Thursday, April 30, 2009

Bana yardım kampanyası


Bu grafiğin yukarı çıkması için sadece dua kaldı yapılacak.. Akşama kadar oldu oldu... Olmadı gerisi Allah kerim...


Saat 20:30'da yapılan edit : Umutlar tükeniyor, durum pazartesiye kaldı :D

Enjoy the silence!



Hahaayyyyttt!!!!

Bana göre İstanbul





















Monday, April 27, 2009

Can

Ameliyat oldu bizim hatun. Binbir stresle götürdük geçen perşembe. Yanılmıyorsam bugün 11. günü. Şimdi canavar gibi maşallah ama ilk gün eve götürmeye bile cesaret edemedik. Ertesi gün kendisi sinirli biz gergin.. Birkaç gergin günden sonra şimdi iyi.. Sağlığında zaten hiç problem olmadı. Veterineri "maşallah sizinki ameliyat olmamış gibi, ah bi de siniri olmasa..." diyip durdu...
Elletmiyor, dokundurmuyor, tutturmuyor. Hemen kıhlamaya başlıyor. Yemek yerken (çıkarcı ve gözü açık bir hayvancıktır kendisi) bir kıhlıyor bir yalıyor... Böyle böyle nihayet son buldu veteriner gezmelerimiz... Yaralarımız iyileşsin, tüylerimiz uzasın diye bekliyoruz..


"23 Nisan'da ben yazacaktım bu köşede, tam sayfayı açtım ki yakalandım!"


Kafada huni, yine de durmadı. İlk gün Michael Jackson gibi yürüdü. İkinci gün hareket etmemeyi tercih etti. Üçüncü gün ise koy poposuna diyerek her türlü rutin yaramazlığını yaptı meraklı..




Bazen yakışıklı çocuklara karşı eski hislerini hissetmediğini farkettikçe dertlendi. Uzaklara daldı, uyku tutmadı..



Bazen hala ne kadar güzel olduğunun bilinciyle poz verdi..





Bazen televizyona bakarken uyukladı.




Bazen nasıl farklı yaramazlıklar üretebilirim diye saatlerce plan yaptı..








Bazen de bize kızdı bazı haklarını elinden aldık diye...
Ama sonuç olarak bu 10 günlük süreci atlattık. Dikişlerini veterinin almasına gerek kalmadı. Kafasındaki çıktığında kendisi tek tek pansumanını da yaptı dikişlerini de aldı.
Yakın zamanda kapı tepelerinden toplamaya başlarız...
O pek birşey anlamadı ama bize geçmiş oldu :)




Saturday, April 25, 2009

Ur

Zaman zaman 
Minik minik
Urlar büyüyor mu 
senin de içinde?

Nefes almana engel
Giderek şişen bir balon gibi
Patlasa da kurtulsam
diyor musun?
Patladığında yaratacağı şiddeti bilsen de?

Zaman zaman
Sıra sıra
Yeni sıkıntılara mekan oluyor mu ciğerlerin?

Ne olduğunu bilmediğin
Karanlık kör noktaların
ne olmadıklarını hiç bilmediğin
oluyor mu?

Bir sivilce gibi
Sıksam
Pörtlese
Rahatlasam dediğin
İltihaplar kaplıyor mu kalbini?
Muhteviyatı belli olmayan?

Günler geçip gidiyor 
içimdekileri büyütmeye çalışırken
Büyütüp doğurmaya çalışırken

Doğuramıyorum
Çünkü ete kemiğe bürünmüyorlar

Bu sefer doğuramadan öldürmeyi seçtim
Baktım uzun sürecek sapladım şişi

Karar vermesi zor oldu

Dün kadıköyde yürürken
Opera izlerken

Sonra bir şarkı duydum
Bir resme baktım

Çeşitli zamanlara saçılmış
Saliselik anlarda doğan ferahlıkları topladım

Karar verdim.

Az önce doğuramadığım sıfatsız sıkıntıyı
şişen balonu
içimdeyken patlatamadan söndürdüm

Bir resime bir şarkıya bir havaya bir bilete 
Teşekkür ederek...

Beni al






Bu şarkıda dans ettik biz. "Evet" dedikten hemen sonra..





Bugünüm yarın olsa yada hep yeni baştan,
Yaşamak ne güzel olur,hiç başlamamışsan.
Geriye ne kalırdı yaşananları atsak,
Seni bir daha yaşamak isterim aslında.

Beni al kucağına,elini belime sar.
Beni almadığın an üşürüm sabaha kadar.
Beni al kucağına,elini belime sar.
Beni almadığın an ölürüm beni al.

Biraz önce uyurken seni koynuma aldım.
Dudağından öperken uykudan uyandım.
Sana böyle uzakken seni bir daha sevdim.
Yanına gelebilsem bir daha dönmezdim.


Beni al kucağına,elini belime sar.
Beni almadığın an üşürüm sabaha kadar.
Beni al kucağına,elini belime sar.
Beni almadığın an ölürüm beni al.

Beni al kucağına,üşürüm sabaha kadar.
Beni al kucağına,üşürüm sabaha kadar.


Monday, April 20, 2009

EV

"Kuşu altın kafese koymuşlar, yine de 'vatanım' demiş." diye bir söz var mesela. Düşünüyorum ve baya saçma bana kalırsa.


1- Altın, kuş için ne ifade ediyor olabilir ki insanlar kuşun altın kafese girdiğinde kendinden geçmesini bekliyorlar? Hayvan için kafes kafestir altını bronzu dökme demiri mi var ki hayvancığa göre? Yok bi de pırlanta yüzük taksın manitası yumurtlama döneminde.




2- Kuşun vatanı neresidir? Hadi orada vatan yerine gökyüzü kelimesi geçiyor olsa eyvallah. Hayvan özgür olmak ister, uçmak ister, ağaca falan konmak ister, bulutlara oturmak gibi bir hayali vardır falan. En nihayetinde havaya göre göçüp göçüp tropik senin, ekvatoral benim gezmiyor mu bu hayvan?

3- Kuşun konuşması, konuştuğu gibi vatan kavramını biliyor olması da bir hayli garip de hadi La Fontaine hatrına bişey demeyelim.

Konu buraya nerden geldi derseniz de, evin içinde dolanırken (büyüklüğü belli en fazla ne kadar dolanılabilir orası meçhul) şunu düşündüm : İnsanın evi gibi yok arkadaş! (Erman Hoca tonlaması ile)

Ne bileyim banyosu ayrı önemli, mufağı ayrı. Hele bir de salon var ki insanın rahat edeceği gibi olmazsa bir takım ruhsal problemlere bile yol açabilir.

Kastettiğim ultra lüks, felaket konforlu, dergilerden fırlama olması değil. İnsanın sevdiği gibi olması. Bakınca mutlu olacak insan! Araya bir iki kendisine sempatik gelen obje koyacak, banyo paspasına baktığında gülecek. Misafir geldiğinde kendini ucubik bir ortamda sansa bile oturan mutluysa gerisi fasafiso bence.


"Krizdeyiz" diye bir program var belki denk gelmişsinizdir. Ben 1-2 saat önce denk geldim mesela. Ailelerin evleri ziyaret ediliyor, yaptıkları müsrüflükler kafalarına çalınıyor konseptli bir program özetle. Bir kadın evini dayamış döşemiş. Salondaki biblolar (Fil, varaklı mısırlı mumyalar, vs vs) başlı başına bütün eve mobilya koymaya yetecek tutarda. Bir vitrinde swarovski taşlardan yapılmış çay takımı vardı. Çay takımı derken sadece bardak ve tabak. Tutarı 1000 TL civarıymış. Sunucu diyor ki "Çay bununla içilince daha mı lezzetli oluyor". Beni koy mesela o eve 5 dakika ancak dayanabilirim. Sonra panik atak, 10 dakikayı geçerse de manik depresif bir insan olurum. Ama kadın mutlu o evde. O ondan hoşlanıyor ve tipine bakılırsa da son derece huzurlu!



Bizim evde mutluluk faktörü genel olarak kedinin kaybettiği satranç taşlarından birini bulup takımı yeniden bir araya getirmiş olabilmek, kumbarayı inekli değil de köpekli alabilmiş olmak, banyoya kocaman salyangoz kabuklarının hediye gelmesi falan. Ama bakıyorum, girer girmez "benim" diyorum, mutlu oluyorum, gülüyorum. İkimiz bir anda heyecanlanıp zıplıyoruz "amanın evimiz pek şahane bi güzellikte!" falan diye..


Bu sebepledir ki herkeşler evine mini mini de olsa sevdiği bişeyler koysun, bakıp bakıp mutlu olsun, sevgi kelebeği gibi, ya da perde reklamlarındaki kadınlar gibi süzüle süzüle dans etsin evin içinde.
İçini baymış olabilirim sevgili okuyucu ama mesajım aşağıda gizli olabilir mi acaba? Yeni bir çalışma masasını misafir gelirse "ne saçma şey?" der mi diye düşünmeden salonun ortasına koymuş olabilir miyiz? Acaba bana özel bir çalışma alanı yaratmış mıyızdır, ya da ben bu satırları minik çalışma masamda yazıyor olabilir miyim????




Sunday, April 19, 2009

Livescore

Ulan 100 senedir livescore.com a girip maç skorlarına bakıyorduk. Şimdi millet iddaa harici başka hiçbirşey göremesin diye muhtemelen, kapatmışlar siteyi. Çoktandır oynamıyorum, geçenlerde bir bakayim dedim, kapatılmış.

http://www.livescores.com/ da da basitleştirilmiş bir hali var aynı sitenin (sonunda bir s var farklı olarak). Oraya giriliyor. Ekşi sözlükteki bir yoruma göre bir bahis sitesi olmayan livescore'un kapatlımasının sebebi sağında solunda çıkan "bet" linkleriymiş. Lan neye basıp neye basmayacağımıza da adamlar karar veriyor artık ya. Yeter be. Ulan herşeyimizi sansürlüyorlar ya.


Of. Bunaldım pazar pazar.

Nereye gidiyoruz biz ya?

Saturday, April 18, 2009

Faik Öztürk - Safiye Soyman

İtiraf ediyorum. Ben bu ikiliyi seviyorum. Magazin haberleri ile ya da magazinde sıklıkla yer alan ünlülerle pek alakam yoktur. Konunun kendisiyle zaten alakam yoktur. Kim napmış, nereye gitmiş, ne demiş, benim normal hayatımda da çok fazla yer tutan birşey değildir. Dedikodu sevmez miyim? Severim elbette ama bir ölçüen fazlası sivilceye neden oluyor, sıkılıyorum..
Konumuza dönersek, TV'de zapping yaparken bu ikilinin herhangi bir üyesine rastlarsam kitlenip kalıyorum. Bi kere Safiye Soyman yumukluğuyla beğenimi kazanırken Faik Öztürk de yaptığı saçma sapan espirilerle gülmeme neden oluyor.

Bi de sürekli birlikteler, hep ikisini bir arada görüyorum. Hiç mi ayrılmazlar, hiç mi sıkılmazlar yahu? Ya da hiç mi moralleri bozuk olmaz da hep gülerler?


Safiye Hanım'ın şapkalarına da hasta olduğumu belirtmeliyim. Kafasında sürekli 60'lardan kalma tüllü müllü enteresan cisimler ya da şapkalar oluyor. Bu ekolü yaşatan pek fazla insan yok o sebeple hoşuma gidiyor.



Bu yazıyı yazmama sebep şu, sabah keyfi yaparken televizyonda yine karşıma çıktılar. Faik bey Safiye Hanım'a sormadan albüm yapmaya karar vermiş, Safiş de bunu duyunca kızmış, küsmüşler. Barışmak için Faik bey Safiş'e bi kamyon gül getirmiş ama röportaj esnasında bu güllerin kiralık olduğunu, gülün tanesinin 5 TL olduğunu, kamyonluk gülün de 1 aylık ekmek masrafı olduğunu, bu sebepten ötürüdür ki bu kriz ortamında gül falan satın alamayacağını, ancak kiralayabileceğini belirtti ki ben benden içeriydim o esnada..
Allah ömür versin, mutlu mesut olsunlar ne diyelim..


Friday, April 17, 2009

Seni özledik Chuck


Bu aralar farkettim, çok sık Death dinliyorum. Müzik tarihinin en enteresan gruplarından biridir aslında Death. Ölçüden tamamen uzak şarkıları olsa da aslında neticede dinlediğimiz şey oldukça sadedir. Kafa karıştırmaz çünkü muhteşem bir bas-gitar uyumu vardır, baterist genelde, aslında o ölçüsüz olan ritme, tam da olması gerektiği gibi uyar, sözler ve sözlerden arta kalan kısımlardaki gitar fill'leri hep hızlı ve bıçak gibi keskindir. Bütün bunlar bir araya gelince karşınıza ne demek istediğini çok iyi anlatan bir grup çıkar.

Dinlediğiniz hiçbir metal grubuna benzemez Death. Yaratıcısı sayesinde tabi ki. Bundan 8 sene önce, 2001 yılının Aralık ayında vefat etmiş olan Chuck Schuldiner, bu tür müziğe daha onlarca albüm ve şarkı verebilecekken, erkenden hayatını kaybetmiştir. Uzun süre kanser ile mücadele eden Chuck 2001 yılına kadar 7 albüm yapmış ve hepimizi mest etmiştir. Onun anısına bir yazı yazmak şu anda beni çok mutlu ediyor. Onun anısına birşeyler yapan tabi ki sadece ben değilim. Chuck'un annesi o öldükten sonra onun için bir web sitesi yapmıştır. Kadın zaten oğlu hastalıkla savaşırken de sürekli onun için yardım toplardı, öyle hatırlıyorum. Hatta yanına Dave Grohl ve birkaç sene evvel kaybettiğimiz Dimebag Darrell'ı da almıştı kadıncağız. Şu anda da oğlunun anısını Empty Words sitesinden yaşatıyor. Geçen sene de B.C.Rich, ki Chuck sadece B.C.Rich kullanırdı, onun anısına yeni Stealth modelini çıkardı. Aşağıdaki videoda da gitarı yakından görebilirsiniz.

Ve karşınızda Chuck ve meşhur gitarı Stealth (ve tabi efsane şarkısı Flesh and the Power it holds).


Thursday, April 16, 2009

Denecek söz kalmamış



Kan beynime sıçradı dün bu haberi okuduğumda. Dinlisi dinsizi, şeytana tapanı, peygamberin torunu olsan ne olur? İnsan değil misin? Hırsların çıkarların bu kadar mı gözünü kör etmiş, bu kadar mı hijyenik yıkamışlar beynini? Vicdanını, sevgini, iyi niyetini, canlı'ya duyman gereken saygıyı, inandığın kutsal dinin özünü nasıl unuttun bu kadar? Yazıklar olsun, sana ve senin gibi tüm müslümanlara (!) yazıklar olsun...

“Hayatını örtü düşmanlığına adadı... Ömrünün son döneminde başörtü takmaya mecbur kaldı... Allah'ım sen herşeye kadirsin."

Daha insancıl bir yazı için eskimiş püsküü'nün kaleminden, buradan yakınız...

Tuesday, April 14, 2009

:)

Öyle birşey oluyo ki, bir anda karşına bir resim çıkıyo, bakıyosun, seninle alakası olmasa bile bir anda mutlu oluyosun, bir anda güneşin çoktan etrafı sararttığını, oksijenin bahar koktuğunu farkediyosun. Bütün sinir bozuklukları anlamını yitiriyo, güzel bir güçle doluyosun, bu an hiç bitmesin, hep öyle hissedeyim istiyosun.

Ne güzelmiş, günlerdir ilk defa nefes aldım, her ne kadar benle alakası olmasa da.. Çok mutlu oldum..

Tuesday, April 7, 2009

Polis teşkilatının kuruluşu

Hepimize kutlu olsun 10 Nisan. 1845 yılında kurulmuş polis teşkilatı. Yeniçerilik kaldırıldıktan sonra ayrı ayrı olan belde zabıtaları birleştirilmiş ve polis teşkilatı kurulmuş. Bu mutlu güne biz de dün katkıda bulunduk. Nasıl mı, hemen anlatayim.

Bizim evin oralarda genelde hep çevirme olur. Asayiş çevirir (bazen arabada Tubik varken çevirmezler tabi), kimlikleri ister, TC kimlik noları sorar, GBT'mize bakar ve sonra salıverir. Rutin bir prosestir bu. Aynı yerde dün de çevirme vardı. Biz de o sırada arkadaşımla bizim eve doğru yolculuk halindeydik. Neyse, polis bizi çevirdi, kimliklerin yanında ruhsatı da sordu. Blog okuyucuları beni aydınlatırlarsa sevinirim bu noktada. Trafik polisi olmayan asayiş polislerinin (böyle keskin bir ayrım var mı ondan da emin değilim) ruhsat isteme ve kontrol etme yetkisi var mı? Sonuçta biz ruhsatı da verdik. Araba şirket arabası olması hasebiyle sıfır alındığında 3 sene değil 1 sene muayene süresi geçerli. Bunu bilmeyen arkadaşım ne yazık ki muayenesini yaptırmamış, polis de bunu farketti. Bize arabayı biraz daha öne doğru çekmemizi söyledi çünkü diğer geçenleri engelliyorduk (!). Biz de arabamızı çektik daha ileriye, beklemeye başladık. 4 kazıklı bir polis memuru geldi, diğer memurlardan biraz daha rürbeliydi anlayacağınız. Muhtemelen o an diğerlerinin amiri pozisyonundaydı. Şöyle buyurdu: "Sizin arabanızın muayenesi yok, bunun cezası var. Şimdi ben trafik ekiplerini çağırsam şöyle olur böyle olur." Biz de adamı dinliyoruz ama tabi aklımızda o anda sadece bir şey var: Ne zaman konuya girecek? Ve amir konuya girdi: "Valla şimdi trafik ekiplerini falan çağırabilirim. Ama bizim de arabalarımıza benzin alma durumumuz var. Yardım ederseniz geçebilirsiniz."

Şimdi bu noktadan sonra herkez fikrini söylemekte özgür bu yazı hakkında. Bakın neler oldu. Arkadaşım cebini yokladı. Cebinden 1 adet 50 TL, 2 adet de 10 TL çıktı. Elini açarak gösterdi ve bu kadar parasının olduğunu söyledi, hepsini alma bari manasına gelen bir surat ifadesi ile. Adam da: "Valla 2 tane araba var ona göre sen ver işte." dedi bütün ama bütün yüzsüzlüğü ile. Arkadaşım da 50 TL'yi verdi. Polis memuru da teşekkür etti nezaket ile. Sonra da bize hemen muayeneyi yaptırmamızı salık verdi sağolsun yine bütün yardımseverliği ile. Biz de yolumuza çıktık, evimize doğru.

Şimdi size soruyorum. Polis memurunun kabahati mi burada yaşananlar? Bu soruya evet diyemem ben. Muayeneyi yaptırmak, sigortayı yaptırmak ya da her neyse, sorumluluklarımızı zamanında yapmak bizim görevimiz vatandaş olarak. Halk olarak bazen her işin o kadar kolayına kaçıyoruz ki. Yakalanmamak için evine gitmenin kaçak yollarını bulan bir sürü adam var etrafımızda. Ya da içkili olduğu günler çevirmeye girmemek için bin takla atan ve tuhaf sokak ve caddelerden dolanan adamlar. E zaten vatandaş olarak sorumluluklarımızdan kaçmak için sürekli alternatif yollar arıyorsak, yakalandığımızda da paçayı kurtarmak için alternatif yollar bulmak bizim ruhumuzda var diyebiliriz. "Polis otosuna benzin almak" da bu yollardan biri. Ne diyeyim ki. Diyecek birşey yok. Polis memurunun hiç mi suçu yok. E tabi var. Ama oraya gelene kadar...

Sunday, April 5, 2009

Polonezköy


Biz Cumartesi günü Polonezköy'e gittik.


Güneş gördük gülümsedik, gözlük bulduk taktık..

Kahvaltı ettik.

Mangallı piknik yaptık.



Çay demledik, çay içtik... 


Top aldık, futbol oynadık.. 


Çocuk bulduk oynadık..



Köpek gördük, sevdik.


Çeken bulduk poz verdik.


Dere bulduk sesini dinledik.


Kaydırak bulduk kaydık.


Küçük geldi kıç üstü düştük.


Müzik yoktu, içimizdekini dinledik.

Tepeler mi uzun biz mi, bilemedik.


Köprü bulduk geçemedik.

Biz Cumartesi Polonezköy'e gittik
Çok güldük 
Çok eğlendik

İstanbul'un kedileri

Mavi jeans'in İstanbul koleksiyonunu herkes bir şekilde birilerinin üzerinde görmüştür. Hatta bu koleksiyonda bir adet "İstikamet İstanbul" mottolu sweatshirt'e Cenk sahiptir. Bu koleksiyonun bir diğer parçasının mottosu da "İstanbul'un kedileri". İStanbul yazısı etrafında minik minik bir kaç sokak kedisi var. Oldukça beğendiğim bişey ama hala almak kısmet olmadı.

Ben de İstanbul'un kedilerini kendimçe bir kaç kare olarak çektim. Devamı gelecektir boynumda makinamla sokaklarda gezebildiğim sürece.

Moda, kedileriyle bol bir semt. Her köşebaşında hatta telefon kutusu üzerinde, çöp kutusu içinde, ağaç tepesinde, kapı önünde kedi var. Bir akşamüstü Moda sokaklarında yürürken birkaç kedi resmi çektim. Artık alacakaranlık çökmüştü ve fotoğraf çekmek zorlaşmıştı, bu nedenle az resim var elimde ama olanlarda bir iki oynama yaparak sizlere sunmak istedim..

Bana kalırsa bir semti kediler bile sevip kalabalık halinde yaşıyorsa, o semt güzel olmak için geçerli sebeplere sahiptir :)















Aşağıdaki resim ise, kıyaslama yapılabilmesi açısından resmin hangi koşullar altında çekildiğinin orjinal görüntüsüdür :)