Monday, May 14, 2007

Son zamanlardan seçmeler, derlemeler

Geçenlerde (2-3 hafta önce) şöyle bir şey oldu. Dolu dolu bir haftasonu geçirdik ve şu an düşündüğümde o kadar çok şeyi nasıl o kısıtlı zamana sığdırdık hiç bilemiyorum. O güzel ve yoğun haftasonunun ardından ofiste ayırabildiğim kısa bir süreyi uzun ve kapsamlı bir blog yazarak geçirfim.. Kronolojik sıralamayla ve bu sıralamaya uygun resimlerle gerçekten güzel bir blog yazdım. Herşey çok güzeldi. Ta ki son resimlerden birini (Cenk'in Gökmen'in kafasını öptüğü o komik resim) yapıştırmaya çalışana kadar.. Sen bir saat uğraş, çok güzel şeyler hazırla ve silinsin! Bir daha da geri getireme! İşte o andan itibaren ben bu sayfalara biraz küskün biraz yabancıyım çok sevgili blog severler. Yazdıklarım hep yarım, içimde bir huzursuzluk, iflah olmaz bir depresifim artık. Ama yılmıyorum. O blog yazısında olduğu gibi sistematik ve dolu dolu olmasa da neler yaptık neler ettik, neler yedik aklıma geldikçe bugünkü bloguma koyacağım ve bu talihsiz gidişe bir dur demek için yırtınacağım... Buyrun...
.......................





Geçtiğimiz hafta Aykut devrenin doğum gününü kutladık. Mekan Ulus 29. Girdiğiniz andan itibaren farklı bir hava seziyosunuz. Ağırlıklı olarak turistler var. Loca gibi bir yer yapılmış, bir kısmı ayakta bir kısmı oturan misafirler menüden seçtiklerini mideye indiriyorlar. Büyük tarafı daha restoran havasında. Ayrı bir de çılgınlar gibi dans etme, hoplama, zıplama ünitesi mevcut. Belli bir saatten sonra ağzına kadar doluyor, bu kısma erken gidilmesi tavsiye olunur. Loca denebilecek mekanda sanıyorum Aykut'un arkadaşı Sevinç'in sayesinde oturabileceğimiz en güzel yere oturduk ve İstanbul'u bir güzel seyrettik. Sevgili telefonumun gece kaprisleri yüzünden manzarayı hafif flu, hafif kaymış bir şekilde ölümsüzleştirebildim. Kusuruma bakmayın. Yemekler lezzetli diyebiliriz. Menü'nün çok hareketli, çok seçenekli olduğunu söyleyemem. Ve gelen yemeklere biçilen fiyatlar anormal düzeylerde. İçki fiyatları normal. Tok gitmeniz tavsiye olunur, ya da giderken cüzdanı doldurmanız da bir alternatif sayılabilir. Yakın tarihlerde 360'a gittik ve orayla mukayese edersek manzara ve eğlence bakımından Ulus 29 çok daha etkileyici ancak menü çeşitliliği, lezzet ve fiyat optimizasyonu göz önünde bulundurulduğunda 360 çok çok daha önde bana göre. 360'da Asma Yaprağında Çupra yiyin.. Yiyin de yemek nasıl oluyormuş görün... Ve fakat, doğum günü çok eğlenceli geçti, özellikle son saatlerinde Cenk'in çılgın dans figürleri, Aykut'un babyface özelliği, Ece ve Sevinç'in bitmek bilmeyen enerjisi sayesinde, zorla girebildiğimiz o bar kısmında uzun zamandır yapamadığımız kadar eğlendik. Çok güzel bir akşamdı. Medyatik konuklarımızdan bahsetmek istemiyorum :)






.............................

Bir başka gün Sarıyer'de Selinom ve Halil'le gittiğimiz balıkçı Roke'nin hemen ertesindeki gün Cenk'in lise günü vardı. Strazburg (nasıl yazıldığı konusunda hiç fikrim yok) mudur, Struder (bu konuda da hiç fikrim yok) midir nedir.. Değişik bir tatlıları var. Ben yiyemedim. İlk başta şımarıklığımdan sonrasında da yana yana arayıp bulamayışımızdan yemedim. Bira içtik onun yerine. Cenk arkadaşlarını gördü, ben de bizim çocuk nerede okumuş, nerede büyümüş onu gördüm. Yer Avusturya Lisesi. Galata Kulesi'nin hemen arkası. Eskiden tımarhaneymiş ve orada anlatılan efsaneye göre (efsane olduğuna inanmak istiyorum) karşıdaki apartmanın üst katında (hastane oluyor orası da) yapılan ameliyatlar bizim çocukların binasının üst katlarından görülüp izlenebiliyormuş... Garip... Okul güzel.. Beğendim...



......................


Ve geçenlerde gittiğimiz o piknik.. Polonezköy'de Yeşilçam Doğa Restaurant diye bir piknik yeri. Kendin pişir kendin ye. Daha doğrusu Gökmen pişirsin sen ye... Alev, Ömür, Feri, Gökmen, ben, Cenk ve sonradan Halil ve Selinom gittik.. Deliler gibi yedik. Polis çevirmesi vardı, uslu uslu oturduk, hiç içmedik. Fiyatlar son derece makul düzeylerde. Etinizi gidip siz seçiyorsunuz, adamlar haızrlayıp getiriyorlar, salata da yapıyorlar, bir sürü şey yiyip içtikten sonra da yeni demlenmiş bir demlik çayı ateşin üzerine koyup gidiyorlar. Keyfine doyulmaz. Doyamayarak sonrasında caddeye gittik ve Kahve Dünyası'nda fondü yedik.. Finali de mutluluk kaynağım olan kırmızı babetlerimi satın alarak yaptım.. Fondü tezahüratları eşliğinde de evlerimize döndük. Tüm blogumu silmeme sebep olan o lanetli fotoğraf sizler için geliyor;



......................


Aykut devrenin doğum günü akabinde İstanbul'a geldiğinden beri götürmeyi planlayıp götüremediğimiz Sade Kahve'ye götürdük. Bilmeyenler ve öğrenmesi gerekenler için söylüyorum. Çok güzel!!!. Bebek'te.. Bebek'teki diğer kahvaltıcılardan çok daha ayrıcalıklı benim kalbimde. Yaz kış açık havada oturup o deniz kokusunu ve müthiş havayı solumak zorundasınız. Çeşitli tiyatro sanatçılarının isminin çivilendiği sandalyelere oturuyorsunuz ve hayal gücünüze göre bir direğin önünde durarak ister Ankara'ya isterseniz de Bratislava'ya gidebiliyorsunuz... Kaşarlı gözlemesi de sahanda peynirli yumurtası da, adından kelli Türk kahvesi de çok güzel... Yalnız bu gidişimizde şöyle birşey oldu. Normalde herşeyden beşer porsiyon yiyip hastanelik olma düzeyine gelirken bu gidişimizde hepimizde bir iştahsızlık bir yorgunluk vardı. Yemekler yarım kaldı.. Kendimize inanamadık Cenk'le.. Aykut da neye inanamadığımıza inanamadı. Ortaya şöyle bir sonuç çıktı; Aykut'un tercihi karışık menemen!!!




......................

Hangi güne takabül eder bilemiyorum. Örümcek Adam 3'e gittik Aykut, Cenk ve ben. Böyle fantastik filmlerden çok hoşlandığım söylenemez.. Spider Man'i de sırf film süresince çalan, çingene, dilenci ve çocukların söylediği "spiderman spiderman,..biik bik bik biiiikk spider man" şarkısından seviyorum.. Film, görüntüleri göz önünde bulundurulursa çok başarılı. Senaryo göz önünde bulundurulursa çok başarısızdı. Sürekli yeni bir kötü kahraman türemesi, spiderman'le mahçup sevgilisinin ayrılmayı bile becerememesi, ağlamak isteyip ağlayamaması falan yordu beni. Sanki adamlar oturmuş, "abi şuraya da bunu koyalım, oha Venom'la şunu da çarpıştıralım, ahaha ayrılsın bunlar abi, uyuz oluyom karıya zaten heuheueh, bu herif de çok yakışıklı faça atalım nihahaha" diyerek bu filmi yapmış gibi.. Konumuz da bu diil zaten. Film kanyondaydı. Kanyon'un sineması gerçekten çok güzel tasarlanmış. Normal sinema fiyatlarında, içerisinde kahvesi gazozu herşeyi en alasından var. Mısır patlakları oldukça lezzetli ki bir sinemanın iyi olup olmadığını buradan anlarım ben, koltukları, tuvaletleri derken gerçekten çok güzel bir sinema yapmışlar... Asıl olay ise şudur ki, filmden önce devremin bitmek bilmeyen mağazasına gittik, çok beğendik, kendimize bir oda seçtik ve sonunda çıkarken şununla karşılaştık (başıma bir gün iş açıcam ama ne zaman) ;


.................


Yine Aykut'la bir başka gün. (Aykut bizden ne zaman sıkılacaksın? :) ) Çok ama çok sevdiğim ve benimle birlikte bir sürü insanın vazgeçilmezi olan Etiler Casita! Sahibi ve yaratıcısı Hakan Efendi'nin hazırladığı yeni Nişantaşı Casita broşürleri çok hoştu, mantıyla alakasını kuramadığımız anketi doldurduk. Çocujlar gibi şendik. Uzun zamandır gitmeyenler için haberler: Daha da genişledi, ve son müjde, Nişantaşı'nda da yeni bir şubesi açıldı. Mensü daha zengin, alkolü var, dekoru değişik.. Gidilesi görülesi... Her zamanki gibi ortaya Feraye, kendime Çökertme söyleyerek kendi rekorumu tekrar ettim. Muhteşemdi. Pişman değilim, yine olsa yine yerim...


....................


Bu bölümde ise sizi ofiste kendime ait bir takım mutluluk şeyleriyle (mutluluk neleri olabilir bilemedim) tanıştırmak istiyorum. Öncelikle kendisini Migros'un köhne raflarından birine düşmüş, biçare, fena bir halde bulduğumu ve içimin razı gelmeyip onu bu hayattan çekip kurtarmak isteğine engel olamadığımı belirtmek istiyorum. Huzurlarınızda çiçeğim Asuman!!!!!



Hemen önünde de Asuman'a fedailik yapan, biricik yengeler yengesi Yeliz'in Mısır'dan getirdiği, patronumun ilk gördüğünde içerisinde patron büyüsünün olduğunu düşündüğü piramitlerim;






Her ne kadar bizim ofiste ikamet etmese de her gelişiyle bana ayrı bir mutluluk veren, dünyalar neşelisi, tatlısı, herşeysi bir tanecik komik ve tombul sevgilim (Bu kelimeler Cenk'i zayıflamaya ikna etme gayesi güdülerek özenle seçilmiştir, benim zayıflamaya ve sağlıklı yaşamaya ne şekilde ikna edileceğim konusu ise apayrı bir blog konusu) ;





..................


Günün modasını açıklıyorum sayın seyirciler; 13 Mayıs 2007 itibariyle yüzüncü (rakamla 100) yılında şampiyon olmayı bilmiş (nasıl bildiyse) güzide takımımız Fenerbahçe'nin güzeller güzeli renkleri sarıııııııııııııııı - laaaaaciiiiiiiiveeeeeeeeeerrtttttttt, şampiyooooooooooooonnnn, Feeneeeeeeeeeerrrr, şampiyooooooonnnnn, Feneeeeeeeerrrrr...


Öhöm.. Pardon.. Renkler.. Evet.. günümüzün moda renkleri sarı ve lacivert sayın seyirciler. Bu aralar cafelere, barlara, bir de Starbucks'lara sarı lacivert renkleri hakim kıyafetler giymeden gitmek büyük rüküşlük sayılıyor ve umuluyor ki bir gün herkes sarı lacivert modasına uyacak!!!



An itibariyle şampiyonluğumuz hayırlı uğurlu olsun, caddeler hep sarı lacivert dolsun...



......................


Son olarak da yarın çıkacağım seyahatin bilgilerini vererek bu diyarlardan bi kaç günlüğüne göçüyorum sayın blog okuru. Evet, doğru duydunuz yine bir iş seyahati beni beklemekte. Moralim iyi. En azından şimdilik. Çünkü plan program belli. Yarın uzun zamandır gidemediğim memleketim Kdz. Ereğli'ye gideceğiz, bir kaç saat kalıp, Karabük, Biga, Bursa sonra İstanbul yapıp bu yapmaları 3 güne sığdıracağız. Bu süreçte temenni ediyorum ki kendinize çok iyi bakasınız, sıcak havalara aldanıp üşütmeyesiniz... İstanbul'da yaşayanlar için; şehrimizin kıymetini bilesiniz....



Bu haftaki bloguma son verirken hepinizi gözlerinizden öpüyorum.. Çok emek verdim. Henüz bir problem yok. Basıyorum publish tuşuna.. Hadi bakalım....

Ciiiiiiuuuuuuuuuuuuuvvvvvvvvvvvvvvvv.....


2 comments:

Burcuk said...

Tuba, yahu fotograflari goremiyorum ben! aaa merak ettim:) ama tabi bu dandik lap topumdan da kaynaklaniyor olabilir, bir daha bir bakicam:)

Gecen cuma okula gideyim dedim de sansima muzik yarismasi denk geldi:) cok komik geldi ya yillar yillar sonra:)))

Iyi yolculuklar:)

tubik said...

Ben döndüm bile resmen :) ben de salı günü Ereğli'ye gittim ama ne okulu ne de başka bi yeri görmeye zamanım olmadı... Hatta İpek'i 5 dakka bile göremedim. Sadece çınardaki balıkçılarda balık yedik sonra hooopp fabrika. Zaten resimlerle belgelicem oradaki mutlu anlarımı da :) Oradan da direk Karabük. Keşke ben de denk gelebilseydim yarışmaya.. senelerdir gidemiyorum :( çok özlemişim çooookkkk.....