
Anne-çocuk bloglarının sayısı inanılmaz düzeylere ulaştı son zamanlarda. Bazıları çocuklarının gün içinde ne zaman pırt ne zaman kaka yaptığı, ya da hangi oyuncaktan hoşlanıp hangisini sevmediği konularından öteye geçmese de, bazıları var ki (örn:
defdefin annesi,
ece arar) genel olarak anne olmanın nasıl bir yolculuk olduğunu, zor durumlarda nasıl tavırlar aldıklarını, ne zaman nasıl hatalar yaptıklarını, güçlü taraflarını, en zayıf anlarını, gelgitlerini, anne olmayan ruhlarını, annelikten çıkamayan kalplerini, kısacası tüm içsel olaylarını paylaşıyorlar. Bu tip blogları anne çocuk blogu olarak kısıtlamak ne kadar doğrudur bilemiyorum ama bu bloglar sayesinde hiç aklımda olmayan, bir süre de olmayacak olan çocuk konusunu uzaktan da olsa gözler oldum.
Çocuk yetiştirmenin ne büyük zorluk olduğunu, hayattaki sorumluluklarım arttıkça daha da çok tahmin eder durumdayım ama çeşitli yerlerden okudukça şunu farkediyorum ki insanın iç huzurunu ve dengesini bozmadan, çocuğuna sağlıklı, sorunsuz bir kültür ve karakter aşılaması neredeyse imkansız. Herşeyden öte dış faktörler giderek daha fazla etkili ve acımasız hale geliyor ve anne - babaların ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar çocuklarını bazı durumlardan izole etmesi imkansızlaşıyor.
Bambaşka bir yere bağlanacak bu konu aslında ama birçok şeyin altında insanın nasıl yetiştirildiği gibi önemli bir detay mevcutken konuya farklı bir giriş yapamazdım.
Babam son derece katı, dediğim dedik bir karaktere sahip olsa da çocukluğumdan beri bu karaktere ters gidecek ne varsa yaptım belli sınırlar dışına çıkmadan. Örneğin akşam hava karardıktan sonra dışarı çıkmama izin vermezdi, milyonlarca kez bu yüzden bıkmadan usanmadan kavga ettim, kabul etmeyeceğini bilsem de kendi mantığıma göre olayları ne şekilde gördüğümü, ne konuda haklı olabileceğini ne konuda düşüncelerini gözden geçirmesini istediğimi söyledim. Bazen sinirinden bağırdı çağırdı, bazen 1 hafta konuşmadı, bazen de dalga geçti. Ama bunları yaparken bir şekilde beni hep dinledi ve farklı bir zamanda beni o an dinlediğini hep belli etti. Zamanla izin vermediği, karşı çıktığı, kabul etmediği birçok şeye müsade eder oldu, ya da hak verir oldu. Onun değil benim haklı olduğumu bazı durumlarda kabul etti. Kısacası babam bana hak verdi, bazen de ben ona. Sonunda uzlaştık, ben onlara minnettar, onlar benden gururlular şimdi.
Sayelerinde inandığım şeyi sonuna kadar savunmanın, mantıklı ölçülerde inat etmenin, yılmadan usanmadan kendi hakkımı savunmamın ne kadar önemli olduğunu, karşılığında mutlaka ama mutlaka doğru anlamda birşeyleri değiştirebileceğimi görmüş oldum. Bana göre olması gereken bir karakter özelliği edinmiş oldum.
İyi mi oldu, kötü mü, işte orasını bilemiyorum..
Çünkü hayat annemle babamın beni mükemmele yakın yetiştirme çabasına denk adalete, hoşgörüye ve mükemmelliğe sahip mi emin değilim. Doğru olduğuna emin olduğum, yanlış kısmını görüp düzeltmek istediğim, iyisiyle kötüsüyle, gerekirse bağır çağır, insanlık çerçevesinde tartışıp hem öğretip hem öğrenmek sonunda kimseye küsmemek ya da kimseyi küstürmemek istediğim, mücadele verip, o mücadelenin kazanımı için kafa patlatmayı arzuladığım, monotonluktan, rutinden, gizli bağnazlıktan, kendini tekrar etmekten uzak durumlarda, kendimi aşacak, yenileyecek, aydınlanacak, karanlık bir kuyuda debelenmeyeceğim şekilde içine dahil olmak istediğim o kadar çok konu, o kadar çok hayal var ki...
Basit ya da karmaşık, birçok konuda, düşüncelerimi dile getirirken artık sıklıkla "hiçbirşeyi değiştiremiyorum" duvarına çarpmaya başladım. İş, arkadaş, trafik, sokak... Nerede olduğu önemli değil. Bu duvara çarpmak, sürekli hayal kırıklıklarıyla yaralanmama sebep olmaya başladı. Hayatta en büyük gücümü, yılmazlığımı, ısrarcılığımı, savunuculuğumu söndürmeye sebep oldu. Ben yılmıyım desem de, içinde bulunduğumuz dünya, ya da genelleştirmeyelim, ülke diyelim, öyle katı ve at gözlüklü bir hiyerarşiye sahip ki, "Çıplak Vatandaş"taki sahne giderek çok daha fazla önem kazanıyor gözümde..
Bu yüzden sorguluyorum bu aralar;
Şimdiki anne babalar çocuklarını yetiştirirken modern kitapları ya da teknikleri ciddiye alarak kendini ifade edebilen, demokratik, modern, dinamik çocuklar mı yetiştirmeli, yoksa dönemin sosyolojik koşullarına uyan standartta bir evlat yetiştirip evlatlarını böyle can sıkan hayalperestliklerden koruyacak bir vasatlık dengesinde mi tutmalı diye...
