Wednesday, November 14, 2007

Kitap saati geldi çattı, gözlük camları "hoh"lansın..

Az önce kustuğum yazı esnasında gözlerim dönmüş resmen... Ağzımdan köpükler çıkmış zor durmuşum.. Ancak dergileri unutmuşum giydirme operasyonum sırasında... Devam ediyoruzzzzz...


Biri bana bu dergileri kim çıkartıyor, kim edit edip onaylıyor anlatsın... Başlarına Devil Wears Prada'daki Miranda düşsün diyesim geliyor... Hayır... Zannettiğiniz gibi "Efendim, 3 kilo derginin 2 kilosu reklam zaten!" diyerek kolaya kaçmayacağım.. Reklam olacak zaten, nasıl çıkacak o dergi başka? O değil.. Hala usanmadılar mı "Erkekleri baştan çıkarmanın yolları", "Ateşli bir öpücük için altın sırlar", "Sevgilinizin poposundaki kafam kadar sivilceye aldırmadan sevişin!" içerikli yazılardan? 4 ayda bir önceki dergiden copy paste... Random şekilde serpiştirilmiş resimler.... Bu dergilerin aynıları yurt dışında da çıkıyor kardeşim!!! Salak yok burada.. Ya da var ve siz o yüzden bu kadar rahatsınız dergi insanları... Yabancı versiyonları daha eğlenceli.. Hatta daha öğretici olduğunu, hatta zaman zaman öğretici olabildiğini bile söyleyebilirim.. Tabiki ağırlıklı olarak Cosmo, Elle, vs. gibi kadın dergilerine bu sözlerim.. Kıyafet kısımları sanki hepimiz o süper transparan ve parlak kıyafetleri giyebiliyormuşuz gibi fantastik hatta pisişik(?).. Üstelik sanki hepimiz birer makyöz ve birer modacıymışız gibi tok gözlü tavırlar...

"E peki sen hiç bişeyi beğenmiyor musun?" diye soran olursa diye dersime çalıştım. Mesela akşam gazetesinin her pazar çöıkarttığı Brunch dergisi hoşuma gidiyor.. Konular fazla baymadan, çok da yüzeysel olmadan işleniyor.. Her tür insan beynine hitap eden yazı bulmak mevcut.. Daha genç, daha dinamik, sanki biraz amatör heyecanıyla hazırlanıyor...

Konudan saptım, neden biri "poke"lamıyor beni? Hahaha.. Farkettiniz mi yazının başından beri acaip Nişantaşı sakinleri gibi aralara fütursuzca yabancı kelimeler serpiştiriyorum... Bu konuda diyecek tek lafım yok.. İngilizce dünyanın en hızla büyüyen dili ve Türk Dil Kurumu son 50 senedir ücretli izinde... Kendilerine ulaşamıyoruz... Allahtan "bilgisayar"ı bulmuşlar da hala anne babalar gibi "komputer" demiyoruz...

Yeter artık bu aşamayı geçiyoruz.... Özünde herşeyi yemiş yutmuş, mucizevi yetenekleri olan ve engin bir kültür alt yapısına sahip biri değilim ben.. Haddimizin sınırını bilelim, aklına geleni söyleyen samimi küçük kız pozları bi yere kadar tutar..

Ne diyordum ben alsında? Hah....

Gözlükleri hohlayalım, pijamaların kenarıyla viykkk viykkk sesi gelene kadar ovuşturalım, gözümüze takıp iki kaş hareketiyle yerine oturtalım.. Hazır mıyız????

Son aldığım, okuduğum, okumakta olduğum ve okuyacağım kitaplarla ilgili bilgileri veriyorum... Arkanıza yaslanın...


Okudum;

"son çıkan" raflarında çılgıncasına gözünüze çarpmış olduğunu tahmin ettiğim, Adam Fawer'a ait, "Olasılıksız"....

"Bitirmek için yarını, başkasına anlatmak için bitirmeyi beklemeyeceksiniz." gibi iddialı bir slogan yer alıyor arka kapakta.. Kittabın sürükleyici bir kitap olduğunu söyleyebilirim.. Şizofreni, epilepsi, Kuantum fiziği, Laplace Teoremleri, vs gibi insan beyninin işleyişini, insan beynindeki bilinçaltı ve öngörü yeteneğinin nerelere varabileceğini irdeleyen bir macera romanı. Şizofreni rahatsızlığı çeken bir adam, kumar bağımlısı esas oğlan ikiz kardeşi, çeşitli profesörler, kötü gösterilen ancak sonunda "canım yaaaa" dedirten ajanlar, eksik olmaz "Lara Croft" benzeri bir hatun ajan, küçük bir çocuk...
Son derece merak ederek okuyabileceğinizi söyleyebilirim bu tip kitaplara ilginiz varsa.. Ancak fikrime göre sonunu bağlayamamış Adam abimiz, ve biraz baygınlık veren gerilim filmi gibi bitiyor... Bence dedim...


Okuyorum;

Kitabı o an hangi ruh haline dayanarak bilemicem ama kapak rengine vurularak seçtiğimi söylemeliyim.. İnci Aral'dan geliyor, "Safran Sarı"...


1994'te "Yeni yalan zamanlar" adıyla çıkmış romandan sonra, 2003'te çıkan romanı "Mor" ile son dönemlerde insanların kaybettikleri bir takım değerler, değişen yaşam şekilleri ve bakış açılarına değinmiş İnci Aral.. Ardından izlenimlerinin önceki iki romanıyla bütünlük oluşturduğunu farkederek bu kitaptan sonra ilk kitabına "Yeşil" ismini vermiş. Sonuncu da "Safran Sarı" olmuş ve bu üç kitabı, "Yeni yalan zamanlar" üst başlığı altında bir üçleme halinde toplamış... İyi yapmış mı bilemiyorum çünkü önceki iki romanını okumadım.. Zaten yukarıda kurmaya çalıştığım cümle de yazarın girişe düştüğü notun "paraphrase" edilmiş hali... Yoksa ben ne bilirim mormuş yeşilmiş.. Ben bir "mavi yeşil bilirim, o da balıkçı var bi tane, bi de asla kilo verdirmeyen ve yenmeyen tahta bozması bisküviler..


Herneyse... Kitap tarihi eserlerle uğraşan hatta kaçırmışlığı bile olan 30 yaşlarında bir kadın, son derece plaza insanı, 40'ına merdiven dayamış bir adam, aile baskısından fenalık geçirip, tek tutkusu yazmak olan, Kur'an'ı, peygamberler tarihini defalarca hatim edip yetinmemiş, çağdaş edebiyata da ilgi duymuş, kabuklarına sığamamış bir genç kadının yollarının bi şekilde artık kesişmesini umduğum bir öyküye sahip... Yazar "Geleceksizlik" kavramından yola çıkarak oluşturmuş karakterleri. Kadın bir yazarın yazdığı hissedilen, zaman zaman fazla bulduğum ağdalı cümleler içeren, yazarın bazı konularla ilgili fikirlerini (ör. kadın programları, türban meselesi) karakterlerin kendi düşündükleri ile birleştirmeye çalıştığı noktalar sanki deneme ya da köşe yazısı havasından kurtulamamışlık izlenimi verdi bana ama İnci Aral yazarlığının 30. yılını kutlarken böyle tespitler yersiz, terbiyesiz ve basit kaçabilir, bir bilene sormak lazım...



Okuyacağım;


Bu kitabı da hafif metalik eflatun tonlarındaki kapağı cezbetti.. Ama tercih sebebim o değildir. "Puslu Kıtalar Atlası" macerasıyla çıktığım İhsan Oktay Anar yolculuğuna "Amat"la devam ettikten sonra arada kaçırdığım kitapları "Kitab'ül Hiyel" ve "Efrasiyab'ın Hikayeleri"na inat aldım.... İsim, "Suskunlar"....


İhsan Oktay Anar'ın çoook eski tarihlerden oyun gibi, masal gibi bahsediyor olması, okurken beynimde oluşturduğu kasvetli ortam imajlarında saçma sapan fantastik olayların dönmesi ve gecenin körü kendi kendime gülmeme sebep olması, ve bunları son derece ağır Osmanlı'ca kelimelerle, büyük bir ciddiyete sahip üslubuyla yapıyor olması beni benden alıyor ve yeni kitabını okumak için sabırsızlığıa sürüklüyor...
Haydi herkes başucu lambasını açsın.. Kahveleri kaldırın bu saatte içilmez evladım... Ayağınıza çorap giyin kış geldi gece üşür... Yatın yatağa, çekin yorganı... Dalın başkalarının sizin için sunduğu düşer alemine...

No comments: