Monday, August 25, 2008

Tatil! Senle de olmuyor, sensiz de olmuyor...

Yani şimdi nankörlük ediyosun demeyin ama bütün sene tatili bekledikten sonra o bir haftalık tatilin şıp diye geçivermesi ve damakta doyulmaz bir tat bırakıp gidivermesi çok zalimce değil mi?


Bizim tatilimiz de öyle oldu. Gittik gezdik, gördük ve döndük. Bir hafta daha gitsem yine doymam. Anlatacak bir sürü şey var özetlemeyi tercih ediyorum. Emin olun özet olur.
Öncelikle Çeşme'ye gittiğimizi söylemekle başlıyım işe. Hayatımda ilk defa gittim ve bundan sonra başka bir yer düşünebilir miyim bilemiyorum.

Bizim kaldığımız yer Ilıca'da Villa Saray adında bir yerdi. Kaldığınız yerin konforu sizin için önemliyse birkaç ay önceden rezervasyon yaptırmanızı tavsiye ediyorum çünkü bütün güzel villalar Şubat ayından rezerve edilmişti. Gittiğiniz yer birbirinden bağımsız villalara sahip ve siz birini kiraladığınızda yemek takımlı, çatallı bışaklı, bikaç odalı bir villa kiralamış oluyorsunuz. Kalabalık arkadaş grubuyla tatil yapmak isteyenler için çok uygun bir yer. Her gün house keeping geliyor. Havuzu var, yemek yiyebileceğiniz bir yeri var. Havuz başındaki evler süper ama rezervasyon çok çok önemli. İşte bizim odanın terasının manzarası:



İlk iki gün çok para harcamamak için Villa Saray'ın havuzunda takıldık. Sonraki günler de gezmeye başladık. İlk gittiğimiz yer Babylon'un plajı oldu. Koccaman bir sahili, barı, yemek yeri, herşeyi var. Ayağınız kuma temas ediyor, hatta kumun üzerinde güneşlenme şansınız da var bol bol. Bunu özellikle belirttim, adını sıklıkla duyduğumuz, magazinde üç beş popçunun görüntülendiği plajlarda böyle bir lüksünüz yok ne yazık ki.





Akşamüstü gidip birbirinden değişik kokteylleri deneyebileceğiniz, birbirinden hoşsohbet barmenleri olan barında güzel vakit geçirebiliyorsunuz ve tam yaz aylarına uygun kafa yormayan güzel müzikler dinleyebiliyorsunuz. Ben mohitodan gitmiştim ancak sevgili sevgilim ve diğerleri türlü türlü şeyler denediler, memnun kaldılar, sonuç olarak hepimiz çakır vaziyette döndük eve :D





Babylon'un o gün bize kattığı bu deniz, sohbet ve içip gülmek durumlarının haricinde bir kaç güzel anı daha var. Ancak bu anıyı anlatmadan önce özel girizgah yapmak gerek.

Bloglar arasında zapping yaparken rast geldiğim ve ilgimi çeken iki blog vardı. Bizimle aşağı yukarı aynı zamanda evlenmiş Tanya Hanım ve Ersin Bey 'in blogları. Tanya Hanım bir parça benim gibi havadan sudan, Ersin Bey ise yılların verdiği tecrübe ve birikimi paylaşmaktaydı. Tatil boyunca gerek Alaçatı'da gerek Çeşme'de onlara benzettiğim ama kesinlikle onlar olmayan birkaç insan görmüştüm. Babylon'da denize girerken su tenisi (adını ben atıyorum) oynarken gerçekten de onları gördüm! Koşa koşa Cenk'e söyledim. Benim klasik çekingenliğimi birkaç saat çeken Cenk, mohito içmiş olmamın sağladığı rahatlıktan istifade ederek tuttu kolumdan götürdü yanlarına. O "merhaba" dedi. Ben alacağımız tepkiden bir hayli tedirgin yanında duruyorum. "Biz sizin blogunuzu okuyoruz da, sanırım sizsiniz.. " İki saniye içinde bütün endişelerimin yersiz olduğunu görmenin mutluluğu ile sohbet etmeye başladık. Kısa süre konuştuktan sonra fazla rahatsız etmemek için bara döndük. Sonra bir de baktım ki Tanya Hanım bir anda yanımda beliriverdi. Adımızı ve blog sayfamızı -hiç yanından ayırmadığını düşündüğüm- defterine not etti. Sonra fotoğraf çekmek için tekrar oturdukları yere gittik.







Bu neşeli kareyi tarihe kaydettikten sonra ayaküstü olarak başlayan sohbetimiz ayaküstü bir sohbete göre fazla dolu dolu ve fazla uzun sürdü :) Tadına doyamadık. Siyasetten, model trenlerden, ayakkabılardan, bloglardan konuştuk. Olanlara inanamadım. Sanki tatil başından beri onları çağırdım ve gördüm. Ne kadar zevkle yaşıyolar, ne kadar huzurlular... Ve ne kadar güler yüzlüler..


Yeni evimizde mohito içmek üzere sözleştik. Kendimi serin denize attım ve bu güzel an, unutulmayacak bir anı olarak sonlandı...

Akşam (o günden sonra her akşam aynı şekilde geçti) kendimizi Alaçatı'ya atıverdik ve bulduğumuz Şişarka Lokantası'nda karnımızı doyurduk. Tadından yenmez balıkları, mezeleri ile yemek insanı nasıl mutlu eder tekrar haırladık. Hatırladığımız bir başka şey de patlıcanın tadı oldu :)




Ertesi gün de Aya Yorgi'yi görelim dedik. Görülmeden gidilmezmiş, öyle dediler. Güzel bir koy nasıl böyle bir hale gelmiş, inanamadım. Sole Mare diye bir plaja gittik. Son derece modern ve havalı dekore edilmiş ancak tatil, deniz, rahatlık göz önünde bulundurulursa bir hayli yapay olduğunu söylemeliyim o modern dekorasyonun. Servis rezalet, bir siparişi verebilmek için 4 farklı görevli değiştirmek zorunda kaldık ve sonunda da siparişten vazgeçtik. Daha gelir gelmez "Buraya çok minder koymuşsunuz, adam başı iki tane veriyoruz" dendi. Oysa orada toplam 16 minder vardı ve biz 8 kişi gitmiştik :) Dayanamayıp " Sizin matematik konusunda probleminiz mi var?" dedim. Paralı kıro olarak tabir edilen bir grup amca, amacının ne olduğu belli olmayan genç kesim... Betondan denize girilmeye çalışılan ve başından sonuna yürüyüş yapmak isteseniz 5 dakika sürmeyecek uzunlukta tuhaf bir sahil... Saat dört gibi Sertaç Ortaç ile başlayan gümbürtülü bir müzik.. Bi daha gider miyim? Hayır. Onlar sallar mı? Hayır..


Cenk'in kafasındaki şapka başka bir arkadaşımızındı ancak nasıl o kadar uzun süre GAP Projesi ile ilgili geyik yapılabildi bilmiyorum.





Bunun dışında bir plaja gidemedik. Akşamları sürekli Alaçatı'da geçirdik. Ancak Çeşme merkezde yediğimiz dondurmanın tadını unutamıycam. Meşhur dondurmacılar arasında Türkiye genelinde ilk onda sayılan Rumeli Pastanesi'nde limonlu ve sakızlı dondurma kombinasyonunu kornet külaha koyunca tadından yenmiyormuş. Buyrun resimleri :







Bunun dışında Ilıca merkezde mideye indirdiğimiz Kumrucu Şevki'nin kumruları da apayrı unutulmayacak lezzetlerdi. Ancak o kumruları yerken verdiğim pozlar daha çok bir yamyam pozu olabileceği için buraya koymuyorum, ya sonra beni sevmezseniz?





Alaçatı'da ara sokaklarda tesadüfen bulduğumuz kocaman bir kapalı bahçe içerisinde çam (?)ağaçları altında Barbun'da bir yemek yedik ama anlatamayacağım düzeyde güzeldi. Risotto yedi benim balık sevmeyen sevgilim, ama o bile çok lezzetliydi.





Yaya ve Tuval diye iki yer daha vardı ancak Yaya'da yer bulamadık, aynı şekilde Tuvalde de öyle. Ertesi gün baktık ki Yaya mühürlenmiş :( Sebebini bilemicem tabi.





Son olarak Köşe Kahve'de içilen o mis sakızlı kahve ile yazıma son vericem. Gidin, için, o köşede oturun.. Tatilin tatil olduğunu, Alaçatı'nın o kalabalığa rağmen benzersiz bir yer olduğunu içinize güzelce bir sindirin.. Bu kadar niye konuştum anlarsınız..









Cenk'in duruşuna dikkatinizi çekmeme gerek var mı???

Herneyse sonuç olarak übersonik bir tatildi ve bu kadar üzerine konuşup birbirinden güzel anıları depreştirdikten sonra bir de işe git yarın.

Saat 01: 51 ' ken gösterdiğim vefa ve cefanın takdir edileceğini umuyorum.

9 comments:

Anonymous said...

mohito diil mojito
bilmemek diil ogrenmemek ayıp

Brc said...

Zaten biz Alaçatı'ya taşınıcaz di mi?Hem orda takı yapıp satabiliriz Tubik.Mutlu mu mutlu bir hayatımız olur senin kalbin orda pır pır çarpmaz ve balık yemekten 120 sene yaşarız.:)))
Berabede gidelim yaaa alaçatı'yaa

tubik said...

efet :'( gidelim.. nolur gidelim noğğğğğğğğlurrrr.. Cenk noğğluuurr gidelim beraber! Noooğğğğlur!

Brc said...

ben bayram tatılı ıcın alaçatıdaki yerlerin fiyatlarını sordum tubik.uçmuş durumdalar :(((

Tanya's said...

Tubikcim,

Tanya hanım ve ersin bey kim yahuuu..anlaşmıştık bu siz biz konusunda hahayt...

Şşş biz haftasonu alacatı'dayız..hadi kalkın gelin..

Mojitolar noldu?Biz ne zaman size gelicez?

Ender said...

Feci bir haberleşme felakti yaşadık Tubik ya. Aynı tarihlerde çeşmede bulunmamıza rağmen yeni telefon numaramın Cenk de bulunmaması sonucu bi türlü haberleşemedik. Bizim (Selinlerin) çeşmede yazlık var ve her yaz çeşmeye gidiyoruz.

Bize de bekleriz :)

Bu arada Sole Mare ye gece gittik ve bayağı eğlendik ama gündüz aya yorginin geneli biraz para tuzağı. Çeşmede "denize girmek" amacıyla gidilebilecek güzel (ve beleş)yerler: Paşalimanı, Dalyan ve Altınkum. Hava güel olduğu zamanlar da Çiftlikköy (yazlık da burada). Bu sene tatilde daha güneye gidip Fethiye ve çevresinin denizinin nasıl kirlendiğini gördükten sonra Türkiyedeki en güzel denizin çeşmede olduğuna kanaaat getirdim :)

Yaşasın Çeşme!!!

Ersin said...

Çocuklar selam, ne güzel karşılaştık çok da sevindik sizleri tanıdığımız için. umarım İstanbul da da görüşürüz, hani bildiğiniz sözünüz vardı balkonda, e haydi bakalım...
Sevgiler
İkinize de
ersin

Fery... said...

yaaaaa bu ne sevimli bir post olmuş geçen hafta aynı yerlerde aynı şeyleri yaşadığımdan mıdır nedir çok eğlendim okurken :) ya biz nasıl karşılaşmamışız? ben ayayorgiyi çok begendim ama shayna ya gittik biz deniz rüzgarsız ve bir nebze de olsa daha sıcak ve en önemlisi sığ olmadığı için sevdim belki ama sevdim yani... yaya sadece bir kaç gün mühürlü kaldı deli gibi para bayılarak da olsa bir gece yemek yedik su bedavaydı ama :) bu arada sanırsam galiba heralde ben de Alaçatı'da bir taş ev shibi olmak istiyorum ne hayal ama :)

tubik said...

sevgili Tanya;

O hanımlar beyler yazıda öyle her okuyan laubali olmasın diye :)

Şu anda Alaçatı'da olmak için gerçekten delirebilirim.. ama ne yazık ki işten güçten fırsatımız olamıcak :(

Ama evin eksikleri bitmek üzere, biter bitmez bizde oturuyoruz :)



Sevgili Ender;

Keşke karşılaşabilseydik. Ama karşılaşamamış olmamız da gayet enteresan, nasıl bir iletişim yeteneksizliği oldu aramızda :D İnşallah önümüzdeki yaz diyerekten önümüzdeki yaz da Alaçatıya gidileceğini ilgili mecralara iletirim :D

Sevgili Ersin Abi;

"Abi" olur mu? Geçiş sürecim sancılı olacak sanırım :) bizler de en az sizler kadar mutlu olduk. O sebeple devamı gelsin diye ev işleri biter bitmez bizdesiniz dediğim gibi :)

Sevgili Fery;
Keşke bir blog karşılaşması da seninle yaşayabilseydik.. O zaman bomba bir tatil olurdu cidden :D
Ama plajlara gelince Babylon kraldır candır :D