Wednesday, December 11, 2013

Okuma Şenliği I , Kış 2013

Genelde boyumdan büyük işlere kalkışmaya korkarım ama bu sefer "sonunu düşünen kahraman olamaz" gazıyla harekete geçmeye karar verdim. Aslında kalkıştığım iş çok da anlattığım gibi dramatik değil ama son 2 senedir kitap okuma konusunda göstermiş olduğum o müthiş (!) performansı düşünecek olursak hayli iddialı bir dönüş yapmaya yeltendiğim doğrudur.

Durumdan çok saygıdeğer Selen Hanımefendi sayesinde haberdar olduğumu söylemeli ve kendisine ilk gördüğüm yerde farkında olmadan başıma açtığı iş için teşekkürlerimi sunmalıyım.

Konu şu ki, Pinuccia'nın Kitapları isimli blog sayfası Altın Kitaplar'ın da desteği ile bir kitap okuma şenliği düzenlemiş. Çeşitli kriterler var, bu kriterler doğrultusunda listenizi hazırlıyor ve 3 Mart 2014'e kadar listeyi bitirmeye, daha doğrusu kriterlere karşılık gelen puanları toplayarak en çok puanı toplamaya çalışıyorsunuz. Bence liste oluşturmak hem çok eğlenceli hem de çok zor. Listeyi oluşturmak için harcadığım zamanda zaten 1 kitabı bitirirdim desem yalan olmaz ama üzerine düşünüp araştırmak, alternatiflere bakıp karar vermek gerçekten güzel zaman geçirtiyor. Üstelik insana bir disiplin kazandırabileceğini de düşünüyorum. Ben kitapların çoğunu kendi kitaplığımızdan seçmeye karar verdim ve işin içine Cenk'in kitapları da girince hep mesafeli durduğum bilim-kurgu edebiyatına da göz kırpmaya başlamış oldum.  Bazı kriterler için hala karar verememiş olsam da, kategorilere göre oluşturmaya başladığım listeyi aşağıda sunuyorum, kurallar içinse Pinuccia'nın Kitapları'na bakabilirsiniz.  

1. Kategori (10 puan): Altın Kitaplar Yayınevi’nden çıkan bir kitap okuyanlara.

 Isaac Asimov - Altın Galaksi (314 sf) Benim okuduğum çok eski bir basımdı, ismi Vakıf ve İmparatorluk İngilizce aslına sadık kalarak değiştirilmiş sonradan.  

2. Kategori (10 puan): Kütüphaneden ödünç alınmış veya sahaftan satın alınmış bir kitap okuyanlara.

Harry Harrison - Yer Açın! Yer Açın! (218 sf) Bu kitabı Cenk 96 senesinde Beyoğlu'nda bir sahaftan almış. Orijinal adı Make Room! Make Room! Okuması Isaac Asimov'un Vakıf ve İmparatorluğu'ndan daha kolay geldi çünkü konu bütünlüğü, olay örgüsü daha akıcı şekilde kurgulanmış. Vakıf serisinin tamamını okusaydım belki düşüncelerim daha farklı olurdu. Diğer seri kitaplarını bulabilisem bu seriyi son kategoriye kaydırmayı düşünebilirim.

3. Kategori (10 puan): Adında bir hayvan adı olan bir kitap okuyanlara.

Kurt Vonnegut - Cat's Cradle (287 sf) - Bu, kitaplığımızda bulunan 2 hayvan ismi geçen romandan biriydi, diğerini başka bir kategori için ayırdım. Değişebilir.  

4. Kategori (15 puan): 600 sayfadan uzun bir kitap okuyanlara.

Umberto Eco - Foucault Sarkacı (609 sf) - Diğer tüm kitaplar 570 deyince durdu.

5. Kategori (15 puan): Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir yazarın bir kitabını okuyanlara.

Günter Grass - Yengeç Yürüyüşü  

6. Kategori (15 puan): Türk edebiyatında klasik kabul edilen bir roman okuyanlara.

Peyami Safa - Matmazel Noraliya'nın Koltuğu (304 sf)  

7. Kategori (15 puan): Hiç okumadığınız bir ülke edebiyatından bir kitap okuyanlara.

Amin Maalouf - Işık Bahçeleri (238 sf) - Bu en çok zorlandığım kategorilerden biri olabilir. Yazar yazılarını Fransızca yazıyor olsa da Lübnan'lı.  

8. Kategori (20 puan): Sinemaya uyarlanmış bir kitabı okuyup filmini izleyenlere.

Daha karar veremedim. İlgimi çeken bütün filmleri izlemişim zaten, belki de filme bakarak karar vermek doğru değildir.  

9. Kategori (20 puan): Adında kış mevsimine ilişkin bir sözcük olan veya konusunda kış teması olan bir kitap okuyanlara.

Ahmet Ümit - Kar Kokusu (280 sf)

 10. Kategori (25 puan): Yasaklanmış bir kitap okuyanlara.

Aziz Nesin'in çevirmesiyle anılan Şeytan'ın Ayetlerini okumak istedim ama bulamadım. O nedenle bu kategori de şimdilik boş. Aziz Nesin'in kitabı çevirdiği dönemde yazarı Salman Rushdi ile girdiği tartışmayı web'de aratmanızı ve incelemenizi öneririm.  

11. Kategori (25 puan): Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazılmış bir kitap okuyanlara.

Evde bir Andrew Mango kitabı var ama biraz daha araştırma yapıp öyle karar vermek istiyorum.  

12. Kategori (25 puan): Yayınlanmış en az beş kitabı olan bir yazarın ilk kitabını veya romanını okuyanlara.

Bu gerçekten enteresan bir kategori. Araştırmam lazım. Aklım Yaşar Kemal'e gidiyor, görücez.  

13. Kategori (25 puan): Bir biyografi veya otobiyografi okuyanlara.

Biyografisi yazılmış kişilerden ilgimi en çok kim çeker sorusuna cevabı bulduğum vakit listede yerini alacak.  

14. Kategori (30 puan): Okuma yazmayı öğrendiğiniz yıl ilk kez yayınlanmış bir kitap okuyanlara.

Ben okuma yazmayı 88 yılında öğrendim. Ama bu da henüz karar vermediğim kitaplardan biri.  

15. Kategori (40 puan): Bir üçleme veya aynı seriden üç kitap okuyanlara.

Muhtemelen Otostopçu'nun Galaksi rehberi olacak ama tam emin değilim.


Kitapları bitirdikçe burada üzerini çizeceğim. Yarışma 3 Kasım 2013 tarihinde başladı. Ben oldukça geç başlamış oluyorum ama burada önemli olan gerçekten de denemek. Yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalışacağım. Kitapları bir parça rahat hissettiğim alanın dışından seçmeye çalıştım ki benim için faydası da olsun. Umarım hakkından gelirim. Gelemezsem de okuduğum kadarı yanıma kar.

Siz de katılmak isterseniz listenizi blog sayfanızdan ya da mail ile Pinucca'nın Kitapları'na iletebilirsiniz.

Wednesday, December 4, 2013

Hayal ürünü cinayet




Parmaklarımın arasından kanın ağır ağır akıp giderken seni gerçekten de öldürdüğümü farkettim. Bundan 2-3 sene daha masum olsaydım inanabilirdim iyi insanların birini öldüremeyeceğine. Şimdi ise tam tersi. Büyük bir keyifle soktum bıçağı tam karın boşluğuna. Bıçağın ucuyla göbeğinin ilk temasında hissettiğim direnç bu girişimimin sonuçsuz kalacağı endişesini yaratmış olsa da bu endişem senin deyiminle "yeni bir aksiyon alma"ya itti beni. Ben de bıçağı ittim. Yerini rahatlamaya bırakan o dirençle vedalaşınca iş lunaparkta dönme dolaba benzemeye başladı. Gözlerin dehşet, korku, şaşkınlık ve hala, ısrarla kibirli kibirli bana bakarken bir saniye sonra bana bakarmış gibi ama daha uzaklarda bir bana odaklanmış gibi kalakaldı. 

Bıçağı ilk çevirişimde içerideki dengeleri değiştirmek kolay olmasa da, her dönüşte iç organların karakterin gibi gevşek hale geldi. Kimileri buna vahşet diyebilir. Kimileri yıllardan beri içimde bir cani sakladığımı zannedebilir. Kimileri oldum olası şiddet eğilimim olduğunu iddia edebilir. Hiçbirine itiraz edecek kadar iyi tanımıyorum kendimi. Tek merak ettiğim başkalarının beni tanıdığına nasıl emin olduğu. Ben gerçekten iyi bir insanken yeterince rezil bir insanmışım gibi kurmaca hikayeler yaratıp yargılamamış mıydı beni? Güleryüzlülüğümü rahatlık, dürüstlüğümü patavatsızlık, sessizliğimi yabanilik olarak değerlendirip kendi değerlendirmelerince geliştirdikleri tavırlarla baş etmek zorunda kalmamış mıydım? Demek ki ne ben ne de onlar beni iyi ya da doğru tanımamışız bu kadar zaman. 


Şaşırdığını biliyorum. En acımasız hale geldiğimde beni saf zannetmeye başlamıştın. Seni öldürebileceğimi nereden akıl edebilirdin ki? Ben sadece senin için eğlenceli bir misafirciktim. Küçük dünyanda odacıklar yaratmıştın. Bu odacıkların her birinde başka başka oyunlara yer açmıştın. Bazılarında yalan, bazılarında sapıklık, bazılarında hile, bazılarında hırsızlık, bazılarında nefret, bazılarında dolandırıcılık, bazılarında gösteriş, bazılarında ise cahillik oyunları vardı. Her bir odada her bir oyunu yöneten minik "sen"ler. Seninle her konuşmak zorunda kalışımda yeni bir oda keşfediyordum. Dilerdim ki bu keşif İstanbul'a ilk kez gelen bir turistin Kapalıçarşı'ya attığı ilk adım gibi olsun. Kaç kapısı olduğunu çözene kadar eline renkli dansöz kıyafetleri, fesler, tefler, nargileler, tavlalar ve mücevherler dolmuş olsun. Benimki öyle olmadı. İstanbul'un lahımlarında en pis kokan bok çukuru hangisi sanki onu bulmaya çalışıyorum. 


Seni öldürdüm çünkü minik "sen"ciklerden kurtulmanın tek yolu buydu. Hergün beni yeni bir odaya kapatım ruhumun ırzına geçmene müsade edemezdim daha fazla. Bir gün kafama ayakkabının sivri topuğuyla vuruyorsan, diğer gün briyantinli saçlarını gözlerime batırıyordun. Bir gün bıyıklarını yanaklarımda kusma hissi uyandırarak gezdirirken, diğer gün şuh kahkahalarınla kulak zarımı zedeliyordun. Sen kendini bir kadın zannettiğin günler kadar erkekçe kandırdın beni. Kendini erkek zannettiğin günler kadar kadınca kıvrıldın önümde. Senin ne cinsiyetin, ne güzelliğin, ne karizman, ne ahenkli bir sesin, ne heybetli bir duruşun, ne doğruluğun ne de haysiyetin oldu. 

Senin hünerlerini sergilediğin her odaya girdikçe, kendini birşey sahibi hissetmene fırsat verdim. Bunu yapan sadece ben değilim. Benim gibi milyonlarca zavallı var kendini sana mecbur hisseden. Dişlileri öyle sağlam kurmuşsun ki, insan arasında sıkışmadıkça yaşadığını anlayamıyor sanki. Her sıkıştığında farklı bir kemiğinin kırılmasına aldırış etmeden, sırf yaşıyor hissetmek için senin bir parçan olabilmek, dişlilerinin arasına sıkışmayı sürdürmek için mücadele veriyor. 


Seni neden öldürdüm diyordum değil mi? Sıkıştığım dişlilerden biri beynimi patlattı en sonunda. Tam sen yanımda kahkaha atarken hem de. Baktım başka yerlerim de dağılacak, seni yok etmeye karar verdim. O gün bugündür fırsat kolluyorum. Seni en zayıf, en savunmasız hissettiğin anda, kısacası hiçbirşey bilmediğine emin olduğun bir saniyede yakaladım ve sapladım bıçağı karnının en tatlı, en kabarık, en yumuşak yerine. 


Üzülme, artık sen bir kahramansın. Yıllardır eklediğin her bir dişli ile inşa ettiğin bu dev insan makinasını eminim sergilemek isteyecek başka makina sevdalıları vardır. Benim tavsiyem müzelerini değişik temalara göre düzenlesinler, özene bezene yarattığın her bir iğrençlik odacığın için ayrı bir tema düşünsünler. Bunun için de stadyum büyüklüğünde bir arazi kapatsınlar. 

Seninle vedalaşmak istemiyorum. Zaten üstümü başımı yeterince pislettin. Bir de veda işine girersek garip bir sorumluluk duygusuyla etrafa saçtığım sanal bağırsaklarını toplamak zorunda hissedebilirim kendimi. O nedenle kardeş, bana eyvallah!