Thursday, December 3, 2009

Mavi duvar

Saçlarından süzülen sıcacık su büyük bir iştahla aşağı akarken, kafasını banyo duvarına dayayıp ağlamaya başladı. Hıçıkırıkları suyun ve ısıtıcının gürültüsüne karışıp akıyordu banyo giderine doğru. Fayansların bittiği yerden başlayan ucuz mavi boya, nemden kabarmış, yer yer küflenmişti. Neden burada olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Onu buraya ve bu hale ne getirmişti? Başını duvardan ayırmadan, aşağı dönük olan gözlerini açtı. Ayaklarının etrafında dolanan pembeye dönük suya baktı. Parmaklarının arasında hovardaca dolaşan, ama eninde sonunda, oluşan girdaba katılıp yerin dibini boylayacak, belki bir yerde denize karışacak suya. Gözleriyle yavaşça ayaklarından bacağına doğru gezinmeye başladı. Akan su buralarda pembe değil kırmızıydı. İçini kaplayan korkuyu durduramadı. Bunu nasıl yapmıştı ki? Nasıl yapabilmişti?

Başına gelenlerden değil, başının kendisine getirdiklerinden korktu. Korktukça ağladı, ağladıkça hıçkırıkları haykırışa, haykırışları çığlığa döndü. Sanki kendi etini sıkıştırırmış gibi sıkıştırmaya çalıştığı duvara baktı. Islanmaktan iyice yumuşamış boya, tırnaklarının içine kadar girmişti.

Elleriyle yine ıslanacak olan yüzündeki damlaları iki yana sıyırdı. Karnının altındaki acı giderek büyüyor, büyüdükçe hissizleşiyordu. Cahil miydi, deli mi? Korkak mıydı, gururlu mu?

İçinin ürperdiğini, neredeyse kaynar suya rağmen üşüdüğünü ve titrediğini hissetti. Yüzünü tekrar sildi. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı. Birşeyler yapmalıydı. Bu üşüme iyiye işaret değildi. Görmediği ama sadece varlığından haberdar olduğu birşeyin hayatını sonlandırmak sanıldığı kadar zor olmamakla birlikte, yıllardır üzerinde taşıdığı kendi hayatının bitmesine şahit olmak o kadar da kolay değildi.

Banyodan çıktı. Sanki annesi hala evdeymiş, ne yaptığını duymamalıymış gibi sessizce odasına girdi. Önce çamaşırlarını giydi. Kanaması durmazsa çıkacak rezilliği düşünerek çantasını kontrol etti. Hazırlıksızdı. Annesinin çekmecesinden bez alıp çamaşırına yerleştirdi. "Günahtır" derdi. "Analarımız da bunlardan kullandı, yeni gavur icatlarını değil, bunları kullanacak, akşama da kadınlığınla kirlettiğin bezleri kaynar suda yıkayacak, temizleyecek ve temizleneceksin."

Hangi hurafelere inandığını bir türlü anlayamadığı annesini gizliden gizliye küçümserken, çantasının en ücra köşelerine sakladığı tamponlardan kalmadığını, annesinin ucube adetlerine mecbur kaldığını farkettiğinde bu sefer de kendi aşağılık durumunu düşündü.

Karnındaki sızı giderek artıyor, artık dayanılmaz bir hal alıyordu. Acele etmeliydi. Yediği haltı biranönce temizlemeliydi. Çorabını giydi. Üzerine uzun kollu, pastel tonlarında, bol, penye bluzunu geçirdi. Altına da uzun siyah eteğini. Saçını tarayacak, kurulayacak, kafasını yuvarlak gösterecek zamanı da hali de yoktu. Saçlarını topladı, geniş baş örtüsünü mendil gibi katlayıp kafasına örttü, çenesinin altından sıkıca bağlayıp, şakaklarını içeri kıvırdı. Koyu kahve pardesüsünü sıkıca ilikledikten sonra, ayakakbılarını giyip evden çıktı.

Hastanenin aciline adım attığında, bayılmaktan korkup güvenlik görevlisinin koluna tutundu. Şaşıran adam kızı baştan aşağı süzerken gözleri pardesüsünün üzerine takıldı.

"Bacım, ne oldu sana? Yürü, gel şöyle. Hemşiranım! Yetişin!" Görevlilerden birinin koştura koştura getirdiği tekerlekli sandalyeye ne zaman oturdu? Soğuk doğum odasına ne zaman girdi? Hatırlamıyordu.

Gözlerini açtığında tanımadığı insanların, yanında yatan diğer tanımadığı insanların başında beklediğini gördü. Hastanedeydi. Onun başını bekleyen, alnındaki saçları düzelten kimse yoktu. Hemşireye seslendi. Gelen kadın kızgın ama kelimelere dökmeyen bir tavırla, geçen 3 saati anlattı. Daha yeni yeni belli olacak kadar küçük olan bebeği almışlardı karnından. İçini temizlemişlerdi. Az daha gelmeseydi...

Gelmeseydi de ölecek cesareti gösterseydi. Annesi durumu bilse diyeceği bu olurdu. Adı kadar emindi. Ona göre bu büyük utancın affı yoktu. Ona göre aşık olmak da, sevmek de, sevişmek de günahtı. Kimsenin onun canını düşüneceği yoktu. Önemli olan bacak arasının asayişini sağlamaktı ailesine göre. Sağa bakma söz olur, pantolon giyme, spor ayakkabı giyme, kafanı iki kat ört, kimsenin elini sıkma, kaşlarını alma, aynaya bakma... Bu liste uzar giderken, ailesini zorla ikna edip arkadaşı sayesinde bir şirketin mutfağında çalışmaya başlamıştı. Girip çıkarken gördüğü, azıcık fırlama şirket şoförüne tutuluvermişti. Adam da az değildi hani. Günde beş kere mutfağa gelir, çay üstüne çay içer, konuştukça konuşur, laf atmadan durmazdı.

Evli olduğunu bile bile görüşmeye başladı Kadir'le. Ne de olsa hanımıyla ayrı yaşıyordu artık. Hanımı köye ailesinin yanına göndermişti. Söylediğine göre hiç sevmemiş, hiç istememişti evlenmeyi. Güya topraklar bölünmesin diye zorla evlendirmişti ailesi amcasının kızıyla.

Bir süre sonra Kadir kıskançlık yapmaya başlamıştı. Mutfağa girip çıkan işçilere anlamsız yere bağırmaya, kıza abuk subuk işler yaptırmaya başlamıştı. En sonunda işten ayrıldı. Sabahları işe gider gibi çıkıyor, şirkete yakın bir yerde bulunan Kadir'in evine gidiyordu. Şoförlük işlerinden ayırdığı tüm zamanında eve gelmeye başladı Kadir. Evlilikten tek farkı, mesai saatinin bitiminde baba evine dönmesiydi. Durumu hiç farketmedikleri gibi sürekli gelen görücülerden biriyle evlendirmek için çaba içindeydiler. Hepsine birer kulp takmaktan yorulmuş, Kadir'e evlilik için elini çabuk tutması konusunda yalvarmaktan dilinde tüy bitmişti. Hamileliğini de Kadir'in evde olmadığı bir zaman, eczaneden aldığı testi yaparak öğrendi. Adeti geçeli 20 gün olmuştu. Kadir o gün eve gelmedi. Patronu İzmit'e götürmesi gerekmişti. Böyle bir haber telefonda da verilmezdi.
Ertesi gün cumartesi olduğundan evden de çıkamazdı.

Akşam annesine kahvesini yaptıktan sonra karşısına geçip, babasıyla konuşmasını istedi. Yarın işyerinden kızlar Eminönü'ne gidip öteberi bakacaklardı. Her seferinde reddediyordu ama artık ayıp olacaktı. Hem görücüye çıkarken takacak yeni bir eşarp alsa ne olurdu ki? Annesi babasına durumu açmış, bir sefere mahsus izin almıştı.

Sabah erkenden kalktı, giyindi, kafasını yuvarlak gösterecek bezleri bile doldurmuştu. Otobüse atladığı gibi Kadir'in evine gitti. Çantasının fermuarlı yerinden anahtarı çıkarttı, kapıyı açtı. Girişte bir değil iki çift ayakkabı vardı. Vestiyerde ise mavi bir palto. Kadir uyuyor olmalıydı. Yatak odasına doğru yöneldi. Kalbi ağzından çıkacak gibiydi. Kapıyı yavaşça araladı, içeri girdi. Kadir uyumuyordu. Yanındaki yumurta sarısı saçlı kadın da. Yorgan dağınıktı, bacaklarının arasında onlarınkine uygun olarak hareket ediyordu. Çıkartabildiği tek kelime, inleme gibi, bir anda ağzından döküldü. "Bebek!"

Kadir'in küfürleri hala kulağında çınlarken, sakinleştiğini umduğu suratıyla babasının evine girdi. Kimse yoktu. Yapacaklarını düşünecek zamanı bulmuştu yolda. Aceleyle annesinin örgü şişlerinden birini alıp banyoya girdi...

Hemşire elinde hırka, "Çıkabilirsin, gece kalmana gerek yok, bir iki gün evde dinlen, bol su iç, yakının varsa söyle sana şu ilaçları alsın, yemeklerden sonra günde iki kere bir hafta kullan, bir daha da sakın ama sakın böyle birşeye kalkışma diyeceğim ama, ne yazık ki artık buna gerek bile olmayacak, geçmiş olsun" dedi.

O halsizlikle otobüse nasıl bindi, eve nasıl varacaktı, bilemiyordu. Akşam çoktan olmuştu. Muhtemelen eve gittiğinde ailece sofraya oturulmuş olacaktı. Babası muhtemelen bu saate kadar nerede olduğunu saçından tutup kafasını sallaya sallaya soracaktı, tükürükler saçarak. Annesi ise kınama dolu bakışlarıyla itecekti yaptığı kahveyi.

Ne yazık, onun kahve yapacak bir kızı bile olamayacaktı artık...

3 comments:

Flying Dutchman said...

Revolutionary Road ile başlayıp uzak diyarlara gittim hafiften...

Bunların yedeğini al lütfen. Zamanında böyle bir arkadaş yazıları koyduğu yer ve bilgisayarı çökünce çok pişman oldu ama zaten yapıyorsundur...

tubik said...

Revolutionary Road'u izlemediğimden onun hakkında yorum yazamıcam ama ben bu aralar Suç ve Ceza'yı okumaya çalıştığımdan kelli böyle canice birşey çıkmış olabilir benden :)

Aslında hikaye de klişeden kopamamış gibi geldi tekrar okuyunca :)

Dutchman, hala yedeklemedim biliyor musun? Gerekliliği de hiç aklıma gelmemişti aslına bakarsan. Ama bir gün kaybolursa gerçekten çok üzülürüm. O sebeple en kısa zamanda yedeklicem hepsini, iyi ki uyandırdın :)

crysalid* said...

tubik çok güzel yazmışsın güzel betimlemelerinle hiç bitmese de okusam sayfalarca diyorsun okurken. hikaye acıklı olsa da eline sağlık. daha çoklarını okurum umarım :)