Monday, June 2, 2008

Sex and the City


Gittim, gördüm ve paylaşıyorum..

Hazır mısınız?

Öncelikle şunu söylemeliyim ki hiç bir zaman Sex and the City fanatiği olmadım.. Hatta doğru dürüst dizisini seyrettiğim bile söylenemez. Digiturk'te karşıma çıktıkça izliyorum.. Zaten takip ettiğim 2-3 tane kanal var, onlar da Comedymax, E!Entertainment falan.. Beni coni olarak görmeyin ama Türk kanallarına tahammül sınırım giderek azaldı ve kendimi Amerikan rüyasının boşluğunda buldum.. Sex and the City de yorgun geçen bir günün ardından,kafamı herhangi birşeye yormak istemeyerek izlediğim bu Amerikan kanallarında karşıma çıkan bir dizi oldu ve ilişkimiz belli bir mesafe çerçevesinde devam etti.

İş yerinden arkadaşlarımla pazartesi kız gecesi düzenleme fikri sonrasında bu filme gittik ve açıkçası kötü zaman geçirdiğimi söyleyemem..






Film genel olarak dizinin az biraz uzun versiyonu gibiydi. Hatta oldukça uzun bir versiyonu gibiydi çünkü 19:00'da başlayan film 21:30'da sona erdi. Kostümler herkesin sağda solda okuyabileceği gibi oldukça önplandaydı ama zevkli ve iştah açıcı olduğunu söylemek yerinde olur. Ayrıca insanın (daha çok kadınların) içinde var olan ama ep bastırmaya çalıştıkları uçuk giyim şekilleri, izlerken "ahhhh" çekilmesine sebep oldu ve belirtmeliyim ki karakterlerin özellikle de Samantha'nın 50 yaşına basmasına rağmen sahip olduğu taş gibi vücutlar sebbeiyle de şu anda bunalımdayım. Yine de mısır patlağı yerken iştahım kapanmadı o ayrı.. Zaten sanırım sorun da burada :)


Dizide tüm karakterler daha baskın ve acımasız görünürken, filmde daha çok sevgi çemberi oluşturulmuştu. Kadınların çeşitli rekabet, hırs gibi iç güdülerinden dolayı arkadaşlıklarının uzun sürmemesine rağmen bu insanların nasıl olup da birbirlerine karşı bu kadar açık, sadık ve dürüst olabilmelerini aklım pek almadı.


Normalde klasik düğün dernek mevzularına çok sıcak bakan bir insan olmamama rağmen, kısa süre önce son derece standart ölçülerde ama yine de çok çok güzel ve özel bir şekilde gelin olan bir kişi olarak Carrie'nin (hani şu baş karakter ve yazar olan şahıs) gelinliğine öldüm bittim. Özellikle de kafasındaki turkuaz renkteki kocaman tüye! Ki sonradan bunun bir kuş olduğunu öğreniyorsunuz :)

Filmden elbette ki inanılmaz bir sosyal mesaj çıkmıyor (öyle bir beklentisi olan var mı? canımmmm ) . Ama gerek sevgililer, gerekse arkadaşlar arasındaki ikili ilişkilere samimi bir bakış attığını söyleyebilirim. Hoş sosyal mesaj vermiyor dediysem o akdar da değil.. Filmin bir yerinde kürklere karşı eylem yapan bir grup insan ve olağanca kürküyle karşılarına çıkan Samantha oldukça komikti.

Salondaki seyircilerin %99,9'u kadındı. Gördüğüm kadarıyla sadece bir bey vardı ve zannedersem o da eşini yanlız bırakmamak için gelmişti :) Onun dışında (kimseyi inancına göre yargılama huyum yoktur ) başörtülü seyirci görmek bu film için bana garip geldi. Çünkü kimilerinin inancına göre seksten zevk almak ve bunu izlemek günah ya da ahlaksızlık sayılacak işlerdir. Bu filmin içeriğinde bol bol seks konusunun işleneceğini bilmemek de ya kör cahillik, ya da bile bile gelip tezat oluşturmaktır.

Biz filmi Marks&Spencer'ın üst katındaki sinemada izledik. Belirtmem gerekir ki son derece bakımsız bir yer. Filmi izlerken arkamızdaki hoperlör (doğru mu yazdım?) patladı ve cik cik sesler çıkarttı uzunca bir süre. Sonrasında da alakasız bir kızartma kokusu salonu sardı.

Herşeyi bırakırsak, bana kalırsa Sex and the City fanatikleri bu filme bayılacak. Sex and the City'ye pek yakın durmayanlar da boş zaman geçirmek isterlerse keyif alacaklar gibi geliyor.

Gidecekler için şimdiden iyi seyirler dilerim...


No comments: