Parmaklarımın arasından kanın ağır ağır akıp giderken seni gerçekten de öldürdüğümü farkettim. Bundan 2-3 sene daha masum olsaydım inanabilirdim iyi insanların birini öldüremeyeceğine. Şimdi ise tam tersi. Büyük bir keyifle soktum bıçağı tam karın boşluğuna. Bıçağın ucuyla göbeğinin ilk temasında hissettiğim direnç bu girişimimin sonuçsuz kalacağı endişesini yaratmış olsa da bu endişem senin deyiminle "yeni bir aksiyon alma"ya itti beni. Ben de bıçağı ittim. Yerini rahatlamaya bırakan o dirençle vedalaşınca iş lunaparkta dönme dolaba benzemeye başladı. Gözlerin dehşet, korku, şaşkınlık ve hala, ısrarla kibirli kibirli bana bakarken bir saniye sonra bana bakarmış gibi ama daha uzaklarda bir bana odaklanmış gibi kalakaldı.
Bıçağı ilk çevirişimde içerideki dengeleri değiştirmek kolay olmasa da, her dönüşte iç organların karakterin gibi gevşek hale geldi.
Kimileri buna vahşet diyebilir. Kimileri yıllardan beri içimde bir cani sakladığımı zannedebilir. Kimileri oldum olası şiddet eğilimim olduğunu iddia edebilir. Hiçbirine itiraz edecek kadar iyi tanımıyorum kendimi. Tek merak ettiğim başkalarının beni tanıdığına nasıl emin olduğu. Ben gerçekten iyi bir insanken yeterince rezil bir insanmışım gibi kurmaca hikayeler yaratıp yargılamamış mıydı beni? Güleryüzlülüğümü rahatlık, dürüstlüğümü patavatsızlık, sessizliğimi yabanilik olarak değerlendirip kendi değerlendirmelerince geliştirdikleri tavırlarla baş etmek zorunda kalmamış mıydım? Demek ki ne ben ne de onlar beni iyi ya da doğru tanımamışız bu kadar zaman.
Şaşırdığını biliyorum. En acımasız hale geldiğimde beni saf zannetmeye başlamıştın. Seni öldürebileceğimi nereden akıl edebilirdin ki? Ben sadece senin için eğlenceli bir misafirciktim. Küçük dünyanda odacıklar yaratmıştın. Bu odacıkların her birinde başka başka oyunlara yer açmıştın. Bazılarında yalan, bazılarında sapıklık, bazılarında hile, bazılarında hırsızlık, bazılarında nefret, bazılarında dolandırıcılık, bazılarında gösteriş, bazılarında ise cahillik oyunları vardı. Her bir odada her bir oyunu yöneten minik "sen"ler.
Seninle her konuşmak zorunda kalışımda yeni bir oda keşfediyordum. Dilerdim ki bu keşif İstanbul'a ilk kez gelen bir turistin Kapalıçarşı'ya attığı ilk adım gibi olsun. Kaç kapısı olduğunu çözene kadar eline renkli dansöz kıyafetleri, fesler, tefler, nargileler, tavlalar ve mücevherler dolmuş olsun. Benimki öyle olmadı. İstanbul'un lahımlarında en pis kokan bok çukuru hangisi sanki onu bulmaya çalışıyorum.
Seni öldürdüm çünkü minik "sen"ciklerden kurtulmanın tek yolu buydu. Hergün beni yeni bir odaya kapatım ruhumun ırzına geçmene müsade edemezdim daha fazla. Bir gün kafama ayakkabının sivri topuğuyla vuruyorsan, diğer gün briyantinli saçlarını gözlerime batırıyordun. Bir gün bıyıklarını yanaklarımda kusma hissi uyandırarak gezdirirken, diğer gün şuh kahkahalarınla kulak zarımı zedeliyordun. Sen kendini bir kadın zannettiğin günler kadar erkekçe kandırdın beni. Kendini erkek zannettiğin günler kadar kadınca kıvrıldın önümde. Senin ne cinsiyetin, ne güzelliğin, ne karizman, ne ahenkli bir sesin, ne heybetli bir duruşun, ne doğruluğun ne de haysiyetin oldu.
Senin hünerlerini sergilediğin her odaya girdikçe, kendini birşey sahibi hissetmene fırsat verdim. Bunu yapan sadece ben değilim. Benim gibi milyonlarca zavallı var kendini sana mecbur hisseden. Dişlileri öyle sağlam kurmuşsun ki, insan arasında sıkışmadıkça yaşadığını anlayamıyor sanki. Her sıkıştığında farklı bir kemiğinin kırılmasına aldırış etmeden, sırf yaşıyor hissetmek için senin bir parçan olabilmek, dişlilerinin arasına sıkışmayı sürdürmek için mücadele veriyor.
Seni neden öldürdüm diyordum değil mi? Sıkıştığım dişlilerden biri beynimi patlattı en sonunda. Tam sen yanımda kahkaha atarken hem de. Baktım başka yerlerim de dağılacak, seni yok etmeye karar verdim. O gün bugündür fırsat kolluyorum. Seni en zayıf, en savunmasız hissettiğin anda, kısacası hiçbirşey bilmediğine emin olduğun bir saniyede yakaladım ve sapladım bıçağı karnının en tatlı, en kabarık, en yumuşak yerine.
Üzülme, artık sen bir kahramansın. Yıllardır eklediğin her bir dişli ile inşa ettiğin bu dev insan makinasını eminim sergilemek isteyecek başka makina sevdalıları vardır. Benim tavsiyem müzelerini değişik temalara göre düzenlesinler, özene bezene yarattığın her bir iğrençlik odacığın için ayrı bir tema düşünsünler. Bunun için de stadyum büyüklüğünde bir arazi kapatsınlar.
Seninle vedalaşmak istemiyorum. Zaten üstümü başımı yeterince pislettin. Bir de veda işine girersek garip bir sorumluluk duygusuyla etrafa saçtığım sanal bağırsaklarını toplamak zorunda hissedebilirim kendimi. O nedenle kardeş, bana eyvallah!
1 comment:
yazi sahane ama beni korkutuyorsun tubik:)
Post a Comment