Saturday, September 22, 2007

Omuzlar dik, göbek içeri!

Son zamanlarda değişik ruh hallerinde olduğumu, bu sayfayı takip ediyorsanız az da olsa hissetmişsinizdir. Enteresan bir dönem geçiriyorum ve bu dönemin bu geçişinden de ciddi boyutta mutluyum. Bir kendini fark etme, unutulan şahsiyetle yeniden tanışma durumu bu.

İnsanlar hayatlarında bir kaç defa böyle süreçlerden geçer eminim ki. Çocukluğu bırakıp genç olmaya giderken, genç olmayı bırakıp yetişkinliğe girerken, yetişkinliği bırakıp menapozla açılan kapıdan yaşlanmaya giderken...

Bu geçirdiğim dönemde bol kitap okudum. Normalde adetim olmayan ve pek prim vermediğim kişisel gelişim kitapları da dahil. Hemen hemen hepsinde aynı şeyler vardı. Pozitif düşün, pozitif şeyler yaşa, kendine güven, kendini sev, kendinle barış, hayat tarzını değiştir, için kan ağlasa da gülümse, öyle diğilmiş gibi davran, dik dur, dik yürü, kafan havada, başın ileri...

O kadar kolay mı insanın kendine güvenmesi? O kadar kolay mı insanın kendiyle barışması? Bence değil..

İnsanın hayatta aşabileceği en büyük sorun insanın bizzat kendisi bana kalırsa. Dış etkenlerle insanlar yıpranır, yorulur ve körelir gibi görünse de insan kendini aşamadığından çöker.

Söyler misiniz ne kadar kötü şeyler yaşamış olursa olsun başkasını affedemeyen bir insan var mıdır dünyada? Ölürken son nefesinde bile nefretini kusan var mıdır? (Serdar Ortaç ya da Tuba Ekinci'ye duyulan nefret diil bahsettiğim, zira ölürken de hala o Sertaçı cimcikleyerek öldürmek istiyor olacağım) Birileri bişey yapar, insanlar üzülür, acılar çeker ama şu hayatta en zor şeydir insanın kendini affetmesi... Yaşadığı tüm pişmanlıkları bir çocuğun hataları gibi en sonunda hoşgörüp, affedebilmesi.. Seneler önce yaşanmış bir olayda "keşke şunu da söyleseydim" diye hala iç geçiren yok mu aramızda...

Suçlu da olsak suçsuz da olsak kendi terazimiz değil mi en çok bizi cezalandıran... Durup dururken "hayırdır inşallah" dedirten iç sıkıntımız, her dakika daha çok eklediğimiz kişisel yüklerimiz değil mi aslında?

Durup iki dakika düşünmek lazım.. Tüm benliğimizi affedebildiğimizde daha emin, daha sağlam adımlar atar olmayacak mıyız, bunu anlamak lazım.. Aklımıza her gece kare kare gelen, can acıtan görüntüleri kendimizi affederek kurtulmak lazım...

Şimdi söyleyin o çok sevgili kişisel gelişim kitapları... Kendine farkında olarak ya da olmayarak milyon tane zırva için kızmakta olan biri kendine nasıl inansın, nasıl güvensin? Kendine güvenmek aynaya baktığında kaşından gözünden, cüzdana baktığında işinden gücünden memnun olmak mıdır? Yoksa kendine güven, herhangi birşey yaparken, su içerken, sevişirken, kavga ederken, reddederken, severken, ağlarken sebebini bilmek, sonucunu görmek ve kabullenmek midir? Kızınıza güvendiğinizde mi erkek arkadaşıyla tatile yollarsınız, yoksa güvenmediğinizde mi? İkisinde de endişe yaşanır ancak birinde yaşanan endişeyi kabullenmek daha kolay ve farklı olmaz mı?

Söyleyin bana, insan kendini bildiğinde mi dikliği dikliktir, kolunda güzel bir kadın, ayağında Ferre botlar olduğunda mı?

Başarı olumsuz sonuçlar elde edilse de emeği takdir etmek midir, yoksa o kadar emeği hiçe sayarak becereksizliğine lanet etmek mi?

Artık görmemiz gerekiyor, hayat ne sonuçtan ne de gidiş yolundan alınan puanlarla başarılı sayılamaz... Sınav sonucu, kağıdı verenin hissettiği doğruluk duygusudur. Çünkü en büyük terazi vicdandır ve kişi en çok kendine acımasızdır....

No comments: