Tuesday, March 31, 2009

Bana göre Beyoğlu

Madem hastayım, evde boğaz burun tıkalı, öksürükler içinde oturuyorum, öksürük arası resim-blog aksiyonu yapayım dedim, zira bu saatte hiçbir kadın programını içim almıyor.


Pazar günü oylarımızı kullandık, öğleden sonra kendimizi Beyoğlu'na attık. Bu esnada o kadar da hasta değildim, akşama acısı çıktı tabi bu gezintinin. Ama güzeldi, çok güzeldi. Amaç Cenk'e gitar bakmaktı, ben de gitar ve kalan herşey dahil baktım ve keyfini çıkarttım diyebilirim. Acemi hevesiyle her gördüğümü de şipşakladım. Siz de buyrun buradan yakınız...




Cenk benim içimdeki herşeyi şipşaklama isteğimi fark eder etmez hızlı adımlarla tünele geçiş yaptı. Eh heyecanlıydı ve vakit geçsin müzik dükkanları kapansın istemiyordu.. Aşağıda arkasına bakmadan yürüyen kişi kendisidir.



Cenk gitarlara, ben içindeki asi mart müzisyenini dizginleyemeyen kedilere odaklandım..



Bayılırım düzgün çizilmiş, karalama olmayan, içeriği olan duvar resimlerine..

Hımmm Santana'dan hallice Cenk'i görüyorsunuz aşağıda..



Ara sokakların eksik olmaz bol ilanlı duvarları...



Bu da bayıldığım bol köpüklü orta şekerli Türk kahvesi.. Beyoğlu gezisi sonrasında Tophane'ye gittik ve blogumuzun başlığına yakışacak şekilde nargile hüpletti Cenk. Bu resim oradan..


Sonrasında baktım ki benim burun boğaz kulak üçlüsü senfoni vermeye başladı, ben de kendimi ada çayına adayıverdim seve seve..

Seçim sonuçları hararetle takip edildi. Beyoğlu'nun son dakikada, tam da elektriklerin kesildiği, sistemin çöktüğü sıralarda el değiştirmesini izledik an be an. Bir parça kederlendik Cenk'in yüzüne yansıdığı gibi.

Bu resimler araya karışmış, İstiklal Caddesinin resimlerinin orada olması gerekiyorlardı ancak blogspot'a söz geçmiyor her zaman. Aşağıdaki abi günün ganimetlerini toplarken bir şemsiye bulmuş ve onunla oynuyordu. İşe yarar durumda olduğunu farkettiğindeki sevinci görülmeye değerdi..



Sonrasında derlendi toplandı, kimbilir neredeki evine doğru yola çıktı..

Taksime çıkışın en keyifli yolu; Tünel.



Ben kendimi Tophane sıcaklığında kitap okumaya verdim..



Daha önce okuduğumu ancak konusunu hatırlamadığımı sanarak aldığım Peyami Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nu okudum. Anladım ki bir kere okununca unutmak mümkün olmaz. Ben okumamışım bu yaşa kadar ve çok ayıp etmişim. Oracıkta bitiverdi, hayatımda okuduğum en güzel romanlardan biri olarak içime yerleşti.



Bir iki minik alıntı resmi koymak istedim. O tasvirleri, o hislerin aktarılışı... Defalarca saygı duydum Peyami Safa'ya. Kısacık, sadecik, ama dopdolu..



"yuksek,ciplak,mavi,dumduz,dimdik duvarlar.
gozumun hicbir gorus kosesi yok ki icine bir duvar parcasi girmesin. hep ve yalniz onlari goruyorum. onlardan kacan gozlerim onlarla karsilasiyor.
bakildikca uzuyorlar, yukseliyorlar; sertlesiyor ve korkak,yumusak bakislarima kaskati carpiyorlar,gozlerimi ezecekler. basim dondu.
deniz gibi yayiliyor ve beni cevreliyorlar. serinliklerini hissediyorum. denizde, ciplak vucudumu saran dalgalarin birdenbire tas kesilmeleri gibi , duvarlari giyiyorum.
hic kimildamiyorlar.

...

onlarla mucadele ederek vakit geciriyoru, fakat onlar donmus avuclariyle zamani da yakaliyorlar, durduruyorlar ve hayatimin serbest akisina mani oluyorlar.
kanim soguyor ve kirecleniyorum. "

Not: Yazılı alıntı için ekşisözlükten yararlanılmıştır..

4 comments:

Tanya's said...

Fotolar süper,kediler ve gitarda.

Fery... said...

tubaaaa ne güzel post olmuş bu, ellerine sağlık, içimi ısıttın...

bi de adaçayı işe yarıyor mu; burnum, boğazım, başım, gözlerim bana ihanet ediyor şu anda :(

tubik said...

Tanya vallahi gitarlar şahane, alıcaz sanırım birtanesini.

tubik said...

Ferii! Dikkat et ben çok fena oldum valla! Adaçayı süper bişeydir ben çok severim. evmeyen de çoktur ama. İçine bol limon sık sıcak sıcak iç. Cidden boğazları yumuşatıyor, baş ağrısını hafifletiyor, bedeni gevşetiyor. Üstüne de uyku iyi gidiyor. Doktor bana Nurofen / neurofen Cold+flu diye bi ilaç verdi. Aferin gibi bişey. O da iyi geldi biraz.