri üzmemek için parmak ucunda yürüyen, gerçekçi ama waffle'cı açmayı planlayacak kadar hayalperest, okuyan, düşünen... Anlatırım bana göre hava hoş. Ama anlattıkça özleyecek gibiyim..


Hala diyorum, keşke üniversite, hatta liseden arkadaşım olsaydın, sana daha çok doysaydım.. Gidiyosun, senin için sonsuz mutluyum, ama biliyorum, benim bir parçam çok yanlız kalacak...


Seni çok seviyorum..

4-3

Sabri'nin yere attığı eldivenleri kaptanlık bandı zannedip, atıp tutmaya başlayanlar bu gole sevindiler mi acaba?

Tuesday, February 24, 2009

Rüya




Gece rüyamda koyu renkli suyu olan bir havuza girecektim ki bir adam arkamdan seslendi. " Orada öbek halinde arı var, oraya dalarsan bir anda artarlar!" Ben o sırada arıları farketmemiş ve o arı öbeğinin içine dalmıştım çoktan. Suyun altından çıkmaya çalışırken sıçrayıp uyandım. Ancak havuzun oraya gelene kadar kendimi o kadar güzel ama o kadar güzel hissediodum ki, sanki herkes bana bakıyodu. Kendimi uzun zamandır güzel hissetmemişim. Ne güzel bir duyguymuş, ne kadar rahatmış içim o duyguyla...

Keşke bi düş kapanım olsaymış da tam o anı saklasaymışım :)

Sunday, February 22, 2009

Pazar keyfi


Ne zamandır canım çekiyodu. Ev yapımı bir kek ve yanında çay..  Keki ben yapmadım, babamın öğrencilerinden biri getirmiş o da bana aktardı hemen :) Cenk de bu havada halı saha maçına gidince, blog okurken keyif yapıyım dedim.. Çok da güzel oldu. Herkese iyi pazarlar..

Friday, February 20, 2009

Suzan

Tubik nazar değer diye resim koymak istememiş.Ama bir taneden birşey olmaz. İşte karşınızda hayattaki 2. gününde yeğenim Suzan. :)

Arka plandaki bayan da tabi ki yengem oluyor. 

Thursday, February 19, 2009

Canon geldi hoş geldi!


Biliyorum günlerdir bu heyecanlı anı bekliyorsunuz! Geceleri gözünüze uyku girmedi değil mi ? Bizim de! En sonunda günlerdir beklediğimiz züpersonik fotoğraf makinemiz Canon EOS 1000D aramıza yeni elektronik aile bireyimiz olarak katıldı. Aslında geleli 2 hafta oluyor ama biz Ankara'ya gittik geldik derken ancak sizlere duyurma fırsatımız oldu. Ankara'ya gitme sebebimiz ise baldan tatlı idi. Yeğenimiz oldu. Cenk amca ben ise yengeyim artık :) Sorumluluk büyük, bayramı var, seyranı var, karnesi var, mezuniyeti var derken, elimizi öpecek, seve seve harçlık vereceğimiz bir yeğenimiz var artık. Adı Suzan.. Aşağıda çeşitli resimler göreceksiniz. Fakat bloga resim yüklemek biraz zahmetli olduğu için ve ben kurguladığım sırayı tersten yüklediğim için konunun sonundan başına doğru gideceğiz. Başlıyoruz...



Bir diğer yeğenimiz Dağhan'dan mini ayak şov. Bu gördüğünüz ayak oldukça ergonomik olup can sıkıntısında mıncırmak bünyedeki asabiyeti alarak huzur dolu bir rahatlık sunuyor kullanıcılara. Eklem yerlerindeki boğumları incelemekte lebiderya bir manzarayı izlemekten daha keyif verici, emin olabilirsiniz.


Bu gördüğünüz, mini mini yeğenimiz Suzan'ın dünyaya geleli 1,5 uncu gününden bir resim. Ölçek olması amacıyla dolma parmağımı kullandım, ancak bilemedim hemencecik parmağıma yapışıp sıkı sıkı tutacağını. Böyle bir duygu olamaz. Yeğenim için bu kadar heyecanlandıysam çocuğum için nolurum bilemiyorum..


Bu da sosyete Suzan'ın kapı süsü.. Hastane'de havası 1500'dü kızımızın..



Bakınız bu güzellikler de kendisinin bizlere ikramı şekerleriydi... Hoşgeldin Suzan Bebek.. 12 Şubat 2009...


Yeni fotoğraf makinemizin en gözde modeli elbette ki kedimiz.. Burada amacım kediyi netleştirip etrafı buğulu göstermekti ancak halı kediden daha ön planda çıktı.. 



Kendisi yemek yiye yiye bir parça semirdi ve vahşi doğanın vahşi kedigillerine benzemeye başladı giderek. Aslan parçası diye buna diyolar. Bu arada, her gün bizim koridorları temizleyen görevliyle karşılaştım bu sabah. Seslendi arkamdan. Mutfağın koridora bakan kısmında minik bir cam var. Görevli camın önüne gelince bizim çapkın da kendini atıyomuş ortaya.. Birlikte oyun oynuyorlarmış. Görevli "çok seviyorum sizin kedinizi, çok tatlı, her gün oyun oynuyoruz" dedi.. Daha önce de Cenk'e söylemiş aynı şeyi. "Adı güneş mi?" diye sormuş. Bizde de ampul yandı tabi.. İsimsiz kedimize isim mi bulduk acaba? Bu arada her geldiğimizde o camın önü niye harabe anlamış olduk.



Bir başka kedi resmi.. Güneş gibi yav bu hakkaten :)


İlk sanatsal çalışmalarımdan biri. Gördüğünüz gibi her yerinden sanat akıyor. Ama en azından arkadaki piramitleri bulanıklaştırmayı başarmışım. Lütfen acemi şansımın hakkını verin!


Buyrun bu da yakışıklı fotoğraf makinemiz. O kadar akıllı ki durduğu yerden kendi resmini bile çekiyor. Üstelik kağı kapalıyken! Teknoloji diye buna derim ben..



Bu da Cenk'in beni model olarak kullanarak çektiği bir resim. Ben de bir hayli düşünceliyim. Yine iş güç dalmışım gibi görünüyor...

Tersten gidilen hikaye böyle anlamsız olur. Affınıza sığınıyor, esenlikler diliyorum.

Secret

Got a secret Can you keep it?
Swear this one you'll save
Better lock it, in your pocket
Taking this one to the grave
If I show you then I know you
Won't tell what I said
Cause two can keep a secret
If one of the m is dead…

Why do you smile
Like you have told a secret
Now you're telling lies
Cause you're the one to keep it
But no one keeps a secret
No one keeps a secret
Why when we do our darkest deeds
Do we tell?
They burn in our brains
Become a living hell
Cause everyone tells
Everyone tells…

Got a secret
Can you keep it?
Swear this one you'll save
Better lock it, in your pocket
Taking this one to the grave
If I show you then I know you
Won't tell what I said
Cause two can keep a secret
If one of the m is dead…

Look into my eyes
Now you're getting sleepy
Are you hypnotized
By secrets that you're keeping?
I know what you're keeping
I know what you're keeping

Got a secret
Can you keep it?
Swear this one you'll save
Better lock it, in your pocket
Taking this one to the grave
If I show you then I know you
Won't tell what I said
Cause two can keep a secret
If one of the m is dead…

Alison?
Yes, Katherine.
I have something I want to tell you,
but you have to promise to never tell anyone.
I promise Do you swear on your life?
I swear on my life

You swore you'd never tell…
You swore you'd never tell…
You swore you'd never tell…
You swore you'd never tell…

Got a secret
Can you keep it?
Swear this one you'll save
Better lock it, in your pocket
Taking this one to the grave
If I show you then I know you
Won't tell what I said
Cause two can keep a secret
If one of the m is dead…

Yes two can keep a secret
If one of us is…. Dead.

Sunday, February 15, 2009

Sobe Vol.5

Birkaç gündür çılgıncasına etrafta dolanan bir sobe var : " I love your blog!" Sevgililer günü haftası olan bu süreçte giderek internet sosyali olan bizlerin bu nadide sevgilileri bloglarını da işin içine katmak istemeleri sonucu dolaştı bu kadar diye düşünmekteyim.. Merak ediyorum bizim hayta blog da bi minnacık pırlanta ister mi acep?

Konumuz şu, herkeşler sevdiği blogları buradan duyuruyor.. Ödül alan bloglar da karma felsefesine uyarak (nolduğu konusunda en ufak fikrim yok :P) ödülü aldıkları gibi veriyolar..

Bizim haytaya da pek sevgili Tanya, SED ve Burcum ödül vermiş... Hepiciğine derinlerden gelen teşekkürlerimizi sunuyor ve Kral TV Blog ödüllerini sahiplerine takdim ediyoruz :

- Flying Dutchman

Cenk: Bilgisayarı açtığımda hergün kesinlikle baktığım biricik blog sayfam Flying Dutchman sadece futbolla değil, her türlü konu ile alakalı ilginç tespitlere ve yorumlara sahiptir. Aynı zamanda geniş bir okuyucu kitlesine sahip olduğu için sadece yayınlanan yazılar değil, altındaki onlarca yorum da son derece komik ve okumaya değerdir.

Tubik: Bir bağyan olarak futbulla pek alakam olmadığı düşünülebilir. Ancak insanın iki abisi ve bir de kocası olunca hele de mühendislik fakültesinde okuduysa elde değil alakadar olmamak. Yine de mankayçasına futbolla ilgilenmiyorum evet. Ancak şunu söyleyebilirim ki futbol dışı Top 10 listeleriyle ve çeşitli konularda kullandıkları mizahi üslupla oldukça ilgimi çektiğini söyleyebilirim bu blogun.. Futbol yazılarını bile okuyorum zaman zaman ve futbolla kafayı çizmiş insanlara alıştıktan sonra bu kadar dalgalanmayan bir çizgi üzerinde, provake etmeden olduğu gibi yaptıkları incelemeleri ve yorumcuların da bu çizgiye saygı göstererek iştirakta bulunmaları çok hoşuma gidiyor. Bu nedenle bu ödülü (KTBÖ) fazlasıyla hakediyorlar.

- Tanya :

Cenk: Vallahi Tanya'ların blogu değil, internet bağlantısı bile olmasa yine de sık sık görüşülmesi gereken bir ekip olduğu kanaatindeyim. Zaten bizim de blog hayatımız Tanya ve saygı değer Ersin Abi sayesinde büyük aşama katetti. Onlarla tanıştığımız zamandan beri blogumuzun aslında hayatımızda ne kadar önemli bir yer tutabileceğini öğreniyoruz. Tanya'nın blogu günde yüzlerce kişi tarafından ziyaret edilen eğlenceli ve mutlu bir blog. Ama bizim diğer okuyuculardan farkımız bu blogu yazan kişiyi gerçek hayatta da tanıyor olmamız ve bu blogun verdiği mutluluğun kaynağını biliyor olmamız.

Tubik: Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu bloga tıkladığınızda hakkında bişeyler okuyamayacağınız konu yok gibi. Kah sinirlenir, kah sevinir Tanya. Hepsini de sesini duyarak okursunuz. Ayakkapları, gülen yüzü, komplekssiz olması, bloguna ve okuyucularına bu kadar sadık olup bu kadar sevgiyle sarmalaması, e tabi bi nebze de çatlak olması vazgeçilmez kılıyor her gün defalarca tıklanmasını. Ama biz sahilde mojito hüpletirken anladık bu enerjinin nereden geldiğini. Sonra da devamını getirdik çok şükür. Hep okumak hep görüşmek dileğiyle..

- Hastalardan öğrendiklerim :

Cenk: Kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir fikri blog yapmış bu doktor abimiz. Okuması inanılmaz zevkli. İlk bulduğumuz günü hatırlıyorum, herhalde 20 sayfa falan okumuştuk. Güncellenmesini en çok istediğim blogların başında geliyor. Bir de biraz daha sık yazsa çok daha mutlu olacağım.

Tubik: Bu blog hakkında ne yazsam boş, ancak tıklayıp sizin de tecrübe etmeniz lazım. İlk başta "Bu ne ya?" diyorsunuz, sonrasında da ne olduğunu anlayıp içinden çıkamıyorsunuz. Hastalardan doktor bey öğreniyor, biz de kendisinden öğreniyoruz. Kuaför çırağının muayenesinde kuaför sektöründen, tarlada çalışan amcadan da tarım makinaları ile ilgili birşeyler öğrenmeniz mümkün.. Sonunu da o hastalığa bağlı teşhis ve reçete özetiyle konu kapanıyor siz de sayfanın altlarına doğru yelken açıyorsunuz. Şiddetle tavsiye edilir.

- SED:

Cenk: Sayemizde blog yazmaya başladı Seden'cik, çok eğlenceli yazılar yazıyor, tıpkı kendi gibi. Şu askerlik bitsin, siz bi de onu o zaman görün :)

Tubik: Aslında blog alemine Tanya sayesinde girmiş olsa da zannederim bizim de katkımız vardır mevzuyu benimsemesinde. İyi ki benimsemiş de biz de onu okuyabiliyoruz. Hatta fazla benimsemiş bloguyla arasından su sızmıyor. Evindeki tadilatından, ofisteki şaklabanlıklarına kadar herşeyi okuyabilirsiniz. Kendine has şekliyle en eski blogıra bile taş çıkartacak nitelikte, size bir lunapark vaat ediyor ve girer girmez kendinizi atlı karıncada kahkahalar atarken buluveriyorsunuz.

- Ersin Saran:

Cenk: Tanya'nın blogu için yazdığım ortak yorumu buraya da yapıştırabilirsiniz. Eğer cıvıklıktan biraz uzaklaşıp memleket gerçekleri ile yüzleşmek istiyorsanız, Ersin Abinin az ama öz yazdığı blogunu takip edebilirsiniz. Ersin Abi karakterinin de verdiği ağırbaşlılıkla hepimizin televizyonda gazetede görüp unuttuğu olayları tekrar bize hatırlatıyor ve bize düşünecek birşeyler veriyor. Teşekkürler Ersin Abi.

Tubik: Konu yine aynı yere, Alaçatı sahile gelecek ama dinleyin. Evet aramızda yaş farkı var, o bizim abimiz ama bu kadar da aynı frekansı tutturmak kısmet midir? 5 dakika içinde "siz" dediğimiz için kızdı bize, sonra da muhabbet koyulaştıkça koyulaştı. Zannederim onun kendini sürekli yenilemesi, hayyattaki herşeye algılarının açık olmasıyla alakalı. Ondan öğreneceğimiz çok şey var daha ve biliyorum ki o da paylaşacak kadar cömert. Kızsa da sinirlense de bu kadar nazik sövebilir mi insan? Okudukça hem yarım yarım gülüyor, hem yarım yarım ahlanıp vahlanıyorum. Emin olun birşeyler öğrenmeden ayrılmayacaksınız o sayfalardan.

- Vintage Biscuit:

Tubik: Cenk pek okumadığı için benim yorumlarımla idare edeceksiniz ama ben onun neden okumadığını da anlayabiliyorum. Zaten vintage'ı bir nebze de ondan seviyorum. Çoğunun uyuz olacağı kadar bodozlama girer konuya, kısa ve net cümlelerle, taşı gediğine nazikçe(!) koyar.. Moda blogu değildir, modadan da birşeyler vardır. Eskileri sever, eskilere bayılır, en çok ilgimi de buradan çekmiştir. Kedi ve tüm hayvanların hastasıdır. Kendisine minnet borcum vardır, zira kedimizi alma gazına kendisini okuya okuya gelmişimdir ve kedimiz şu anda yuvarlak olmuş uyumaktadır. İzlenilmelidir, eğlenilmelidir.

- Smoothie Cookie :

Cenk: Kısa bir süre ara verdi ama inşallah dönüşü muhteşem olur, sayfa header'ının hastasıyız, nice nice bloglu senelere. O da bizim blog tayfasını takip etsin de aramıza katılsın istiyoruz. Belki blogır poaarrdilere o da katılır?

Tubik: Kendisi benim işten de arkadaşım olup ben gizli gizli blog yaparken beni iş üstünde yakalamış ve "napiyon len?" demiştir. Naptığımı anlatınca kendisi de bu gösterişli ve parlak ışıklı blog dünyasının (kendimi kaybetmek üzereyim) cazibesine kapılmış ve aramıza katılmıştır. Son derece keyiflidir okumak, her telden bir söyleyeceği vardır. Geçmiş zaman anıları özellikle komiktir.. Canımdır, ciğerimdir, pek sevgili arkadaşımdır.

- Defneyle yaşamak:

Cenk: Tuğba'nın kızı kadar tatlı bir blogu var, ayrıca dönem dönem annelik blogunu da takip etmiyor değilim :D Her poaardide şen kahkahalarını duyarız inşallah.

Tubik: Modern anne nasıl olunur buyrun burdan yakın.. Telefon telli Defdef'in öyküleri nefis resimlerle aktarılıyor ve Tuğba her geçen gün, "Ulen ben de mi doğursam" düşüncesini daha da fazla kafama sokuyor ama onun da dediği gibi bizim daha vaktimiz var. Klasik "Aman yavrum ben senin için ölürüm" blogu değil Tuğba'nınki. Bazen içtenlikle cinnet anlarını bizimle paylaşıyor ve siz kutsal görünmeye çalışmayan, sadece annelik yapmaya çalışan bir insanın öyküsünü okuyorsunuz aslında ki bunu yalın olarak gösterebilmek ayrı bir içtenlik gerektiriyor zannedersem.. Sevgili adaşım iyi ki var ve iyi ki biz onun öyküsünü güzel güzel okuyoruz.

- Azıcık ben:

Tubik : Son olarak benim tek başıma güçlü kadro olarak bu listeye eklemekten kendimi alamadığım diğer bir blog Feri'ninki. Zor iş hayatı nasıl olur okuyun da öğrenin :D O değil bazen öyle bir içini döküyor ki her kelimeyi ben yazmışım, olayı ben yaşıyorum da ben anlatıyorum gibi. Tasvirleri süper. O böyle sakin sakin anlatsın, ben sakin sakin okuyayım, ama bir gün kahve içelim de kelimelerle değil, sesiyle duyayım o içten irdeleyişini..



********************

Biz sağ taraftakileri ve daha nicelerini zevkle okuyoruz.. Hayatımızda bu kadar yer kaplayan bu blog olayına yorum yapalım istedik. E iki kişilik blogun sorumluluğu da iki kişilik olunca uzun uzun yazdık.. Toplam süre bir buçuk saat :D Normalde bu sobe listele gönder mantıklı idi zannedersem ama söyleyecek şeylerimiz de vardı.. İyi ki var bu bloglar.. Şimdi Var mısın Yok musun? Stüdyosunun hep bir ağızdan masalara vurarak " Ay lav yuuuu bıııloooooog, ay lav yuuu bııloooggg" diye tezahürat yaptığını varsayın.. Tam olsun :D

Wednesday, February 11, 2009

EMPATİ




Adam Fawler'ın son zamanlarda heryerde gördüğünüz bu kitabını okumuş bulunmaktayım. Olasılıksız'ı da okumuştum. Olasılıksız oldukça sürükleyici giden ama 3. sınıf bir aksiyon filmi bitişli gelmişti bana.. Ancak Empati ne sürükleyici ne de bitişi 3. sınıf bir aksiyon filmine erişebilecek nitelikte.




Konu bilindik. Sinestezi diye bilinen bir hastalık (?) mevcut. Hastalık olduğu da şüphe götürür. Kişinin durumları farklı duyularıyla algılaması ve yorumlaması anlamına gelen bir özellik. Mesela beni hiç sevmiyorsunuz ve benimle konuşurken sarı renkli toplar görüyorsunuz, ya da çürük yumurta kokusu alıyorsunuz gibi. Bu kitap olayı abartıp karşısındaki insanın duygularını bu şekilde yorumlayabilme olarak geliştirmiş. Bi noktadan sonra konu çığrından çıkıyor, herkes birbirinin duygusunu anlıyor, karşısındaki insanın duygularını beyin gücüyle değiştirip sinirliyken mutlu ediyor, sakinken öfkelendiriyor ve bu sayede istediğine istediğini yaptırıyor.




Ben kitabı hiç ama hiç beğenmedim.. Baya da kalın olmasına rağmen 100 sayfada anlatılırdı bu hikaye, çok daha heyecanlı çok daha sürükleyici olabilirdi.. Ama okudukça bitsin istedim, bitsin de kurtulayım.. Sonuç olarak hiçbirşey kazanılmayacak bir kitap olduğunu düşünüyorum çünkü edebiyatı edebiyat değil, aksiyonu aksiyon değil, gerilimi gerilim değil...




Sinesteziyi merak ediyorsanız eğer, Jeffrey Moore'un "Sinestezya" kitabını okumanız daha iyidir. En azından gereksiz uzun değil ve insanın o kadar da içi kararmıyor. Hatta yer yer mizah dolu olduğunu bile söyleyebiliriz.

Tuesday, February 10, 2009

Düğmeci Benjamin


Gittik gördük.. 3 saat sürmesine ve oldukça ağır bir temposu olmasına rağmen film güzel bir film. Tavsiyem tatil günleri seyretmenizdir. Çünkü bütün gün çalışıp dolan beyninize bu ağır film pek de iyi gelmiyor, insanı cidden yoruyor.

Forrest Gump'ı izlediğinizi tahmin ederek, ciddi anlamda benzerlikler taşıdığını söyleyebilirim ancak Forrest Gump'ın o iyimser aurasının aksine bu film insanı karamsar bir ruh haline büründürüyor. Yaşlı doğup genç ölmek temel fikrine dayanan konu gayet güzel anlatılmış. Gerekli yerlere gerektiği kadar değinilmiş. " Ya öyle bi film yapalım ki millet salya sümük ağlasın" denmemiş. Bir sürü yaşlı insanın süırayla ölmesi bile sükunetle anlatılmış. Brad Pitt'in oyunculuğu gayet başarılı idi evet, ancak Cate Blanchett döktürmüş diyebilirim. Yan rollerdeki oyuncular görevlerini hakkını vere vere yerine getirmişler. Queenie karakteri filmde beni benden alan karakter oldu, gerisi yavan kaldı diyebilirim.

Canınız isterse çok sağlam mesajlar çıkartabilirsiniz, ancak hiçbir mesajı da gazlamak suretiyle gözünüze sokmuyor, ki bu bence çoğu film için iyi bir özellik, yerinde abartılmazsa çiğ durur bana göre.

Filmden çıktığınızda "Abi süpperrrr bir filmdi" demiyorsunuz. Cenk mesela izlememiş olmayı tercih edeceğini söyledi. Filmin ona göre oldukça kasvetli ve negatif bir sonla bitmiş olması sanırım.. Ama bana kalırsa izlenmesi gereken ama kafa sakinken izlenmesi gereken bir film... Tavsiye eder miyim? Valla kişiye göre çok değişik bir film, sorumluluk alamıcam...

Saturday, February 7, 2009

Karanlık

Dünyanın bütün kötülüklerini yuttum tek lokmada
Hepsini bir güzel sindirdim
Zannettim ki bir dışkı olarak çıkacak benliğimden
Bilemedim

Her nefesim batıyor,
Kelimeler düğüm düğüm
Yetersiz gücüm kendimi yenmeye
İnançlarımı değiştirmeye
Yanlış bildiklerimi düzeltmeye

Alışkanlık kötüdür
Sindirdiklerim bir rituel
Her boşlukta beni bulan
Bana kendini hatırlatan
Hiçbir zaman unutturmayan

Hortlaktır tecrübelerim
Acemice dökülmüş bir yemek gibi
Balçık haldedir anılarım
Sildikçe bulaşan
Israrcı bir çamur gibi

Yüzsüzdür karamsarlığım
Güzel kelimesini unutturacak kadar
Karanlıktır odağım


Huzurlu bir çalışma masasının loş lambası gibi
Günün bir saniyesi
Ziyaret eder beni o sükunet
Sonra cazırdayarak patlar ampul
Ertesi gün yenisini takana kadar birileri
Ellerim başımın iki yanında
Karanlıkta aranır o yol..

Bütün isteğim olur o bir saniyeyi
Balçık karanlıktan kurtarıp
Taze bir inci gibi
Hohlayıp hohlayıp parlatmak

Uzatmak... Uzatmak... Uzatmak...

Wednesday, February 4, 2009

1 Kadın 1 Erkek


Bir iki ay önce Digiturk'un Turkmax kanalında tesadüfen rastladığım bir program var : "1 kadın 1 erkek". Demet Evgar ve Emre Karayel'in rolleri paylaştığı, minik minik skeçlerden oluşan, çok uzun süreli olmayan başarılı bir yapım. Bazı skeçleri sadece tebessüm ederek, bazı skeçleri ise kahkahalarla izliyosunuz.


Konu çok basit; 4 yıldır birlikte olan nişanlı bir çift var ve siz bu çiftin çeşitli olay ve durumlardaki diyaloglarına şahit oluyorsunuz. Emre Karayel de oldukça başarılı ama Demet Evgar'ın mimikleri, ses tonu, tipi inanılmaz bir uyum göstermiş, bu kadar uyamazdı belki de bir başkası. Kostümler ve dekorlar gayet başarılı. Kadın erkek ilişkisini anlattığından -zaten olduğunu bildiğimiz- cinsellik doğal haliyle yansıtılıyor, aman millet ne der diyerek saçma sapan şeyler gizlenmemiş ya da dikkat çekelim diyerek yapayca gözümüze sokulmamış.


Aklınıza gelebilecek her türlü diyalog mevcut, telefonda banyoda, mutfakta, alışverişte, psikologda... İlişkilerde mevzu bitmeyeceği için bu yapımın da beslendiği çok kuvvetli malzemeler var. Skeçler kısa kısa olduğundan takibi oldukça kolay. Jenerik girdiğinde bile arada bir donup skeçlere minik minik devam ediliyor ve televizyon karşısında reklam girene kadar şüpheyle bekliyorsunuz :)


Bu yapım, yurt dışından Türkiye'ye uyarlanmış, birçok Avrupa ülkesinde ülkeye has varyasyonlarla gösterilmiş ve ciddi izleyici kitlesine sahip olmuş bir yapım ve Türk versiyonunu da çok güzel uyarlamışlar, birçok Türk uyarlamalı abidik gubidik programa göre son derece kaliteli ve eğlenceli. Kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum ve Digiturk'um yok, ya da kısaca bir bakıyım diyenlere de bir iyilik buradan sizlere sunuyorum...



P.S: Umarım gördüğü rağbet yüzünden ulasal kanalların prime time kısmına düşmez, çünkü bu sansürleneceği anlamına gelir ki ne tadı kalır ne tuzu ondan sonra.. Ya da bi süre sonra DVD'si çıksın..

Tuesday, February 3, 2009

Kısa notlar

- Geçen gün yine blogır partisi verdik. Bu sefer Def Def'lerde. Oldukça keyifliydi her zamanki gibi.. Deli deli güldük eğlendik. Ancak iş yerinde pek bakamadığımdan fazla vakit geçmesin diye sizi direk yönlendiriyorum. Defdef'in annesinden, Tanya'dan ya da SED'den detayları alabilirsiniz. Tanya'nın ayakkaplara dikkat. Oyuncak müzesine de gidecektik ama bizde o tarihlerde misafir olduğundan katılamadık. Meğer iptal olmuş, bi sevindim bi sevindim.. :) Ha bu arada Cenk güya bize toplu bi blog yapıcaktı.. Noldu o Allahaşkına?

- Nasıl ki yazın Alaçatı'da Tanyalarla karşılaşmıştık. Pazar günü de sevgili Feri ile karşılaştık. Deli deliyi çekiyo hesabı blogır da blogırı çekiyor sevgili okur! Kuafördeyim ayol! Zombi gibi dolanırken biri bana seslendi, bir de baktım Feri! Kocaman kocaman gülümsüyodu, kalktık sarıldık (sanki 100 yıldır tanışıyo gibi) kısacık sohbet ettik. Biz zaten aynı liseden olduğumuz için aşinayız ama hiçbir tanışıklığımız muhabbet etmemiz falan yoktu.. Kuaför ortamında olduğumuz için herkes kendi güzelliğine konsantre olmuştu, benim saçlar boyalı olduğundan resim de çektiremedik halbuki ne de güzel olurdu :) Sözleştik, muhakkak ya bize bekliyoruz ya kahve içmeye gidiyoruz, ama kesinlikle eminim bişiler yapıyoruz! Ha bu arada saçlarımı cidden kestirdim, bana göre kısacık :) ama omuz hizasında gibi :D Sanırım farketmedi fazla ama çok şey farketti gibi.. Bizim foto şipşak gelsin paylaşıcam hayranlarımla...

- Kedimiz hala erkek arkadaş arayışında, bağırmaları artık o olmadığı zamanlarda bile kulaklarımda çınlıyor. Acil olarak kısırlaştırmamız lazım!

- Şimdilik bu kadar, ortam yine yoğunlaştı, ben kaçar okur!