Thursday, November 29, 2012

Life is like a box of Pul Biber!




Canım Tom Hanks. 

Keşke senin dediğin gibi olsaydı da bir kutu Nestle Damak'a benzetebilseydik biz de hayatı. 

Ama Türk milleti için hayat pul biber gibi. Ağzımız yanıyor, dudaklarımız şişiyor, yeri geliyor ülsere kadar gidiyor ama yedikçe iştahımız açılıyor, yana yakıla mutlu oluyoruz, daha da yiyoruz. 

Bize göre hayat böyle. Acısı olmadan yemekten sonra gelecek katmerin güzelliğini anlayamıyoruz. Sürekli tatlı tatlı gitmiyor hayat. Sen her küçük paketten ayrı lezzet çıkacağını söylüyorsun herşeyi tatlıya bağlayarak ama biz acı ve tatlı arasında anlık geçişler ve kıyaslamalarla tanımlıyoruz hayat döngüsünün anlamını. 

Bak mesela bu aralar tek sevdiğim aktivite, evde ısıtmayı açmayıp Cenk'in kapüşonlu eşofmanını giyerek uyumak. Sabah kalkamamak. Sonra panik halinde zıplayıp ordan oraya koşturmak. Baksana, tatlı tatlı uyumak ve acı acı koşturmak. 

Kah gülmek, kah ağlamak. Sakince kitap okunan ve okunanın düşünüldüğü orta frekansta bir hayat bize göre değil. Kitap da okumuyoruz ki zaten. Okusak da Aşk-ı Memnu dizisini izlemekten farklı bir bakış açısı taşımıyoruz çoğunlukla. Bir Terry Pratchett ya da İhsan Oktay Anar'ı düşünmeye yetmiyor bizim ruh halimiz. Dalgalanıyoruz çünkü. 

Yaptığımızı sandığımız sanatlarımız bile şahsına münhasır kriteri taşımazken, alıştığımızın dışında birşey görmek bizi nedensiz yere göz yaşlarına boğabiliyor. Hindistan'da bilezik yapıp satan adama gösterseler halimizi deli diye gülecek 1.000.000 Hintli bulabilirim. 

Neyse ne diyordum? Bizim buralarda hayat pul biber kıvamında Tom. Nasıl olmasını isterdin diye sorarsan, bir kutu biber demek isterdim ama senin de tarif ettiğin gibi her paketten ayrı çeşit çıkacak. Küçük biber turşuları dürümle güzel olur, sivri biber kahvaltıda peynirle. 

Bizim buralarda simit diye birşey var Tom bildin mi? Sizin Pretzel'ler gibi diyeceğim ama benzetmeye tenezzül edemem. Evet evet, bence hayat simit gibi olmalı. Kah kırmızı biberle peynirle ye, kah çikolatayı bas içine tost makinesine ver. 

Güzel olanı dişte kalan susamları sinsice temizlemeye çalışırken, yanağın kenarında unuttuğunla yaramazlığını ele vermek. 

Burada hayat garip be Tom. Bizim ecdadımız 30 yıl at üstünde gezmiş de haberimiz yok! 

O değil de, ecdad demişken...

2 comments:

crysalid* said...

bence o simitlerin de kategorileri olmalı bak. evresel değişimlere göre simitler de şekil değiştirmeli, daha da büyümeli. hayatı anladıktan sonra büyüyor simitler. büyüdükçe içine koyulan acı biberi bitirmesi daha zorlaşıyor, acısının eşiği daha da artıyor. simitlerin gramı ve büyüklüğü arttıkça yemesi zorlaşıyor, hazmetmesi günleri alıyor. dişleri temizledikten sonra ağzının kenarında kalan haşarı susam tanesinin şirinliğini de kendin de dahil kimse farketmiyor zaten.
evet bugün kötümser simidimi yedim, bekliyorum canım.
ha ecdadımız da tek eşliymiş,harem tamamen uydurma.
attan saraya, saraydan ata.

tubik said...

Badim bugünümüzün kötümser simidi, yarın deniz kenarında çayla hüplettiklerimiz kadar güzel de olabiliyor ama di mi? Bence dişteki susamları temizlemeye gerek bile yok bazen. Bi gün dişimizde onlarca susamla fotograf çektirelim. O fotoğrafı da bugünümüz anısına buzdolaplarımıza asalım :)