Wednesday, November 14, 2007

Kulakların pası silinsin, babam söylesin alem dinlesin!...

Ne günah etse açılmaz, iki gönlün arası
Ne gün ah etse kanar, dildeki firkat yarası
Dilerim bin beter olsun, kim ayıplarsa beni
Arıyor ruhum onu olsa da bir yüz karası
Ahhh....
Arıyor ruhum onu, olsa da bir yüz karası...



Diyor babam alttan alttan... En kadife sesiyle, en yumuşak tonlamalarla... Kulaklarım sıcak sıcak gülümsemeye başlıyor, gözlerim mutluluktan ağlıyor...


Sertaç Ortaç'lardan, Gökhan Özen'lerden, Bülent Ersoylardan artık canımın yanmaya başladığı şu dönemlerde.. Özgürlüğüm kısıtlanıyor ey halkım! Radyo dinlemek istiyorum hür irademle, nereyi açsam, karga sesli, totoş kılıklı, ya da turbo vınn vınnn insanların o bet şarkıları... Artık utanır oldum.. Bu kadar kötü müzikler, utanmadan birebir çalınan melodiler, özenti klipler... Tercih sebebidir hemen sazan gibi atlamayın "E o zaman başka müzik dinle alla alla" diye... Ben burada meramımı anlatıyorum.. En severek dinlediğimiz, bak bunlar süper dediğimiz şarkıcı, türkücü, vs vs'ler bile dünya standartlarının çok gerisinde.. Bilgisiz, estiği gibi hareket eden, çalışmayan, hazıra konan, çalan çırpan insanlar... Ben Türk müziği dinlemek istiyorum.. Türklerin yaptığı güzel müzikleri dinlemek istiyorum ve artık kimse ortalıkta utanmadan müthiş havalarıyla gezen zirzopları dinlemesin, onları değerli kılmasın, onlara bu beleşten karizma fırsatını vermesin istiyorum... Herkes artık uyansın istiyorum... Ama rüyamda bile MALT'ın albümü acaba kaç satmıştır diye endişeleniyorum... Pufff...


Şov yaptığımı düşünen olursa kendini denize atması konusunda ölümüne desteklerim.. Hatta taşı ben bağlarım ayağına... İnanın bazen nefret ediyorum bazı basitliklerden... Ve bu basitliklere hala mal gibi bakıyor oluşumuzdan... Babam senelerini verdi doğru dürüst şarkı söyleyebilmek, ud, keman, kanun, vs çalabilmek için.. Aşık gibi bağlıydı Türk Müziği'ne.. Eskiden TRT 4'ün konserlerini beklerdi heyecanla.. Artık onlar bile eskisi gibi değil sanki... Senelerini buna adamış, 60'ından sonra enstrüman yapmayı öğrenebilmek için parmak aşındırmış, Şimdi bunu başarıp bir de üzerine dersini vermeye başlamış birinin güzel şeyler görmeyi, duymayı hak ettiğine inanmak, ve bunları ona yetenekli olduğunu iddia eden insanların sağlayamamış olması utandırıyor beni... Athena'yı anlamak için çaba göstermiş, zamanla sevebilmiş, son derece hoşgörülü, açık fikirli bir emektardan bahsediyorum.. Bağnazlıktan gözleri körelmiş bir ihtiyardan değil...


Ve Sertaç kuşu çıkıyor "Benim için şarkı yapmak 15 dakikalık iş.. Önce cıp tıs bi ritm buluyorum sonra onun üstüne bir iki söz koyuyorum, düzenleme falan derken, al sana şarkı" diyebilmesi müthiş bir rahatlıkla,beddua hatta küfür etmeme, benim de pisleşmeme neden oluyor.. Bilmem hislerimi anlatabiliyor muyum?


Ben de seve seve Türk müziği dinlemek istiyorum, tarihimizin Dede Efendiler, Zekai Tuncalar, ve sonrasında Zeki Mürenle devam edip Sezen Aksuyla tıkanan bir tarih olmasını, koskoca Orhan Baba'nın taraktan fırçadan bir TotoStar yarışmasında jürilik yapmasını midem kaldırmıyor.....


Siz gerisini müzikten sonra tüm kültür sanat faaliyetlerine uyarlayın anacım, uğraştırmayın beni.. Kültür sanat derken neleri kastettiğimi anlamamış başlangıç seviyesindeki bazı arkadaşlarımız için (bkz. sinema, tiyatro, resim, mimari, peyzaj, moda, edebiyat...)


Yok dayanamıcam... Detaylandırmadan edemicem... Mahsun Kırmızıgül'ün bir şekilde son derece değerli tiyatrocuları bir araya getirebildiği, ve film çekebildiği şu ülkede bu insanları adam gibi bi yönetmen bir araya getiremedi daha.. Hala yurt dışından birileri ithal ediliyo gişe yapmak için... Deniz Akkaya oynadığı beşinci sınıf bir Amerikan filmi yüzünden (ismi cismi bile belli değil filmin) tavanlarda gezebiliyo... Tamer Karadağlı hala Nicholas Cage, George Clooney gibi aktörlerden çakma tribal bir iki errrrrkekk rolünde oynayabiliyo...


Yetmedi mi??? Belediyenin milyonlarca dolar para verdiği mimarlar, peyzajcılar her sene bilmem kaç tane lale dikip, İstanbulun göbeğine dünya çirkini kazuretler dikebiliyo...


Hızımı alamadım, moda evleri kan ağlıyo... Modacılar kan ağlıyo... Cengiz Abazoğlu ile Dilek Hanif en Haute Couture kıyafetlerini giyip Milano'da bir cafede pişti oynuyorlar, helva arası dondurmasına... Hala Kemal Tanga 250 liraya kafes gibi ayakkabı satıyor...


Murathan Mungan'lar tek başlarına yetmiyor artık farklı hisler uyandırmaya... Yaşar Kemal'ler, Halide Edipler, Reşat Nuri'lerin ekmeğiyle gidilemiyor artık... Başka başka milletlerin seçmesiyle, 100 kere okunsa genede anlaşılmayacak cümlelerin yazarları bir anda büyük oluveriyor... Sonra canlarından endişelenip memleketlerini bırakıveriyorlar en büyüğünden...


Oy oy oyyyyy... Bunların herkes farkında, konuştukça daralıyorum.. Farkında olmalı... Ve artık insanlar biraz mallıktan kurtulup alkışladıkları şeyleri tekrar düşünmeli... Asabiyim, sinirliyim, agrasifim....


En derin saygılarımla...

2 comments:

Ender said...

MPT de bir şarkı yaparken verdiğimiz emeği düşünüyorumda. Her bir notanın teker teker tınısını kontrol edip her geçişi mükemmele ulaşana kadar değiştiriyorduk.

Cıptıs bir ritim bulup üzerine şarkı yapmaya kalkıştığımızda bile bu adamların bir albümleri boyunca kullanmadıkları kadar zengin melodiler yerleştiriyorduk.

Bir iş, sadece özenerek ve kendini vererek yapıldığında mükemmeliğe erişebiliyor. Tam olarak çözemedim ama sanırım bu işi para kazanmak için yapmaya başladığında da aynı özveri bir şekilde ortaya dökülmüyor. Bu sadece şarkılarda değil hayatın her alanında geçerli. Amatör ruhla çalışan kişi amatör kaldığı sürece süper işler çıkarırken, iş profesyonelliğe geldiğinde aynı verimliliği gösteremiyor. Sonra da insan kendini tekrarlamaya başlıyor.

Bu döngüye yakalanmamak lazım. Bir şekilde iş yaparken içimizdeki amatör ruhumuzu koruyabilmemiz lazım.

Flying Dutchman said...

Türk halkı yaklaşık son 15 yıldır 09:00-17:00 arası iş stresinde, yaklaşık 2 saatini yollarda ve yaklaşık 4 saatini televizyon karşısında geçiriyor. Geri kalan zamanlarda da yemek yiyor ve uyuyor. O bölümleri çıkarırsak kalan hayat aktivitesinde, iş ortamında kendini geliştirmesi imkansız, daha işin kendisi hakkında özgür olmayan bir insanın onun dışındaki konularda özgür olması beklenemez. Dolayısıyla ofiste bir özgürlüğü yok insanın.

Akşamları eve geldiğinde ise o günün tüm adrenalinini atacak bir şey lazım. Kafasını yormayacak, beyin hücrelerini zorlama çalıştırma gereği duymayacak (çünkü ofiste tükenmiştir zaten) uyuşturucular. Beyaz ekran....aptal kutusu...Televizyon...

Bu kültür Türk insanını kolayı, kestirme yolu, altyapı ve temelsizliği öven bir yapıya dönüştürdü. Müzik, sinema, resim, tiyatro ve tüm sanat dallarında geçerli bu. 21. yüzyılda doruğa çıkan tüketim toplumunu biçimlendirme ve korkutarak düşünmesini engelleme politikasının başka bireyler yaratması beklenemezdi.

İngilizler Hindistan sömürgeleri iken halka kendi yönetimlerine karşı, ayrılıkçı fikirler ve idolojiler üretmesinler diye logaritmik cetveli ezberletirlermiş (ne memen bir şey olduğuna bir bakınız), bizim uyuşturucumuz, logaritmik cetvelimiz, beyin şalterlerimizi meşgul eden de bu bayağı kültürün ürünleri..